02/02/2023 | Yazar: Yasemin Öz
Buluşmak mümkün olsa konuşacak çok. Çocuk gelin öykünü sorardım ilk ve ailenin acısını. Çok küçüktüm seni son gördüğümde.
Babaannem Hörü (Huriye) Öz(alp)’e…
Bendeniz, annem, babam, yörük kadını çakır gözlü babaannem (nenem) Hörü (Huriye). Afyon/Dazkırı/Sarıkavak köyü, doğduğum babaanne evi. Zonguldaklı annemin ilk tayin olduğu köy okulu. Merhaba dünya, aranıza karıştım! Babaanne kucağında pek mutluyum. Bu fotoğrafta babaannem 48 yaşında, benden bir yaş küçük! Bense 1 yaşındayım. Benden iki yaş küçükken babaanne olmuş!
Çok severdim babaannemi. Ondan kalan köydeki evimizde salonda asılı fotoğrafına bakınca ağlarım bazen özlemekten. Köyde atlar (korkardım binmekten, ilkokul öncesi bindirmişti dedem, istememiştim, kardeşim çok hevesliydi, korkudan ağlamıştım dedem eliyle tuttuğu halde, kucağına alıp indirmiş, susana kadar teselli etmiş ve sevmişti beni). Kuzular, koyunlar, horoz, tavuk, civciv, dana, düve, buzağı, inekler bahçemizde. Dedem çobanlık yapardı kendi koyunlarımıza. Gece gider, sabah gelir yatardı. Sonra da kahveye giderdi. Pek göremezdik. Gençken babam işletmiş bir ara kahveyi askere gitmeden. Şimdi dedemin yokluğu belli olmasın diye ben bekliyorum güzelim köy kahvemizi.
Dedemin eşeğine binmekten korkmazdım ama. Yüksek değil ve konforluydu semeri. Çok hızlanmazsa dedemin at arabası da keyifliydi. Kaza yapmış bir sefer, bacağı mı kırılmıştı tam hatırlamıyorum. İlk torunuyum babaannemin ve pek kıymetliydim. Hiç susmaz konuşurum diye severlerdi babaannem, halalarım ve köylülerimiz; büyüyünce tanıdığım insanların aksine. Hep sevilirim sanmışım belki, çocuk aklı.
Bahçede oynardık kardeşimle. Bayramlar babaannemde geçerdi küçükken. Annemler de tarlaya yardıma giderdi tüm aile. Babaannem kardeşimle bana bakardı. Bir keresinde annemler nohut atlarken ok yapmıştık daldan kardeşimle, bahçede ok atıyorduk. İpi kötü yapmışız, gerince ok ters tepip bana gelmiş, dudağımı kanatmıştı. Ertesi gün de hatırlamadığım ufak bir kaza geçirmiştim. Üçüncü gün de annemi arayacağım diye kimseye çaktırmadan ovaya tarlalara inmiştim ama yerini bilmediğim nohut tarlasını bulamamış, geç olunca annem kızacak diye korkmuştum. Annem ne zaman beni bıraksa terk edildim yası tutardım. Her yere gitmek isterdim onunla. Annem ikna etmeye çalışıyordu beni. İstemiyordu başıma sıcak geçsin tarlada. “Nohut dalar, sen nohut toplayamazsın” dedi. “Toplarım” dedim, ne var ki? Madem onlar yapıyor, çok büyüğüm ya, ben de yapabilirim! Hem annemi beklemek en kötüsü. Ne zaman gelir bilmem! Güneşten korunmak için normalde takmadığı çemberi bağlar, bazen şalvar bile giyer, giderdi tarlalara yardıma mevsime denk geldiysek. Epey beni arayıp korkmuşlar tabi. Ovadan köye dönmek kolay, bir noktada Delikkaya’nın oradan geri dönmüştüm kös kös. Herkes çok sevindi, ben kızacaklar diye korkarken. Ama ben annemi bulamadım diye ağladım yolda. Delikkaya’yı hala çok severim. Çeşme vardır dibinde, sulama olukları. Devasa bir kaya, küçük mağaralarla. Çaput bağlayan olur dilek tutmak için. Kral mezarlarının altında, onların devamı gibi. Babaannem ben üçüncü gün de kaza bela çıkarınca; “Ben çocuklara bakamıyorum” diye hem annemden çekinmiş hem de üzülmüştü. Bir daha yaramazlık yapmadım onu üzmemek için. Çok iyi bakardı oysa bize. Ne yapsın kadın, bir yandan kaç kişilik koca evin işini yapıp, bir yandan bahçede oynamaya ısrar eden bize bakmaya çalışıyor her gün. Yoksa gayet iyi bakılıyoruz, onda kusur yok. Yufkalar, bükmeler, tereyağı. Kurban Bayramı ocakta etler közlenir, ciğer kavrulurdu kahvaltıda. Ciğer hiç sevmedim ömrüm boyu ama babaannemin ekmek (yufka) ettikleri ocakta közlediği kuzu eti gibi bir et hiç yemedim. Kimse yapamaz babaannem gibi. Huriye halam yapardı bir, o da göçtü, çok ağladım.
