05/09/2022 | Yazar: Sa Bahattin

Evet, LGBTİ+ hakları mücadelesi günümüzün moda akımlarından biridir ve dileğim, bu modanın bir an önce geçmesidir.

La Mode mücadele Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Okurken (büyük ihtimalle) tüylerinizi diken diken eden, sizi savunma refleksine iten ve Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin en önemli yapıtaşlarından Kaos GL gibi prestijli bir dergide neden yer aldığını anlayamadığınız bu can sıkıcı cümleler için (çıldırmadan önce) bana biraz zaman vermenizi rica ediyorum. Evet, bu cümleler bana ait ve neyse ki, tüm diğer insanlar gibi ben de, her dediği genel-geçer doğru olmayan, yanılabilen ve dilekleri çoğunlukla kabul görmeyen biriyim. Yine de, yukarıdaki cümleleri gerçekten savunabilirim. Dahası, bu cümlelerin ilk anda göründüğünden farklı bir anlama geldiklerini ve hatta savunduğumuz temellerle pek de güzel örtüşebildiğini ispat edebilirim. Buyrunuz:

Benim gibi 40 yaş civarı lubunların hayatını videoya alacak olsanız, bu kişilerin arkadaşlarıyla yaptıkları derin sohbetlerin bir noktasında, mutlak suretle, konuşma konusu olan bir kelimenin sözlük anlamına bakıldığına tanık olurdunuz. Bu, artık yaşlanma ile güçsüzleşen hafızamızın mı, yoksa yıllar yılı gerilmiş olan sinirlerimizin yansıttığı onaylanma arzusunun sonucu mu ben bilemiyorum. Belki de olan şey, ilerleyen yaşlarda daha da belirgin hale gelen bilgisizliğimizin son çırpınışlarıdır. Aslında bundan da pek emin değilim.

Neyse, sözü fazla uzatmadan yaşımın ve/veya bulunduğum ortamların gereğini derhal yerine getiriyor ve moda kelimesinin anlamı hakkında konuşmaya başlıyorum. Web sitesi üzerinden TDK sözlüğüne baktığınızda, moda için üç farklı tanım verildiğini görürsünüz[1]. Bunların hepsi kabaca benzer şeyleri ifade eder. Ama benim genelde bu yazıda, özelde yukarıdaki cümlede kullandığım anlam aşağıdaki gibidir:

Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük.

Tabii merak edenler durmaz, etimolojiturkce.com sitesinden kelimenin kökenine ilişkin küçük bir araştırma da yaparlarsa, moda kelimesinin Fransızca “la mode” (tahmin ediyordunuz değil mi?) teriminden dilimize geçmiş olduğunu ve “güncel olan üsul veya davranış” anlamına geldiğini de öğrenebilirler[2]. Ki bu da benim kullanma maksatımla örtüşmektedir.

Şimdi tanımımızı yanımıza aldığımıza göre, ilk görüşte saç-baş yolduran o cümlelerin ne demek istediğini artık ağız tadıyla irdeleyebiliriz.

Bunun için yapmamız gereken ikinci şey (ilki tanıma bakmaktı), yukarıda koyu harflerle verdiğim tanımın altı çizgili kısmına, “bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük” ifadesine yoğunlaşmak olacak. Bu ifadede gördüğümüz “şey” kelimesinin sadece nesneleri değil, davranış ve oluşları da yansıttığı konusunda hemfikirizdir sanıyorum. Ayrıca, ilgili kısmın devamında karşımıza çıkan ‘aşırı düşkünlük’ durumunun da, tanım içerisinde herhangi bir nedenselliğe bağlanmamış olduğunu siz de görebiliyorsunuzdur diye tahmin ediyorum. Yani, ne(y)den dolayı ortaya çıktığından ve sonuçta neye neden olduğundan bağımsız olarak gerçekleşecek bir davranıştan (aşırı düşkünlükten) söz ediyor tanımımız.

