06/06/2011 | Yazar: Şehri K.

Aslında benden hem çok var, hem de sadece tek bir tanecik var. İçinde birden fazla renkte, şekilde parçaları bir arada bulunduran bir yek pare benim var oluşum.

Aslında benden hem çok var, hem de sadece tek bir tanecik var. İçinde birden fazla renkte, şekilde parçaları bir arada bulunduran bir yek pare benim var oluşum. İçimde bir sürü başka başka kadınlar var. Bu kadınlar bazen birbiriyle çelişiyor, bazen bir parçanın saçmalayası tutuyor, bir parça akılcılık yapıp onu susturmaya çalışıyor. Biri bir diğerini ötekiliyor, bazı zamanlarda biri kraliçeliğini ilan edip merkeze kendini yerleştiriyor ve etraftaki tüm diğer parçaları ona itaate zorluyor. Bazen aralarında dayanışan ve tüm diğer parçalara kafa tutan muhalif parçacıklar kümesi oluşuyor. Ama sonuçta hepsi üst üste, yan yana, kısmen çarpık çurpuk kısmen sıralı düzen halinde bir tek yapının tuğlaları. Hepsi bir aradayken beni olduğum kadın yapıyor. Ben bu parçaların çeşitliliğinden hiç rahatsızlık duymadım, bazen başka şeylere biçimlere dönüştürdüm fakat parçalarımdan sakınıp kendimi, hiç bu niye böyledir diye dertlenmedim. Onların çelişkileri, renkleri, dayanışan halleri ile güçlendim. Ama dışarıdaki insanlar; beni bu parçalarımı görmezden gelerek, yok sayarak bazen de haddinden fazla cüretkâr yargılarıyla, içimi bulandırdı, kafamı karıştırdı. Beni olduğum şeyi değiştirmeye, varlığımı inkâra zorladılar. İstediler ki nasıl görmek istiyorlarsa öyle olayım, varlığımı kendileri için sandılar çoğu kez. Ellerine geçirdikleri her parçayı kendi anlayışlarına göre şekillendirmeye kalktılar. Şekil alamayanları söküp atmak, ezip geçmek istediler. Korkularını üzerime bir gölge gibi örtüler, beni içinden çıkılmaz bir yalnızlığa itmek için çabalayıp durdular. Kendi korkularını bana bulaştırdılar, korkmayı öğrettiler, sürekli susmayı öğrettiler. Beni görünmez addedip, çelişkiler yumağı haline sokup elimden sesimi almaya yeltendiler.
 
Varken yok sanılan bir ben değilim elbette, aslında toptan kadınların yok sayıldığı bir sistem ile çepeçevre kuşatılmışız. Kadınsan her şey zor, hele bir de kadınları seven bir kadınsan hepten yandın. Nefes almadan yaşamayı tecrübe etmekle mükellefsin. Eril zihniyet tam bir işbirliği halinde. O zaman sesi çalınarak yaşamaya mahkûm edilmiş kadınlar olarak biz niye bir arada olmayalım. Bizi bizden iyi anlayabilen kim olabilir? Biz o kadar çok uzaklaştırıldık, yalnızlaştırıldık ki bırak bir diğerimizi kendimizi unutur olduk. İşte Kaos GL tarafından düzenlenen Lezbiyenler ve biseksüel kadınlar buluşması tam da bu noktada çok değerli ve çok anlamlı. Biraradalıklarımız bizi güçlü, üretken ve sesi çıkar, kendini tanımlayabilir ya da başkalarınca tanımlanmışlıklardan sıyrılabilir hale getirebilir, getiriyor.
 