Halam ben küçükken Almanya’daydı. Hem Mehmet eniştem hem o herkese çok cömertti. Bayramda denk gelirsek hediyelere, Alman çikolata ve kahvesine boğardı bizi. Getirdiği sabunlar öyle güzel kokardı. Her gelişi hediyelerimiz hazırdı. İlkokulun ilk günü hevesle giydiğim kırmızı açık ayakkabım Almanya’dan halamla gelmişti. Gönlü güzeldi. Özler, pek göremezdim.
Emeklilikte köye dönmüşlerdi ama babaannem yoktu artık, halama giderdim. Eniştenin yeşil cevizlerini ağaçtan luplatırken “Kendi ağacından değil de niye benimkinden yiyorsun?” diye takılırdı. “Seninki daha zevkli” derdim! Hem eniştenin ağacının alçak dalları daha bereketli! Kızları Nezahat’le oynardım küçükken. Türkiye’de Haribo yoktu ama bizde her gün vardı ayıcıklar! Gittiler sonra, çok ağladım. Canım köye gitmek istemez oldu. Halamın evine bakan köy kahvesine her oturuşum hüzünlü. Ve altında toplanıp çay içtiğimiz cevizi ellemiyorum artık.
Kadir amcamlara giderdik Nezahat’le oynamaya. Gülay ve Şefika halamla. Çok severlerdi bizi. Küçük halam Raziye de götürürdü beni bazen halamlara, götür diye tuttururdum çünkü Şefika halamı ve Ahmet Yaşar amcamla Kezban yengemi çok severdim. Hep güler yüzlü ve sıcak kanlıdırlar. Her bayram ziyarete gelirler. Raziye (Iraz) halam ama en sevdiğimdi. Fotokopisi gibiydim. Hala Iraz diye seslenen yaşlılar olur köyde bana. Hele basma şalvar giydiysem hevesten. Oysa öldü biriciğim halam, en küçük kardeş, kalbi dayanmadı dünyaya gencecik yaşında. Huriye halam da ardından, abilerinden önce, gencecik yaşında, illet bir hastalıktan, hiç hak etmediği, genç yaşında. Yakıştıramadım hiç çatılmayan kaşları ile güleç yüzü ve büyük sevgi dolu, olgun, bilge Anadolu kalbine. Anneannem gitti arkalarından. Öyle çok öksüz kaldım dünyada, öyle çok annem öldü…
Ama kalanlar var bana. Bir sürü halam ve bir de Ahmet Yaşar amcam, Sevim ve Kezban yengem. Birol ve Erol abim, Nezahat. Şefika ve Gülay halam.Hepsi annemin öğrencisi. Hem yenge hem hoca. Ve büyük halam Zeynep ile kızı Mehtap. Küçükken bana Denizli’den gelirken Vasıf Öngören’in Masalın Aslı’nı alıp komünizmle tanışma vesilelerimden Fahri amcam ve Sevim yengem, kuzenlerim Senem ve Doğuş. Hörümen var bizim köyden, kocası Necati abi. Bana kaplama yapar. Bir nevi otla yapılan katmer gibi düşünün. Katmer, bükme, yufka, tarhana. Her sene gelir köyden. Fasülye ve bulgurumu da ellerinde büyüyen çocukluğumun Tenzile’sinden, Zeynep abladan alırım. Zeynep ablanın iki küçük kardeşi ölmüştü traktör kazasında. Yas evine gitmiştik. Ne çok kadın yası vardı odada. Hiç unutmam. Yaşıtlarım Sezai ve Tuncay’la