19/06/2015 | Yazar: Fatih Özgüven

Müjde Ar’ı seks kölesi ahretlik kız, İsmet Ay’ı bir Boğaziçi Marki de Sade’ı, genç Yalçın Dümer’i de İsmet Ay’ın fantezilerinin kuklası rolüne sokmak kimsenin aklına gelmeyeceği gibi doğrusu bunu kimse de başaramazdı.

Müjde Ar’ı seks kölesi ahretlik kız, İsmet Ay’ı bir Boğaziçi Marki de Sade’ı, genç Yalçın Dümer’i de İsmet Ay’ın fantezilerinin kuklası rolüne sokmak kimsenin aklına gelmeyeceği gibi doğrusu bunu kimse de başaramazdı.
 
Başar Sabuncu, sinemamızın hakkında hep bir not düşmek istediğim yönetmenlerinden biriydi. Altyazı’nın gayri resmi sözlüğü sırasında aklıma gelseydi keşke! Maalesef, bazen bu not düşmeler ancak kişilerin aramızdan ayrılması yüzünden oluyor.
 
Müjde Ar’lı yılların zirvesiydi diye başlayayım. Atıf Yılmaz’ın, Şerif Gören’in, Şahin Kaygun’un, herkesin Müjde Ar persona’sına kendi meşrebince kılık kıyafet biçmeye çalıştığı zamanlardı. Her yönetmenle birlikte Müjde Ar yeni bir yüz kazanıyor, değişik bir yönü ortaya çıkıyordu. Bu konuda Başar Sabuncu’ya el verilmesi sanırım, Müjde’nin bu işlerde sözünü dinlediği Ertem Eğilmez’in izniyle olmuştu. Bu başlı başına cesur bir karar sayılır. Başar Sabuncu’nun asıl başarısı tabii ki tiyatroydu ve belli bir kuşak onu Tepebaşı Deneme Tiyatrosu’ndaki muhteşem ‘Bahar Noktası’ sahnelemesiyle hatırlar.
Shakespeare’in ‘A Midsummer Night’s Dream’ini Can Yücel nefis bir küstahlıkla ‘Bahar Noktası’ adıyla çevirmiş, Başar Sabuncu da bir hangar halindeki tiyatro mekanında bu metni çeviriye yakışır bir küstahlıkla, dev bir eğlence halinde sahneye koymuştu. Meş’um Türkiye 80’lerinin ilk yıllarıydı,’Bahar Noktası’nın estirdiği rüzgarın herkese iyi geldiğini hatırlıyorum. Türk sinemasında tabii ki böyle bir şeyin esamesi okunmuyordu.
 
Başar Sabuncu, İstanbullu bir ailenin İstanbul’u, İstanbul ‘işlerini’ bilen bir çocuğuydu. Onun için Pınar Kür’ün hakkında davalar açılan romanından romanın ruhuna uygun hatta onu aşan fevkalade dekadan, fevkalade ‘sansüel’ bir yalı melodramı çıkarmaya kalkışması ve bunu başarması hem takdire şayan hem de çok mümkündü. O zamana kadar Müjde Ar’ı seks kölesi ahretlik kız, İsmet Ay’ı bir Boğaziçi Marki de Sade’ı, genç Yalçın Dümer’i de (ilk filminde) İsmet Ay’ın fantezilerinin kuklası rolüne sokmak kimsenin aklına gelmeyeceği gibi doğrusu bunu kimse de başaramazdı. Daha önce Atilla İlhan ‘Fena Halde Leman’ başta olmak üzerinde birtakım İstanbul fantezilerinde böyle parlak renkli, camp bir şeyler denemişti ama tabii o İzmirli idi. İstanbul projeksiyonu ancak bir yere kadar ikna ediciydi. Oysa Başar’ın İstanbul dekadansı konusundaki sezgileri yerinde, doğru ve lezzetliydi.
 
‘Asılacak Kadın’ı yeniden izlemedim. Belki bugün biraz eskimiştir. Ama çok da eskimiş olamaz. Başar, Pınar Kür’ün romanının ‘iç seslerinden vazgeçmiş, onu özgürce sinemalaştırmıştı. Her atipik şey gibi, ‘Asılacak Kadın’a da o zamanların sevilen klişeleriyle ‘bir üslup denemesi’, ‘kişisel bir film’ falan denmiştir herhalde. (Sanki her film öyle değilmiş gibi.) Bugün olsa ona ferah ferah ‘queer’ ya da ‘kuir’ - hangisiyse artık -  denirdi. Filmin kuirliği yönetmenin bizim sinema için aşırı bir şeyi denemesiydi. Ayrıca da var olan malzemeyi akıllıca karıştırması; Müjde Ar erotikasını tiyatromuzun açık ve en eğlenceli eşcinsel aktörlerinden biri olan İsmet Ay aşırılığıyla buluşturmuş, bunlara bir nebze ‘Boğaziçi Mehtapları’ katmış ama bu karışımın demode bir kolonya gibi değil, keskin kokular saçan bir şey gibi ‘kokması’nı sağlamıştı.
 
Başar’ın ikinci Müjde Ar’lı filmi ‘Kupa Kızı’ için bugünkü tabirle ‘uçmuş’ denebilir. Bunuel’in ‘Gündüz Güzel’ini alıp ondan ‘Kupa Kızı’ adıyla ‘Asılacak Kadın’ı da aşan bir İstanbul dekadansı ‘levhası’ çıkarmaya çalışmak! Film deli cesareti içinde ilginçti de doğrusu; kahküllü Müjde Ar’ı, Nur-i Ziya sokaktaki lüks randevuevinin sahibesi rolünde harika Nisa Serezli’yi, Müjde Ar’ın annesi rolünü Müjde Ar’ın annesi Aysel Gürel’in oynamasını kim unutabilir… Başar’ın ‘Gündüz Güzeli’ni alıp ondan İstanbullu sınıflar ve sınıf atlamalar üzerine bir hikaye çıkarma çabası görmezden gelindi. Hatta ‘Kupa Kızı’ genel bir sinefil küçümsemesiyle karşılandı: ‘Ne hakla Bunuel’in filmini…!’ Oysa bugün ona da pekala ‘kuir’ gözüyle bakılabilir. Öyle bir ‘kalkışma’ o zamana kadar yoktu, sonra da olmadı.
 
Başar’ın son Müjde Ar’lı filmi ‘Kaçamak’ ise o kadar tuhaf bir şeydir ki, apayrı incelenmeye değer. Öteki filmlerin tersine, cüretkar bir teatrallikle sahnelenmiş bir evlilik dışı ilişki hikayesi. Yıllar sonra (kendisi de aslen tiyatro yönetmeni olan) Patrice Chereau çok benzer bir konuda ‘Mahremiyet’ filmini yaptığında düzülen övgüler arasında ‘Kaçamak’ da hatırlanmamış mıdır şüpheliyim.
Başar Sabuncu’yla bu filmler dolayısıyla tanıştım az çok. Her zaman pırıl pırıl parlayan gözlerinin, zekâsının, nüktedanlığının, eşi Candan Sabuncuyla olan beraberliğinin çok da tadını çıkardım dost olarak. Sinemamızdan geçip giden bir kuyruklu yıldızdır; tesadüfen ölmemiş olsa, ölümle ilgili çok esprili bir şey söyleyeceğine de kalıbımı basarım!

Etiketler: kültür sanat
nefret