Bu buluşmada bir araya gelen kadınlar olarak birçoğumuz feminist örgütlerde ya da LGBTT örgütlerinde bir şekilde varlık gösteriyoruz. Biz içinde yer alalım ya da almayalım sırf bu örgütlülüklerin varlıkları bile sesimize ses katıyor, bizi güçlendiriyor. Feminizmden beslenmeyen bir LGBTT hareketi düşünemediğim gibi LGBTT hareketine kayıtsız kalabilecek bir feminizm anlayışını da tahayyül edemiyorum. Ama teori bana bunu fısıldasa da pratik her zaman böyle mi yaşanıyor? Şu bir gerçek ki feminist olmak kimseyi doğal olarak homofobiden azade kılamıyor ve LGBTT olmakta bizi cinsiyetçi olmaktan kurtaramıyor. Ben bazen bu iki örgütlülük içerisinde sıkışıp kaldığımı ikiye bölündüğümü hissediyorum. Çünkü ben bu ikisinin kesiştiği yerdeyim. Bu ikili örgütlenme beni fazlasıyla besliyor ve ikisinde de kendimi özne olarak görebiliyorum. Ama kesişim kümesinde olduğum kadınlara da artık ziyadesiyle ihtiyaç duyuyorum. Çünkü üzülerek fark ediyorum ki; toplum kadın ve erkek kavramlarına bizi hapsedip ve sadece heteroseksüel yaşamı bize dayatırken biz lezbiyenler ve biseksüel kadınlar olarak LGBTT hareketi içerisinde de çoğu kez görünmez hallerdeyiz. Eşcinsel denince aklımıza sadece erkek eşcinseller gelmesinde şaşılacak bir nokta yok. Çünkü kadın daha baştan cinselliği olmayan ya da hakir görülen bir varlık. Cinselliği olamayacak birinin hemcinsine ilgi duyması da kaçınılmaz olarak kategori dışı kalabiliyor. Cinsel yönelimlerimiz ve heteroseksizmin dayatmaları ile yaşadığımız baskılanma üzerinden empati kurabildiğimiz gruplarda cinsiyetimizden ötürü maruz bırakıldığımız dışlanma, hakir görülme, cinsel şiddet ve benzeri bir sürü şiddet biçimi ve yok sayılma biçimleri gözden kaçabiliyor. Öyle ki bu buluşmada fark ettik ki hepimiz tacizden tecavüzden dem vuruyoruz, üstüne basa basa özellikle lezbiyen, biseksüel olduğumuz için öldürülme, taciz, tecavüz korkusuyla yaşadığımızdan bahsediyoruz ama buna dair hiçbir çalışma, belgeleme olmadığı ise bir gerçek olarak ortada öylece duruyor.
 
Bu konularda hatırı sayılır çalışmalar yapan feminist örgütlenmelerde ise salt kadın olmaktan ibaretiz. Heteroseksizm gözden kaçabiliyor, cinsel yönelime dair baskılanma biçimlerinden söz ettiğimizde, salt cinsel yöneliminden ibaret ve bunu ön plana çıkartmaya çalışan kadınlar konumuna itilebiliyoruz. Tanımlanma biçimleri, kulakta çınlamaları farklı gibi duran sorunların nasılda benzer şeylerden ibaret olduğunu fark edemeyebiliyor ve sorunlar arasında bir önem hiyerarşisi kurup bir diğerini öteleyebiliyoruz. Heteroseksüel kadınlar lezbiyen kadınların sorunları ile özdeşleşmekten kaçınabiliyorlar. Oysa bence cinsiyetçilikle, heteroseksizm el ele ilerleyen ve birbirinden ayrı değerlendirilemez olgular.
 
Feminizmi doğrudan kendi varlığının gerekliliği olarak görebilen ve sindirebilen, cinsiyetçiliği ve onun tehlikeli sularını gözler önüne serebilen bir LGBTT örgütlenmesi ve bununla birlikte heteroseksizmle mücadeleyi de temelden kapsayan bir feminist örgütlenme noktasında politika üretmek, söz çoğaltmak, biraradalığımızla karşı koymak için biz kesişim kümesinde ki kadınlara iş düşüyor. Kendimizi ve sorunlarımızı ikinci sıraya koymaktan biz ilk önce kendimiz vazgeçmeliyiz diye düşünüyorum. Daha uzunca süreler bir arada olarak birbirimizi dinlemeye, anlamaya ve varlığımızı keşfetmeye fazlasıyla ihtiyaç duyuyorum.


Etiketler: yaşam
İstihdam