oynardım. Köy çocukları gidiyor diye Kur’an kursuna heves etmiştim bir yaz. Annem göndermek istemedi de beni kim ikna edecek? Kırmadı hevesimi. İki gün beyaz çiçekli kırmızı kolsuz elbisemle gittim. Yeni başlamışım ilkokula. Üçüncü gün hoca uzun kollu giyip başımı örtmemi istedi. Bir daha gitmedim. Sezai’nin abisi Süleyman vuruldu çatışmada. Şehit mezarı var köydeki mezarlıkta. Arife günleri denk geliriz Sezai ile genelde. Bizde mezarda yatan çok. Misak-ı Milli sınırları içinde başka köylerden başka uğurlamalar ve başka acılar çıkar. Çok köylerde on binlerce mezar vardır. Ve yüzbinlerce acı. Ne uğruna çok anlamam. Misak-ı Milli sınırları. Ben sınırları çok anlamam. Gülten Dayıoğlu’nun Akıllı Pirelerini okumuştum ilkokuldayken. Annem bana her ay bir aylık okuyacağım kitap alırdı. Kitapçıya giderdik, ben seçerdim, o öderdi. Okumayı öğrenince iyice oyun oynamaz olmuştum. Bir merak, dünyayı tanımaya çalışırdım kitaplardan. Kardeşimse lego severdi, mühendis olacak derdik. Oldu. Her şeyin içini kurcalar, sineklerin kanatlarını koparıp kibrit kutusuna hapseder, sonra da yaşıyorlar mı, uçabilirler mi diye arada açıp bakardı. Şikayet ederdim anneme. Bana hep kızılırdı ama nedense ona gülünürdü. Adalet duygum bozulurdu. Meğer küçük diyeymiş. Minikmiş ama ne anlarım ben? Bana korkunç ve zalim gelirdi erkeklik. Bozulan adalet duygumun peşinde ömür geçirdim! Bulabilene aşk olsun!
Bayramlar genelde köyde hala. Serbest avukatlığın en büyük faydası tatilleri mesaiye göre düzenlememek ve kalabalık çılgınlığından kurtulmak. Son buluşmamamızda Almanya’dan geldi halamdan emanet kuzenler. Eniştemin ceviz ağacı altı saz çalındı, türküler söyledik. İlk defa yedim tekrar Mehmet eniştemin cevizini, varmış gibi. Bahçede kuytu bir yerde ağladım halamın evinin önünde tek başıma, moral bozmayayım diye.
Türküler söylenecek o evde. O ev yaşayacak. Babam ablası gibi gördüğü ve aynı evde beraber büyüdüğü halasının bahçesini suluyor. Dedemin tüm kuşağı öldü, bir kuşak kaybettik son olarak Sultan halam da göçünce. Ama benim çok halam, bir amcam, bir sürü de kuzenim var. Anıları bizde kalmasın. Yad edilecek kadar bilge ve güleç hatırları boşluğa karışmasın.
Babaannem öyle trajik bir kazada öldü ki genç yaşında, yoğun bakim acılarıyla, öyle görmeye dayanamam diye hastaneye gidemedim. Annem, babam, Raziye halam baktı. Cenaze zaten gidemezdim. Tam 99 depremi arkasıydı. İlk defa ölüm korkusu duyduğum. Babaannemin ardından öyle gecelerce ağlayıp konuştum. Son gördüğümde lise sonda ziyaretime gelmişti yatılı okulda. Göremiyordu köye gitmediğimiz için beni.
