07/01/2011 | Yazar: Gülnaz DUMAN BİLGE

"Heteroseksüeller arasında eşcinselsin. Türkler arasında Kürtsün. Kürtler arasında da aslında biraz Türksün.

"Heteroseksüeller arasında eşcinselsin. Türkler arasında Kürtsün. Kürtler arasında da aslında biraz Türksün. Çünkü, şehirli Kürtsün, sen metropollerde büyümüşsün... Kürtçeyi süper konuşuyorsun. O anda hiçbir laf söylemiyorlar. Ama Türkçe konuşsan, senin Kürtçe de konuşabildiğin akıllarına bile gelmiyor. ‘Asimile olmuş’ derler."

“Bu toplumun içerisinde ben de bir bireyim ve bu toplumun bir parçasıyım. Kürt kimliğim de var, eşcinsel ve Avrupa’daki yabancı kimliğim de var.” 

“Nasıl Türkiye’de Kürt düşmanlığı varsa, Fransa’da da yabancılar aynı anlama geliyor. Bir de yabancı eşcinselseniz, artık gerisini siz düşünün.”
 
“Kürtlük… Eşcinselik… Ezme-ezilme biçimlerini daha iyi öğreniyorsun. Nerden, kimi nasıl eziyorlar, görüyorsun. Hele ki, lezbiyenler! Ezilme konusunda, onların durumu bizimkinden daha kötü. Onların söylemeye, ödü kopuyor. Çünkü onlar, bir de kadın ve kadın olarak da eziliyorlar. Sonuçta, Kürtlerin içinde de ezme ve ezilme durumu var.”
 
“Benim eşcinsel bir arkadaşıma heteroseksüel bir Kürt arkadaşım, “Tamam, ben saygı duyuyorum ama; eşcinselliğini belli etme,” dedi. Bunu diyen, o zaman Kürtlüğünü belli etmesin, gitsin Türkiye’de yaşasın... Kaşını-gözünü boya, aksanını belli etme, Türkiye’de yaşayamaz mısın?!..”
 
“‘Kürtlüğümü nasıl yaşıyorum?’ Benim de duyarlı olduğum konular var. Dil konusunda olsun, kültür konusunda ve gündelik yaşamda Kürt sorununu konuşmak olsun, kampanyalar olsun, dilini konuşmak olsun. Bunlara katılırım, ama açıkcası mesafeli yaklaşmak lazım. Çünkü her kimlik, insanı girdap gibi içine çekiyor. Birinde boğulunca da diğerini unutuyorsun. Bu çekim alanlarından biraz uzak durmak gerekiyor.”
 
Gülnaz Duman Bilge, Hasan ve Selim ile Fransa’da, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 10. Paris, Strasbourg Saint Denis bölgesinde görüştü.

Kuşkusuz eşcinsellerle ilgili olarak çok yazıldı çizildi. Amacım genel olarak eşcinsellikten ziyade, habire üstüne toprak atılıp örtülmek istenen Kürt eşcinseller konusunda ki bunu Kürt kitlesi çok yapıyor; tersine, toprağı bir avuç olsun kazımak...

Onların da dediği gibi, onları anlayabileceğimi sanmıyorum ve buna gerek de görmüyorum. Bu röportaj ve yaptığım araştırmalarımdan sonra, onlarla olan dostluğum ne daha çok perçinleşti, ne de geriledi. Denilebilir ki bu röportajla dostluğumuz, benim açımdan yalnızca belgelendi.
 
Açtık diktafonu...
Röportaj mıdır yoksa yalnızca bir sohbet midir; ayrımını yapamadığımız bu konuşmada, bir de eşcinselliğin tarihsel gelişimini kısaca  ele alalım dedik ve sonra da röportajımıza geçtik...
 
Nereden Gelmiş Eşcinsel Demek?
 
Karşı cinse duygusal ve cinsel arzular besleyen bireyi tanımlayan “heteroseksüel” kelimesinin aslında çok yakın bir tarihi olduğunu söylemek mümkün. Yirminci Yüzyıl’ın başlarında, topluma göre “normal” cinsel davranışları sergileyen bireyi tanımlamak için ortaya atılan bu kelime, yüzyılımıza damgasını vurdu ve hatta tekeşliliğin, üremenin ve de evlilik kurumunun obsesif bir hummayla dilinden düşürmediği bir yönetme aracı haline geldi. Günümüzün yaşayan en radikal feminist filozoflarından Judith Butler’ın da savunduğu gibi, heteroseksüellik aslında toplumun “normal” kabul edip tanımladığı cinsel davranışı temsil etmekle kalmadı, aynı zamanda heteroseksist pratikler içerisinde, cinselliği ve de hazları öğrenen bireylerin belirli iktidar biçimlerini arzulamalarını ve belirli manipülasyonlar sonucunda, yine bu iktidar mekanizmalarına ait özneler olmalarını mümkün kıldı. Butler’ın iddia ettiği bu iktidar pratikleri aslında modernitenin veya modern toplumun ta kendisiydi. Modern bireyi ve de modern toplumu hayal edip mümkün kılacak en önemli olay, iki karşı cinsin (Kadın ve Erkek) başaracağı çekirdek aile yapısıydı. Bir yönetme tekniği olarak “heteroseksüellik”, modernitenin bireylere boyun eğdirmesinin ve bunun aracılığıyla da toplumu kontrol etmesinin olmazsa olmaz araçlarından biri haline geldi. Çekirdek ailenin üretkenliği ve de uysallığı “baba” figürünü aile içerisinde başat kılarken, annelik pratikleri içerisine kapatılan kadın da arzularını kontrol edip kendini eşine ve de çocuklarına adayan figür halini aldı. Sonuçta tüm bu pratikler “bedeni” kontrol edip onu daha bir üretken kılmanın toplumsal teknolojilerini hedeflemekteydi.
 
