24/01/2023 | Yazar: Sa Bahattin

Cis-hetero’lar, ya da genel olarak gücün yanında konumlananlar, bu sahte normalliği içselleştirmiş insanlar ne kolay konuşuyorlar her şeyi, diye bir sonuca vardım. Bizlerse, ezilenler, yok sayılanlar, tehdit edilenler, hırpalananlar, itilenler dışlananlar yani; her sözümüzü, her tavrımızı, kıyafetimizi, takılarımızı, makyajımızı, kelimelerimizi ve hatta tonlamalarımızı özenle ölçüp tartmalıyız, daima!

Kulağa çalınan radyo tınısı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Geçenlerde kulağım bir radyo programına takıldı. “Yahu bu youtube, spotify çağında radyo mu kaldı?” demeyin. Çalıştığım üniversitenin havuzuydu burası. Orada her zaman üniversitenin radyosu çalar. Cuma günleri öğleden sonra da öğretim üyesi bir hanımefendi kişisel olumlama cümleleri dağıttığı, sevecen, çiçekli-böcekli-güneşli-aşklı bir program yapar. İşte yine bu programa denk gelmiştim. Spiker hanım konuşuyordu “Söyleyin ne olur! İçinizde tutmayın. Birini seviyorsanız seviyorsunuz, sevmiyorsanız da sevmiyorsunuzdur zaten.”

Ne kolay, dedim, normları sindirmiş, içselleştirmiş insanlar için bu “boş” sözleri söylemek.

Hayal ettim kendimi. Zamanında aşık olduğumu düşündüğüm bazı erkeklere onlara olan hislerimi ifade ederken. Aşağılanmak, dayak yemek, öldürülmek gibi endişeler barındırabileceğimi anlayabilecek mi bu spiker? Yani sadece bir ret almak değil benim endişem. Bunu kavrayabiliyor mu? Hayatı zevkimden zehretmiyorum kendime. Bunu düşünebiliyor mu?

Yaşama hakkım, beden bütünlüğüm, saygınlığım, kişisel onurum, ekonomik güvencelerim. Hepsi söyleyeceğim bir iki cümle sonunda elimden uçup gidiverir. Bunu böyle görebiliyor mu? Hatta o cümleyi söylerken, eşcinselleri, biseksüelleri, interseksleri, transları, engellileri, mültecileri aklına getiriyor mu? Merak ettim doğrusu. “Yahu sevginin bin bir türü var, ben gerçekten hepsini kapsıyor muyum” diye bir düşünce meşgul ediyor mu zihnini? Yoksa bir Hollywood filmi mi var gözünde? Belki o bile değil. Bir mısra var sadece. Cemal Süreyya’nın bir şiirinden. Bir erkekten bir kadına yazılmış; bangır bangır bağırtılan sevmek sözcükleri...

Sonra işin “sevmiyorsanız sevmiyorsunuzdur zaten” kısmına geldim. Ülkede neredeyse her gün, bir erkeğe “sevmediğini” söylediği için öldürülen kadınları da mı düşünmüyor bu spiker dedim. Onları belki de umursamıyor. Ya da kafasında kurduğu izleyiciye yakıştıramıyor mu bu gerçekleri? Yoksa sadece “umut dolu, sevecen, pozitif program yapımcısı” rolünde bu denli derinliğe gerek olmadığına mı inanıyor? Halbuki bence bu bir derinlik meselesi değil. Bu var olanı, olguyu, olan şeyi, aktüel var oluşuyla algılamak/aktarmak sadece.

Bir üniversitenin -ki geçtiğimiz beş yıla kadar ‘bir ülkenin en saygın, en ilerici yeri’ olacağını sandığım yerdi burası- radyosu bile konuşurken kapsayıcı olmak, gerçeklere temas etmek, farkındalık yaratmak peşinde değil de popülizm arayışındaysa o üniversiteden bir atılım beklenir mi sizce? Sizi bilmem. Ben beklemem.   

Sonra “gereksiz hassasiyet mi gösteriyorum” diye kendimi sorguladım. Yani en azından bu radyoda LGBTİ+’ların katli için çağrı yapılmıyor diye şükretmem gerekmez miydi? Ölümü gösterip de sıtmaya razı edilmemiş miydim hâlâ?

Hiç yakıştıramadım bu hali kendime. Daha iyiyi, daha doğruyu talep ederken bile bu temkin, bu kendinden emin olmama hali. Korkudan lime lime edilmiş özgüven. Ayıp ediyorsun dedim hem bugününe hem geleceğine.

Üniversitenin özelinden çıkarak tekrar bakmak istedim duruma. Cis-hetero’lar, ya da genel olarak gücün yanında konumlananlar, bu sahte normalliği içselleştirmiş insanlar ne kolay konuşuyorlar her şeyi, diye bir sonuca vardım. Bizlerse, ezilenler, yok sayılanlar, tehdit edilenler, hırpalananlar, itilenler dışlananlar yani; her sözümüzü, her tavrımızı, kıyafetimizi, takılarımızı, makyajımızı, kelimelerimizi ve hatta tonlamalarımızı özenle ölçüp tartmalıyız, daima!

Onlar için “Sevmek dünyanın en güzel şeyi.” Bu kadar kolay. Ve hatta “Ayrılık da Sevdaya Dahil1”. Hiç gazete okumuyormuş, hiçbir gerçekle yüzleşmemiz gibi. Konuşmak, ağızdan istediğin sesleri çıkarmak yapılacak en sıradan şey sonuçta. Ne var ki bunda? Bırak tüm sosyal baskıları; dilsiz olabilmek, o yörede konuşulan dile hakim olmamak, ya da kültürel farklardan dolayı kendini tam anlamıyla ifade edememek… Bunlar (bile) bir radyo spikerinin düşünmesi gereken şeyler değil! Değil mi?

Onları “olağan olmayanlar” dinliyor olamaz çünkü. Böyle hissediyorlardır, sanıyorum. Dinleyenler de spikerin o şarkılı sesinin tınısıyla güne umutla bakıyorlardır. Öyle demişlerdir, tahminimce.

Ben de umutla bakmak istiyorum tabii, her şeye. İçimden ne geçtiyse söylemek istiyorum. “Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum2” hatta. Her ne kadar rahatlamaya gittiğim havuzda çalan radyo bile beni (ve tüm ötekileri) görmezden gelmek konusunda ısrarcı davransa ve bunu dünyanın en normal, en beklenen, en alkışlanan şeyiymiş gibi yapsa da…

Yani kelimeler benim/bizim için öyle kolay değil hiçbir zaman. En azından bunu size ifade etmek istiyorum. O çok yüceltilen “sevgi” bile. Gerçekten. Umut bile…

Hepinize sabır, hoşgörü ve dayanışma dolu günler dilerim,

Sa

1: Atilla İhan’ın ‘Ayrılık Sevdaya Dahil’ isimli şiirine gönderme.

2: Nazım Hikmet’in “Seni Düşünmek” şiirinden bir alıntı.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
nefret