İşte son görüşümde yatılı okula seviyorum diye yufka, çörek otlu tuluk peyniri (tuluma basılır, çökelek gibidir ama tadı Erzincan tulumu gibi, niyeyse ünlenmez o eşsiz lezzet, bizim yörede kalır) ve ceviz getirmişti. El sallamak zordu arabaya. Kim bilir ne zaman görecektim, ailedeki onarılmaz yaradan sonra. Ve göremedim…
Mezarına giderim her Arife günü babamla. Mezar ne çare… Öyle büyük bir yokluk. 20 TL sıkıştırmıştı cebime el sallarken. Pazarda çiftçilikten ve hayvancılıktan kazandığı para. Servet öğrenci için, sene 1992.
Babaannem ve dedemden tarlalar kaldı bize yeşil yeşil. Ağaçlar, meyveler. Umut her Datça’ya gidişte uğrayıp alır cevizlerini, mevsimse bizim bahçeden yediğim en lezzetli erikleri. Onun tabiriyle “çakma Asmalı Konak” iki katlı evimiz, çiçekli, ağaçlı bahçemiz. İnek, koyun, buzağı, kuzu, dana, düve, tavuk, horoz, civcivimiz yok artık. Koyun ahırını odun deposu yaptı babam. İnek ahırı ortadan kalktı. Ev bomboş. Cumbası, sedir, minder, ahşap oyma raflar, dedemin tüfeği duruyor. Ev ve eşyalar çağa ayak uydurdu, konforlu. İnternet, uydu, güneş enerjisi, ev içi tuvalet, her şey var insandan başka.
Ben yer yatağında Raziye halam, babaannem ve annemle yatmayı severdim. Artık yalnız yatıyorum. Büyüdün diyorlar. Büyümek çok yalnız ve sevgisiz bir kayıplar dünyası. Hiç almamışım kumral, çakır gözlü, macırlara (muhacir) benzeyen güzelliğini ama annem ve babaannemden gelir beyaz tenim. Huyum, dürüstlüğüm, açık sözlülüğüm, taviz vermez inatçılığım ondan ve annemden gelir. Genetiğiyse bende saklı. Benim 7-8 yaşlarında anne ve babasını kaybeden, onlardan epey köy toprağı kalan, 12 yaşında regl olmadan evlendirilip, peş peşe 6 çocuk doğurup, 5 çocuk büyüten çocuk gelin, çocuk anne olan babaannem. İlk çocuğuna rahmetli babasının adını vermiş. Ne kadar yandıysa çocuk kalbi. Babası Dalgıran Memedalı. İlk oğlan trajik ölmüş küçükken. Adı babama geçmiş, peşinden ilk doğan oğlana. Mehmet Ali. Çift peygamber ismi. Babasının kıymetini de vermiş babama. Bana da ruhu geçmiş bence büyük dedenin. Ondan babaanneme, babaannemden bana. İki kızına annesi ve kardeşinin adını vermiş. Hepsini erken kaybetmiş. Biz de hepsini erken kaybettik, Zeynep halam ve babam hariç, onlar yadigar. Ne çok sevdiyse ailesini, ne çok yandıysa içi. Ahhh, keşke sorabilseydim sana seni bu yaştaki aklımla.
Buluşmak mümkün olsa konuşacak çok. Çocuk gelin öykünü sorardım ilk ve ailenin acısını. Çok küçüktüm seni son gördüğümde. Sevgiyle kucaklıyorum seni, benim aile reisi babaannem, her kadın gibi. Bunlar kendilerine reis diyorlar ya, ev ve hayat kadından sorulurken. Kadın her işi on parmağında çevirip baş ederken, erkek her zorlukta söylenir prenses gibi oysa. Kadın sabrı, becerisi, yaşamı yaratma ve ayakta tutma yeteneği yoktur erkekte. Beceremez hayatı yönetmeyi, vurur, kırar, yıkar; elle ve sözle. Devlet yönetmeye kalkar, ev organize edemeyen. Çok konuşurduk. Olmadı…. Bazı olmamalar geri dönülmez yakarıştır…
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, aile