“Normal” ya da “olması gereken” erotik arzu veya davranış dediğimiz “heteroseksüellik”, bu modern teknolojilerle toplumun kalbine yerleştirilirken, bu tarz tanımlamalar dışında kalan varoluş biçimleri ve pratikler ise iktidar tarafından kontrol edilmesi gereken puslu alanlar olarak karşımıza çıkar. Üreyemeyen kadın veya erkek bunun beraberinde getirdiği “eksik olma” veya “özürlü olma” hissiyle başa çıkmak zorundadır. Hatta böyle bir dünyada cinsellik üremeyle anıldığından dolayı, cinsel hazlar kontrol edilir veya daha uysal alanlara kanalize edilir. Meselemiz cinsel arzular iken şunu belirtmemiz gerekir ki “homoseksüellik”, yani aynı cinsten iki bireyin arasında olan cinsel çekicilik, “normal dışı” varoluşlar olarak modern toplumun iktidar pratiklerinin gözetimi altındadır. Avrupa merkezci tarihsel süreç boyunca, heteroseksüel/homoseksüel karşıtlığı içerisinde harmanlanan günümüz toplumu, kadın kadına/erkek erkeğe duygusal veya cinsel birliktelikleri, hem ahlaki hem de hukuksal “yasalarıyla” cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda belirli inkar politikalarıyla, söylemsel bazda, bu pratikleri tarihsel sürecin dışına iterek bir görünmezlik yaratır. Mesela; aileler veya öğretmenler bu meseleyi çocuklarla konuşmazlar. Eşcinsel pratikler toplumun “refahı” adına hiçbir yerde görülmezler. Bu meselenin hiçbir yerde konuşulamaması kanımca “ilerleme” iddiası olan modernliğin, nasıl da zamanı geldiğinde dillere ve özgürlüklere kilit vurabilecek karakterde, egemen bir yapı olduğunu ortaya koyar.     
 
Heteroseksüelliğin bu imtiyazlı konumuna en donanımlı ve zekice saldırı, ilk olarak kuşkusuz, Fransız filozof Michel Foucault’un Cinselliğin Tarihi (Histoire de la sexualité-1978) adlı kitabıyla geldi. Heteroseksüel toplumun bilinçaltında, deyim yerindeyse, bomba etkisi yaratan bu eserden uzun uzadıya söz etmek mümkün değil. Ancak, heteroseksüelliğe özgü alanı daha iyi anlayabilmek için Foucault’ya tekrar tekrar sorular yöneltmekte büyük fayda var. Foucault’ya göre heteroseksüellik tanımının çıkış noktası, herşeyin bilimsellikle açıklanabileceği takıntısının salgın halini aldığı ondokuzuncu yüzyıldı. Modern iktidarın araçları olarak, herşeye bir açıklama getirilebileceği iddiasında olan Psikoloji disiplini ve de Doğa Bilimleri, bu yüzyılda ortaya çıkıp ilk olarak insan bedenini ve de cinselliğini “evrensel bir yapı” olarak hayal etmeyi başardı. Hıristiyanlığın kadınları cinsel hazdan mahrum etmesine tepki olarak, güya daha “demokratik” bir cinsellik anlayışı geliştirmeye çalışan doğa bilimleri, kadın ve erkeği aynı derecede eşit cinsel hazlara sahip cinsler olarak tanımladı. Yeterince devrimci bir adımmış gibi görünse de bu “bilimsel” yaklaşım kadınların hazlarını tanırken; cinsel arzuları ve pratikleri toplumsal ve dinsel önyargıların “normal” ve “anormal” kategorilerine yerleştirdi. Kadın ve erkek sadece evlilikte, üremeye yönelerek sağlıklı bir cinsel yaşama kavuşur görüşü ortaya atılırken, yine bu “bilimsel” yaklaşım tek sağlıklı cinsel davranış olarak “heteroseksüelliği” başat kıldı. Yani kadın-erkek zıtlığı veya önyargısı aşılmış gibi görünse de, yeni bir problem olan “heteroseksüel/homoseksüel” önyargısı “bilimsel” olarak üretildi.
 
Yukarıda fikirlerinden yararlandığımız filozoflar, Judith Butler ve Michel Foucault, belki eşcinsel olduklarından dolayı heteroseksüel toplumu bu kadar zekice analiz edebildiler. Kanımca toplumda “öteki” olmak kuşkusuz genelin göremediğini görebilme yeteneğini insanlara aşılar. Tıpkı Türkiye’de Kürt olup belirli ezme-ezilme biçimlerine karşı daha duyarlı olmak gibi. Bu arada onlardan söz ederken asıl meselemize gelmek istiyorum. Hem eşcinsel hem de Kürt oldukları için toplumda iki kat daha fazla ezilenler. Mesele açıldığında, “Ya, Kürtlerden eşcinsel çıkmaz!” diyenlerinizi duyar gibi oluyorum. Bence bu kadar rahat konuşmayalım, çünkü onlar heryerde var. Neyse sözü fazla uzatmayalım, onlar size herşeyi daha iyi açıklar. Yalnız, vermeye çalıştıkları bir mesajı da burada size iletmeden geçemeyeceğim.
 