O halde, kendimize biraz dışarıdan bakar ve olabildiğince samimi davranırsak, içinden geçmekte olduğumuz bu siyasi iklimde, birçoğumuzun LGBTİ+ hakları mücadelesine bir aşırı düşkünlük gösterdiğini söyleyebilir miyiz? Sanırım söyleyebiliriz. En azından ben, kendimi bu mücadeleye aşırı düşkün bir insan olarak tanımlamakta hiçbir sakınca görmüyorum. Öyle ki, Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin, benim için, dahil olduğum politik/aktüel tüm konuşmalardaki en taze yarayı, birçok alelade sohbette savunma mekanizmamı tam kapasite çalıştırabilecek en kırılgan hassasiyeti, hatta moda bir terimle ifade edersem en “yumuşak karnımı” oluşturduğunu da itiraf edebilirim.

Peki, neden LGBTİ+ hareketine böylesi bir aşırı düşkünlük gösterdiğimizi sorgulayacak olursak, karşımıza çıkan kavram bizi şaşırtabilir: Zorunluluk. Evet, mücadele bizim için bir zorunluluk. Ölmemek, yara almamak, zedelenmemek, aç kalmamak, yoksulluğa itilmemek, kimsesizliğe mahkûm edilmemek için bu mücadeleye ihtiyacımız var. Yani bizim modamız bir zorunluluk modası. İhtiyaçlarımızdan ortaya çıkmış bir moda bu. Böyle moda mı olur be! diye karşı çıkanlar için hemen örnekleyeyim: Çok değil, daha 20-25 yıl önce ortaya çıkan ve sesli/yazılı hızlı iletişim ihtiyacının bir çözümü olarak kendini dayatan cep telefonları, ilk çıktığı zamanlarda hem bir zaruriyeti hem de bir modayı aynı anda yansıtıyordu.

Peki, geçti mi bu cep telefonu modası? Evet, geçti. Daha doğru ifade etmem gerekirse, onun “Moda Olmak” durumu geçti. Oysa kendisi kaldı. Hem de ne kalış! Artık günlük hayatın sıradan (moda bile olamayacak denli görünmez) bir parçası oldu; sınıfsal, kültürel, geleneksel tüm sınırları yıkarak kendisine öylesine kalıcı bir yer edindi ki sayıları her geçen gün artıyor olsa da hiç yoklarmış gibi… Hatta iddialı bir benzetmeyle; ona, biyolojik bir parçamız, bizimle var olmuş bizimle ölecek bir uzvumuz gibi davrandığımızı söyleyebiliriz.   

Oysa cep telefonunun MODA olarak değerlendirildiği günlerde, ebeyvenlerden komünistlere, dincilerden anarşistlere bir sürü grup cep telefonuna karşı bir direniş gösteriyordu. Demek ki moda, tanımın kendisine de yerleştirilmiş “aşırı” kelimesinin çağrıştırmaya gayret ettiği gibi, aslında değişimden hoşlanmayanların küçümsemek için kullandıkları bir terim haline gelebiliyor. O halde, LGBTİ+ hareketinin bir moda olduğunu söylemek o kadar abestle iştigal değil. Elbette benim maksatım (asla-ama-asla-ama-asla) LGBTİ+ hareketini küçümsemek, önemsizleştirmek olamaz. Benim vurgulamaya çalıştığım, şu an bu hareketin bir MODA olarak anılabilecek bazı özellikleri olduğu. Tıpkı bir zamanlar cep telefonlarının olduğu gibi.

Buradan hareketle, bu modanın yakın bir zamanda geçmesi dileğine ilişkin ne diyeceğimi merak ediyorsanız, onu da hemen söyleyeyim. Bu dilek; LGBTİ+ hareketinin şu anda görünür (ve tam da bu nedenle geleneksel yaklaşımları yerinden sarsan bir rolü) olması ve sosyal rahatsızlık duygusuyla kendine zorla yol açan bir ırmak gibi kıvrılması sayesinde gezindiği tüm topraklarca soğurulması, oraya yerleşmesi, o coğrafyanın bir parçası olmasını temenni etmek anlamına geliyor. Nasıl ki gün geldi cep telefonları hayatımıza girmekle kalmadı; değişip gelişerek çok daha farklı ihtiyaçlarımızı karşılayabilen bir “mutluluk nesnesi”ne dönüştü (bknz: akıllı telefonlar), işte LGBTİ+ hareketi de bir gün modalıktan terfi edecek ve bizim sosyal, hukuksal ve bireysel etkileşimlerimizin geliştirici/rahatlatıcı bir öznesi olarak hayatlarımızın vazgeçilmez bir unsuru olacak.