Bizden korkmanız sizinle ilgili birşey. Çünkü bu korkunun altında her zaman, bizim gibi olabilme ihtimaliniz yatıyor.”
Hasan: 23 yaşında, öğrenci.
Selim:  27 yaşında, öğrenci. 
 
Eşcinsellik ne demektir? Kendinizi ‘gey’ olarak adlandırıyor musunuz?
 
Selim: Bir insanın hemcinsine duyduğu aşk, sevgi. Bir kızın bir kızı sevmesi ya da bir erkeğin bir erkeği sevmesi.
 
Hasan: Ben, bireysel politikalarımdan bahsedeceğim. Ben kendime ‘eşcinselim’ diyor muyum, ne kadar diyorum?
Aslında ‘gey’ denilen şey, o kadar sorunlu birşey ki. Amerika’da ortaya çıkarılan bir laf. ‘Neşeli’ demek. Ben Amerikalı mıyım? Benim toplumumda, yani Anadolu’da geylik neyi ifade eder?!
 
Türkiye’de eşcinselliğin, zaten 15 yıllık bir geçmişi var. Aslında, ‘80 darbesi, toplumda yarattığı travmanın ötesinde şeylere yol açtı. Bu dönemde toplumdaki tüm alternatif sesler susturuldu. Bundan sonraki dönemi de neoliberalizme açılış dönemi olarak görüyorum. Sonra, dünyadaki yeni kategoriler ülkeye girmeye başladı. ‘90’lı yıllarda Türkiye gey diye bir kategoriyle karşılaşıyor. Türkiye’de 15 yıllık bir geçmişi vardır bu lafın. Hatta ‘heteroseksüelliğin’ bile 15 yıllık bir geçmişi var. 15 yıl öncesinde biz, böyle bir kelime söylüyor muyduk? Hayır. Annen vardı, baban vardı. Homoseksüel diye bir kelime de yoktu. Avrupa üretiyor, biz de alıyoruz. O yüzden ben, açıkcası homoseksüelliğin ne olduğunu bilmiyorum, heteroseksüelliği bilmediğim gibi.
 
Selim: Bizim için söylenen kelimelerin hiçbiri bizi ifade etmiyor aslında. Biz bu kelimelerin hiçbiri değiliz. İster eşcinsel desinler, ister başka birşey. Bildiğim tek şey, aynı cinsimden hoşlandığım. Bu kelimeler bizim toplumlarımızda, yani Türkiye gibi ataerkil toplumlarda, daha çok, dalga geçmek için kullanılmış kelimelerdir.
 
Hasan: Aslında eşcinsellik diye birşey yok. Eşcinselik bir eylemin adı. Hetereseksüellik gibi. Ama erkek erkekle, kadın kadınla birlikte olursa, bunun adı eşcinsellik oluyor. İlle de bir isim vermek gerekiyor mu, bilmiyorum.
 
Size göre, eşcinsellik ya da hetereseksüellik arasında doğal olanı var mıdır?
 
Selim: Onlara göre heteroseksüellik daha doğal. Bana göre heteroseksüellik, toplumun kendisinin ürettiği, kurduğu kategoriler, yani kimliklerdir. Bir kadının cinsel organı, onun kadınlığını belirleyen şey değildir. Benim için cinsel olgu ya da kategoriler, toplum tarafından bize giydirilen giysilerdir.
 
Hasan: Doğal denilen lafın, aslında kendisi doğal değildir. Toplumumuzun sorduğu bu ‘doğal’ lafından, bu beladan, bu hastalıktan vazgeçtiğimiz sürece; aslında doğanın da ne kadar şekillendirilen, kurgulanıp inşa edilebilen birşey olduğunu görürüz... çünkü bu katgorileri biz yorumluyoruz ve yeniden, yeniden inşaa ediyoruz.
 
Açıkcası şunu söyleyeyim; heteroseksüellik, heteroseksüellik olduğu için değil, ama; heteroseksüelliğin politikası şu anki gündemi belirlediği için ben, heteroseksizmin bir obsesyon oduğunu düşünüyorum. Çünkü gayet zengin bir alan olan cinselliğin, sadece bir tek yanına odaklanmak takıntıdır.
 
Sizce kaç cins vardır? Cinselliği kategorize etmek gerekli midir?
 
Selim: Bence hiçbir kategori yok.
Hasan: Toplumda cins denince ya kadın ya erkek akıla geliyor. İşte bunlar, toplum tarafından verilen değerler.
 
Peki, sizin zihninizde, cins deyince hiçbir şey oluşmuyor mu?
 
Hasan: Var ya da yok, bunu tartışmamak gerek. Heteroseksüel toplum “cins var” diyor. Peki, ne olmuş cins varsa? Homoseksüellerin bu kadar çok olması bile, heteroseksüelliğin ne kadar hayali bir proje olduğunu göstermiyor mu? Herşeyi üremeye kilitliyorlar... Tamam, ben ürerim de! Ben, şu an istediğim gibi üreyebilirim, bana kalmış. Üreme bu kadar başat kılınıyorsa, ürerim... Bence, seksüel pratikler var. Bu kadar! Başka da birşey yok. İnsan hisleri ile vardır. Bir insanın kadına, erkeğe ya da her ikisine ilgi duyması. Hepsi bu bence!
 
Kadın, erkek. Daha çok, hangisine yakınlık hissediyorsunuz?
 
Hasan: Ben kadınlığın da, erkekliğin de tehlikeli alanlar olduğunu düşünüyorum. İkisine de uzağım. Eşcinselliğe de uzağım, tehlikelidir. Çünkü; bunlar kategori uyandıran şeyler. “Eşcinsellikte kadın ruhu vardır,” derler. Kadın ruhu da ne? Ne demek? Kadınlığı alıp içine mi sokuyorsun? ‘Erkekde de kadın ruhu yok’ diyorlar. Ben bunları anlamıyorum... Peki, bir eşcinseli anlıyor muyum: Düşündüğümde, eşcinseli de anlamıyorum. Düşünüyorum, eşcinsellerle ortak noktam nedir: Erkeğe aşık olmak, erkeği sevmek, onlarla ortak noktam olabilir. Ama tüm bunlar, eşcinselliğin de öğretilmiş bir bilgi olmadığı anlamına gelmez.
 
“Eşcinsellik bir seçimdir” anlayışına katılıyor musunuz?
 
Hasan: Ben sana sorayım öncelikle: Sen, heteroseksüelliği seçtin mi ya da şimdi eşcinseliği seçebilir misin? Seçim derseniz eğer, tersini de yapabileceğinizi söylemiş olursunuz. Yok, ben eşcinselliği seçmedim. Aksine bu hep vardı.
 
Selim: Heteroseksüellik gibi, eşcinsellik de bir seçim değil. Hetereseksüelliği seçemediğimiz gibi, eşcinselliği de seçmedik. Benim kendi irademe kalmış bişey değildir. Zaten, psikolojik anlamda, doğan bir çocuğun 3-4 yaşına kadar cinsiyeti olmaz. Zaman içinde, hisleri ve duyguları oluşur. Sosyo-ekonomik ve dinsel faktörler, çocuğun kişiliğini zaten belirler. Freud’un dediği gibi, her insan bir eşcinseldir. Evet, her insan bir eşcinseldir, homoseksüeldir. Ama her eşcinsel, aynı zamanda bir hetereseksüeldir. Her insanın, genetik rolü vardır.
 
Hasan: Ben hiç katılmıyorum.
Selim: Katılma sen. Bilimde bu vardır.
Hasan: Bilim de hetereseksüelliği ortaya çıkaran şey değil mi?
Selim: Eşcinsel bir insanda eşcinsel geni vardır. Bir Kürdün kafa yapısı, bir Almanın kafa yapısından farklıdır.
Hasan: Selim çok ırkçı konuşuyor! Gülnaz, bunları da yaz: Irkçılık yaptı.
 
Eşcinsel olduğunuzu nasıl ve hangi yaşlarınızda farkettiniz?
 
Selim: 15 yaşlarımda farkettim. Diğer insanların, yani hetereseksüel insanların karşı cinse ilgi duyduğu çağlarda, ben de hemcinsime ilgi duyduğumu anladım. Her insanın olgunlaşma dönemlerinde yaşadığı sorunları, biz daha şiddetli yaşadık. Mesela, herkesin kız arkadaşı varken, senin yok. Herkes kız arkadaşlarından bahsediyorken, senin ilgin yok. Bu sefer de kendinin hasta olduğunu, insanlardan farklı olduğunu sanıyorsun.
Hasan: Kendimi bildim bileli eşcinsellik benimle birlikteydi. 10 yaşımdan beri erkeklere ilgili duyduğumu hissettim.
 
Nasıl bir aile yapınız var?
 
Selim: Annem ev kadını, üç kardeşiz; iki erkek, bir kız. En büyükleri benim. Babam jinekolog. Sonuçta, ailemin eğitim düzeyi çok düşük değil. Ama sorun eğitimden çok, biraz da ailenin kendi yapısıyla ilgili.
 
Sizce, eşcinsellik annenin suçu mu? Yani annenin çocuğu yetiştirme tarzıyla ilgisi var mı?
 
Selim:Babanın çok otoriter olduğu bir ailede, çocuk eşcinsel olmaz,” derler. Oysa, eşcinsel olan bir insanda, ailenin suçu diye birşey yoktur.
Hasan: Bizim evde babam çok otoriterdi ama, ben eşcinsel oldum. Ya, ‘oldum’ lafı da çok kötü bir şey. Bunların hepsi yalan ve uydurma. Anneye de yazık... Kadınlardan alsalar bu anneliği de, kadınlar da bu yükten kurtulsalar. Kadınların, uydurulmuş kadın kimliğinden gurur duymasını da anlamıyorum.
 
Çocukların küçükken oynadığı oyuncakların, eşcinsel olmada faktörü olduğu düşünülür. Sizce var mıdır?

Hasan:
Benim ağabeyim kız oyuncaklarıyla oynuyordu ama, heteroseksüel.
 
Dini çevreler, “Eşcinsellik günah ve yasak,” diyor.
 
Selim: Sonuçta heteroseksüelik nasıl bir kurguysa, din de bunun bir ayağıdır. Sistemi ayakta tutmaya çalışan bir faktördür... Sonuçta, Allah varsa ve benim varlığımı görüyorsa, desin ki; “Bunu ben yarattım.
 