Belki konuyu biraz dağıtacağım, ama hazır sizi bulmuşken tartışmanın sınırlarını biraz daha genişletmek istiyorum. Bu genişletmeyi oldukça popüler olan bir çocuk kitabı üzerinden yapacağım: Alice Harikalar Diyarında. Evet, bu kitap şahane bir şekilde ünlüdür. Ancak, hikâyedeki ana karakter Alice’in yaşadığı tek ilginç olay bu değildir. Yazar Lewis Carroll, bu hikâyenin devamı sayılabilecek bir başka öyküde Alice’i aynaların arkadasındaki bir dünyada resmeder. Aynanın öte yanına geçen Alice, burada Kızıl Kraliçe ile tanışır. Alice ile sohbet halindelerken, Kraliçe, Alice’e aniden var gücüyle koşması gerektiğini söyler. İkisi nefes nefese bir süre koştuktan sonra, hâlâ bulundukları yerdedirler. Kraliçenin anlattığına göre gerçekleşen durum şudur: Bulundukları bu dünyada (aynanın arkasındaki âlemde), yer (dünya/doğa) belirli bir yöne hareket etmektedir. Dolayısıyla, Alice ile kraliçenin “aynı yerde” kalabilmeleri için yerin gidiş yönünün aksinde hızlıca koşmaları şarttır.

Buradaki analoji evrimsel biyologlar tarafından sıkça kullanılır. Canlıların, bir tür olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için sürekli değişim halinde olmaları gerektiğinin, bunun evrimin itici güçlerinden biri olduğunun başarılı bir allegorisidir onlara göre. Ben de, bu prensibin insana dair olan tüm düşünce biçimleri için uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. Yani, düşünsel olarak da hiç hareket etmemek, aynı yerde kalmayı değil, geride kalmayı ifade eder.

O halde, günümüzün LGBTİ+ hareketi, temel hakların elde edilmesinin hemen ardından, konumunu, söylemini ve bağlamını değiştirecektir. Bunu yapmak zorunda kalacaktır. Daha yumuşak bir ifadeyle, bu değişim kendiliğinden gerçekleşecektir ve ancak böylesi bir değişime izin verildiğinde dönüşümün sürekliliği mümkün kılınabilir. O halde, bugün moda olan fikir ve yaklaşımlar, bundan 10-15 yıl sonra tartışılması gerekmeyen/hatta belki mümkün bile olmayan bazı kavramlar haline gelebilirler. 50 yıl sonra, ülke gençlerinin hâlâ aynı argümanlarla aynı şeyleri talep ettiğini görürsek, bir moda bile olamayacak denli yanlış bir şeye evrildiğimiz sonucunu çıkarabiliriz.

Şimdi son sözü söylemek gerekirse, benim girişte yazdığım iç karartıcı cümleler ile ifade etmek istediğim: LGBTİ+ hareketin günümüze ilişkin birçok değeri sorguya açması nedeniyle, yok olup gitmesi beklenen, bu nedenle geçicilikle anılmaya çalışılan MODA bir kavram olmasıdır. Ancak, bu hareket, yok olarak değil; tüm haklarımızın kazanılması ve mümkün dünyaların en iyisine ulaşmamızla, modalık sıtkını üzerinden sıyıracak ve düşünce, duygu ve davranışlarımızı terbiye eden bir ışık olarak varlığını sağlamlaştıracaktır.

Gökkuşağının geçiciliği, onun güvenilmezliğini değil, yok oluşların ardından yeniden ortaya çıkmaktaki gücünü kanıtlar.

Hepinize dayanışma, sabır ve huzur dolu günler dilerim*,

Sa

*Uykusuz dergisi yazarlarından Engin Ergönültaş’ın, her hafta yayımladığı yazıları “Hepinize dostluk, kardeşlik, muhabbet dolu günler dilerim” cümlesi ile bitirmesinden ilham alınmıştır.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Moda dosya konulu 183. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] https://sozluk.gov.tr/

[2] https://www.etimolojiturkce.com/kelime/moda


Etiketler: yaşam, moda
2024