Toplumun bize soruları varsa, o soruları öncelikle kendilerine sorup, cevap arasınlar. Onların yanıtı varsa, verebiliyorlarsa; aynı cevaplar bizde de var. Ama, dışlanma noktasında, onlardan iki kat daha çok ezilip, dışlanıyorum. Avrupa’da yabancı olma, Kürt olma, ezilen olma vb. gibi bir çok kimlikte.
 
Dinsel olarak da, Allah da beni böyle görmeye tahammül edemiyorsa, niye yaratıyor o zaman? Diyor ki, “Allah seni cayır cayır yakacak.” Kur’an’da, ‘Bir erkek bir erkeğe aşık olamaz, sevemez’ diye birşey yazmıyor ki.
Hasan: Doğru, yazmıyor.
 
Aynı cinsten hoşlandığınızı ailelerinize söylediniz mi?
 
Selim: Annem dışında bütün ailem biliyor ama, sanırım annem hâlâ bilmiyor. Ya da biliyorsa bile, bildiğini bana söylemiyor ya da kabul etmek istemiyor. Olaya duygusal baktım ve anneme hiç söylemedim. Üçüncü dünya ülkelerinde annenin rolü biraz daha farklı. Daha öndedir. Söylersem, biliyorum ki, çok üzülürdü.
 
Annemin eşcinsellik konusunda bilgisi de yok. Benim ailem Kürttür. Babam ne kadar okumuş da olsa, açıkcası ona da söyleme taraftarı değildim. Korkuyordum. Ama, ileride ortam oluşursa söylerim artık.
 
Hasan: Eşcinsel olduğumu aileme açıklama gereği duymuyorum. Birincisi; onlardan da böyle bir talep gelmedi. Onlar biliyorlar, söylesem de şok olmazlar. Ama söylemeyeceğim, çünkü bunun büyük bir politik nedeni var: Ben neyi açıklayayım?! Hiçbir heteroseksüel gelip bana, “Ben heteroseksüelim,” diyor mu? Tamamen günah çıkarma biçimi. Ben de hiç gerek duymuyorum. Bu, ‘geylik modası’nın bir parçası. O yüzden gidip anneme, “Aaa, anne ben geyim,” demem. Bilmediği bir lafı, annemin kafasına da sokmam yani.
 
Korkularınız nelerdi?
 
Selim: Ailenin seni dışlamasından korkuyorsun. O zamanlar, şu anki bilincim de yoktu. Önceleri siz kendinizi diğer insanlardan dışlıyorsunuz. Heteroseksüelin yaşadığı bir-iki sorunu, siz daha güçlü yaşıyorsunuz. Kendinle mücadelenin yanı sıra, topluma ve ailene karşı mücadele veriyorsun. Ama heteroseksüelin bu konuda yalnızca kendisine karşı mücadelesi var. Ailesine de birşey ispat etmek zorunda değil. Ya da kız arkadaşı varsa, kimseyle tanıştırmak zorunda değil. Bizim, önce kendimizle ilgili bir kabullenme sorunumuz vardı. Kendimizi topluma, aileye kabul ettirme sorunumuz var yani. Din sorununu bile biz, üç-dört boyutuyla yaşıyoruz.
 
Kendinizi sosyal olarak nasıl ifade ediyorsunuz?
 
Selim: Bu toplumun içerisinde ben de bir bireyim ve bu toplumun bir parçasıyım. Kürt kimliğim de var, eşcinsel ve Avrupa’daki yabancı kimliğim de var. Bir bireyim, ama hetereseksüelliğin dışında bir bireyim. Bu benim eksik olduğum anlamına gelmez. Her insan gibiyim. Bizim de duygularımız, yaşamımız, zeka düzeyimiz, yeteneklerimiz var. Homoseksüellik ne bir hastalık, ne ayrıcalık ne de bir özelliktir. Heteroseksüeller karşı cinsten, biz de aynı cinsten hoşlanıyoruz.
 
Hasan: Ben sosyal olarak tamamen açığım. Birisi bana, “Kız arkadaşın var mı?” dese; “Kız değil, erkek arkadaşım var,” derim. Çünkü, 6 yıldır bir arkadaşım var. Aksi halde, onu saklamak, inkar etmek olur.
 
Kaybettiğiniz arkadaşlıklarınız ya da ilişkileriniz oluyor mu?
 
Selim: Evet, çok. Fakat kaybettiğimde üzülmüyorum. Kürt kimliğim gibi, eşcinsel kimliğim de var ve ben böyleyim... Birisiyle tanışıyorsunuz, o sizin bu kimliğinizi bilmiyor. Söylemek gerekiyor, çünkü; bu bir kimliktir. Ve söylüyorsunuz.
 
Mesela, bir çocukluk arkadaşım vardı. Eskiden beraber uyurduk. Eşcinsel olduğumu 20 yaşımdan sonra öğrendi. Sonra, beni sapık gibi görmeye başladı ve benimle uyumaktan vazgeçti.
 
Eşcinselliğinizi, mutlaka karşınızdakine deşifre etme ihtiyacı duyuyor musunuz?
 
Selim: Hayır. Alnıma yazıp, mutlaka afişe etmek gibi bir derdim yok. Ama, söylediğiniz zaman da rahatlıyorsunuz. Nasıl, Kürtler meydanlarda kimliklerini ve haklarını bildiriyorsa, ben de tabii ki, bildirebilirim. Ama bunu söylerken, diğer insanlardan farklı olduğunuzu siz de ifade etmiş oluyorsunuz. Yani eşcinsel olduğunuzu söylerken, aslında farklılığı siz de koymuş oluyorsunuz. Bu doğru değil tabii.
 
Yine de, açıkladığınızda, duygu olarak kendinizi rahatlamış hissediyor musunuz?
 
Hasan: O, ilk başlarda oluyordu. Üzerimden yük kalkıyordu. Çünkü, ben çok susamıştım. 15 yaşından itibaren ben bunu yaşamaya başladım ve 20 yaşıma kadar anlatma arzusu duydum. Ama bir baktım, insanlar da bunun ne olduğunu bilmiyor zaten. Sonra, anlatma derdim yok oldu.. ‘Dert’ değil, yaşamımım bir parçası. Nasıl, sen her sabah uyandığında, “Ben heteroseksüelim” demiyorsan ve günün “Ben heteroseksüelim,” diye geçmiyorsa; benim de “Eşcinselim,” diye geçmiyor.
 
Eşcinsellerin, heteroseksüellerden daha çok sanat, kültür, bilim vb. konularda yetenekli olduğunu söyleyenler de var.. Ne düşünüyorsunuz?
 
Selim: Ben bu sorunun sorulmaması taraftarıyım. Bence bizim ayrıcalığımız yok. Ama, eşcinseller daha romantik ve insancıllar, buna katılıyorum. Yani erkek olmanın yanında, bir yandan da kadın ruhu var bizde. Daha yumuşak bir ruh hali. Bir kadın kadar duygusal olabiliyorum ben.
Hasan: Kadının duygusal olması iyi bir şey mi sanki? Bu da bir kurgu değil mi? Ben buna da katılmıyorum.
Selim: Bir annenin hissettikleriyle, bir erkeğin hissettikleri aynı olamaz ki. Kadın daha hassas.
Hasan: Bu soru çıkarılsın.
 
Ben çıkartabilirim ama, bu görüşte olanlar var. Açmak ve tartışmak lazım.
 
Hasan: Heteroseksüellerde de yetenekli insanlar var. Ya da yeteneksiz bir sürü eşcinsel var. Bu soru çok tehlikeli bir soru aslında. Bu tür zihinsel uğraşlar, kapımızdaki kasabın ya da manavın da eşcinsel olabileceği ihtimalini sıfıra indiriyor ve eşcinsellik, elit bir pratik oluyor. Toplum da diyor ki, “Bu elitizm,” ve “Herşeye doymuşlar, bir de onu yaşıyorlar.
 
Türkiye’deki eşçinsellerin yaşamlarıyla, Avrupa’daki eşcinsellerin yaşamları arasında ne gibi farklılıklar ya da kolaylıklar var?
 
Selim: İş bulma konusunda, Türkiye’de çok zorluk çekiyorsun. Kendini saklamak zorundasın. Deşifre olmamaya çalışıyorsun. Ama, Avrupa’da da eşcinsel olmak çok zor. Eğer Avrupa’da da heteroseksüellerin hakları eşcinsellere verilmemişse, ben burayı da özgür bir ülke olarak görmüyorum. Karıştırmamak gerek: Türkiye için geri, burası için ileri diyemeyiz. Sonuçta burada gey barları var ama, İstanbul’da da vardı. Yalnızca, buradakiler biraz daha gelişmiş, ama yine de uymak zorunda bırakıldığın kuralları da var. Örneğin, özel getto mahalleleri vardır. 1. Dünya Savaşı’nda, Hitlerin yahudileri gettolaştırdığı gibi, burada da eşçinseller gettolaştırılmış. Belirli mahallelerin dışında, sevdiğin kişinin elini tutamıyorsun mesela. O mahallenin dışına çıktığında özgür değilsin. Türkiye’de tüm bunlara ilaveten, tabii ki dinsel faktörler de var. Müslüman toplumu daha kapalı oluyor. Ama, Paris dışına çıktığımızda, ya da bizler için gettolaştırılmış mahallelerin dışına çıkınca, Fransa’da da eşcinsellere karşı şiddet ya da kulak vb. kesme gibi saldırılar var. Yani homofobik (eşcinsel düşmanı) olmak her tarafta aynı. Nasıl Türkiye’de Kürt düşmanlığı varsa, Fransa’da da yabancılar aynı anlama geliyor. Bir de yabancı eşcinselseniz, artık gerisini siz düşünün.
 
Hasan: Açıkcası dışarıdan birisi bana baktığında eşcinsel olduğumu düşünmez. Çünkü, toplumda eşcinsellerin kadınsı olmaları önyargısı cok yoğun. “Ben eşcinselim,” de demem ama. Eşcinsel olduğum zaten sohbetlerde ortaya çıkar. Çünkü bu benim yaşamımın merkezlerinden biri. Ortaya çıkıyor. Onun dışında Türkiye’deyken eşcinselliğim yüzünden problem yaşamadım. Tamam; saldırmalar, konuşmalar oluyordu. Ama burada da oluyor. Avrupa’da devlet kağıt üzerinde, demokrasi diye, hukukta bir sürü şeyi, ‘hakkı-hukuku vardır’ diye iyileştiriyor. Ama dışarıda... Sonuçta hiçbir zaman, kağıt üzerindeki demokrasi gündelik yaşamda adamın sana alacağı tavrı belirlemiyor. Kanun seni koruyor ama, dışarıda eziliyorsun.
 
Kürt eşcinseli olmanın getirdiği ekstra zorluklar nelerdir? Kürtler size nasıl bakıyor?
 
Selim: Türkiye’de Kürt ve eşcinsel olmanın yanı sıra, ekstradan bir de Avrupa’da yabancı olmak. Üçünü birlikte düşünün, durumumuzu anlarsınız. Bir Fransız eşcinseli de olsanız, sonuçta o burada ve kendi ülkesinde. Vatanı var, toprağı var. Onun yalnızca kendisiyle ilgili sorunları var. Ama bizimkisi, bir de Kürtlük sorunu.
 
Hasan: Kürtlük bunun yanında fazla bir kimlik oluyor. Eşcinselik fazla bir kimlik oluyor... Tabii ki, sana perspektif de sağlıyor. Ezme-ezilme biçimlerini daha iyi öğreniyorsun. Nerden, kimi nasıl eziyorlar, görüyorsun. Hele ki, lezbiyenler! Ezilme konusunda, onların durumu bizimkinden daha kötü. Onların söylemeye, ödü kopuyor. Ayrıca lezbiyenler, eşcinsel erkeklere göre daha politikler. Çünkü onlar, bir de kadın ve kadın olarak da eziliyorlar. Sonuçta, Kürtlerin içinde de ezme ve ezilme durumu var.
 
Kürt toplumunun sizlere karşı yaklaşımları nasıl?
 
Hasan: Kürt toplumunun yaklaşımı da aslında diğer toplumlar gibi. Kürt toplumu da, Türk toplumuda belli kategoriler üzerine inşaa edilmiş. Benim, anneme gidip bunu anlatmak gibi bir derdim olmadığı için bir Kürde de anlatmak gibi derdim yok. Birşeyler anlatma diye bir derdim yok. Niye annem beni anlamaya çalışsın. Beni anlamayı bırak, beni anlayamazsın. Sadece toplumda beni ötekileştiren kategorileri yok etmeye çalış, bu bana yeter. Bu en büyük amaç olmalı. Ben seni niye anlayayım. Sen beni niye anlayasın ki! Ezen mekanizmaları ortadan kaldırmamı sağla, yeter.
 
Şu anda bir Kürt derneğindesiniz. Kürtler kurumlarında size karşı  nasıl yaklaşıyor?
 
Selim: Bizim Kürtler, Türklerden daha ileri bu konuda. Kürde oturup anlattığında, anlıyor. Ama Türklere hiç anlatamıyorsun. Fakat, Kürtler arasında da olumsuz yaklaşımlar çok. Birşey anlatayım: Ara sıra merhabalaştığım bir Kürtle, geçenlerde dernekte konuşuyorduk. Konuşurken birşey yoktu. Fakat, çıkarken de arkamdan kötü söz söylemiş. Bazıları “Bana karışmasın da ne yaparsa yapsın,” bazıları ise “sapık” diyor. Kimisi de, “Cinsel yaşamdan başka bildikleri yok,” diyor. Ama bazı insanlar da var, onlar da daha olumlu davranıyorlar. Dernekte herşeye dikkat etmek zorundayız. Çünkü deşifre oluyorsun. Dışarıda bazı insanlar selam bile vermiyor. Birbirlerine söyleyip, uyarıyorlar: “Bununla konuşma vb.” gibi. “Selim ile pek gezme, yoksa seni de eşcinsel sanırlar,” diyen çok kişi var.
 
Günlük hayatta bu tür yaklaşımlarla  ilgili yaşadığınız sorunlar oluyor mu?
 
Hasan:  Önceden oluyordu. Uzun süredir bununla pratik olarak yaşadığım için, başa çıkma yollarını da biliyorum: Mesela, kimlik politikaları gibi birşey oluşuyor sende. Heteroseksüeller arasında eşcinselsin. Türkler arasında Kürtsün. Kürtler arasında da aslında biraz Türksün. Çünkü, şehirli Kürtsün, sen metropollerde büyümüşsün... Kürtçeyi süper konuşuyorsun. O anda hiçbir laf söylemiyorlar. Ama Türkçe konuşsan, senin Kürtçe de konuşabildiğin akıllarına bile gelmiyor. ‘Asimile olmuş’ derler. Hıristiyanlar arasında müslümansın. Müslümanlar arasında da biraz hıristiyansın. Liberal yanın ortaya çıkıyor... ‘Sen nesin?’ Bilmiyorum açıkcası, ben neyim? Böyle melez bir tip çıkıyor ortaya. Ama sen bir müddet sonra bunların hepsini sahiplenirsen, altında ezilmeye başlıyorsun. O yüzden hepsini, hafif bir şekilde yaşamayı tercih ediyorum ben.
 
Selim: Senin, kendinin yaşadığı savaşlar neyse, bizimki de aynıdır.
 
Hasan: Hiç de aynısı değil. Benim eşcinsel bir arakadaşıma heterosüksüel bir Kürt arkadaşım, “Tamam, ben saygı duyuyorum ama; eşcinselliğini belli etme,” dedi. Bunu diyen, o zaman Kürtlüğünü belli etmesin, gitsin Türkiye’de yaşasın... Kaşını-gözünü boya, aksanını belli etme, Türkiye’de yaşayamaz mısın?!..
 
Kürt kurumlarında sizin sorunlarınız ifade ediliyor mu ve bu tür çalışmalar var mı?
 
Selim: Maalesef, burada bizimle ilgili hiçbirşey yapılmıyor. Dernekte, eşcinseller ve onların sorunlarıyla ilgili bir çalışma hiç yapılmadı bugüne kadar.
 
Toplumun özgürleşmesinde eşcinsellerin rolü nedir?
 
Selim: Bir toplum özgürleşecekse eğer, ancak kadının ve eşcinselin özgürlüğüyle paralel olacaktır bu. Toplumun ‘ötekileştirdiği’ eşcinseller, YJA’nın gündem ve tüzüğünde var mı bilmiyorum. Sanmıyorum. Yalnızca, geçenlerde sen göstermiştin, Yeni Özgür Politika’da yazıyordu; YJA bu konuya eğilme kararı almış.
 
Eşcinsellik düşmanlığı heryerde aynıdır. Toplum ne zaman eşcinselleri kendi içinde, farksız görürse, böyle şeylere gerek kalmaz. Bir Türkün Kürde karşı düşmanlığı neyse, bize karşı yaklaşım da kabullenmeme noktasında öyledir.
 
Eşcinsellerin yasal talepleri nelerdir?
 
Selim: Mesela, heteroseksüel bir çift birlikte yaşıyorsa, tek bir vergi ödüyor. Bu bizim için sözkonusu değil. Biz, ayrı ayrı vergi ödemek zorundayız.
 
Toplumsal mücadele biçimlerinde, kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz? Ulusal, sınıfsal ya da cinsel?
 
Hasan: Bu soru eşcinselliği de aşan bir soru. Eşcinsel olarak değil, birey olarak sorarsan eğer, ben ulusal ve sınıfsal mücadelelere duyarlıyım; her yerde de çenemi açıp konuşurum. Ama, aktif olarak hiçbirşeye angajmanım yok. ‘Kürtlüğümü nasıl yaşıyorum?’ Benim de duyarlı olduğum konular var. Dil konusunda olsun, kültür konusunda ve gündelik yaşamda Kürt sorununu konuşmak olsun, kampanyalar olsun, dilini konuşmak olsun. Bunlara katılırım, ama açıkcası mesafeli yaklaşmak lazım. Çünkü her kimlik, insanı girdap gibi içine çekiyor. Birinde boğulunca da diğerini unutuyorsun. Bu çekim alanlarından biraz uzak durmak gerekiyor.
 
Eşcinseller ayrı bir şekilde örgütlenmeli midir? Hedeflerini nasıl koymalılar?
 
Selim:Biz diğer insanlardan farklıyız,” diye bir örgütlenme tarzı bana göre yanlış. Çünkü, ben kendimi diğer insanlardan farklı görmüyorum. Bu tür bir çalışma, farklılığı kabul etmek anlamına gelir. Seninle benim farkım yok. Yani, eşciselliklerini afişe ede ede, bağıra bağıra örgütlenmelerine gerek yok. Ama Kürtlerin kimlik sorunu varsa ve Kürt olduklarını dünyaya duyurup, kabul ettirme zorunluluğu varsa; benim de, cinsel kimliğimi kabul ettirme diye başka bir sorunum daha var. Eşcinsellerin belli günleri var. Örgütlü mücadeleden tarafım. Yani bu konuda ayrı özel bir gün gereklidir.
 
Hasan: Ben eşcinsel örgütlenmesinin yanındayım. Sonuçta heteroseksüellik, homoseksüellik diye bir kurgu ortaya koymuş. Ve bunu sadece cinsel bir pratik olarak değil de, bize karşı bir tehdit olarak ortaya koymuş. Eşcinsellerin kendini ifade etmesi için zeminlerinin oluşturulması taraftarıyım. Senin, başlarda bir sorun vardı: ‘Eşcinsellik nedir?’ diye. Ben de sana sorayım: Sen cevaplayabilir misin mesela? ‘Heteroseksüellik nedir?’ ‘Heteroseksüel olduğunu ne zaman farkettin?’ ‘Neden heteroseksüelsin?
 
Selim: ‘Emekçi’. ‘Mücadele etmek ve özgürleşmek’. Bu kavramlar benim için çok önemlidir. Öne çıkan birisi yok. Hepsinin mücadelesini aynı anda vermek gerek. Bizi, Kürtler ya da sosyalistler; hangisi özgürleştirirse, ben onun yanında olacağım. Ama, herşeyin başında bir Kürt kimliğim var. Buna ilaveten, bir de müslüman kimliğim var. Bu kültürün içinde büyümüşüm. Ben, Allah’a da inanıyorum.
 
En çok eşcinsellerde aids hastalığının yaygın olduğunu düşünürler?
 
Selim: Heteroseksüeller, “Bütün aids, eşcinseller yüzünden yayılıyor,” diyor. Ama yapılan araştırmalara göre; bugün varolan aids hastalıkların çoğunluğunun hetereseksüellerde ortaya çıktığı biliniyor artık. Tam tersine, eşcinseller bu konuda daha bilinçliler.
 
Gülnaz DUMAN BİLGE
dilefkar@hotmail.fr
 

Etiketler: yaşam
nefret