24/03/2011 | Yazar: Selçuk Candansayar

Libya’da sürecin nasıl gelişeceğini öngörmek için Afganistan ve Irak’ın bu günkü halini görmek yeterli.

Libya’da sürecin nasıl gelişeceğini öngörmek için Afganistan ve Irak’ın bu günkü halini görmek yeterli. Diktatörlüklerin bir bir yıkıldığı ve ‘Müslümanlığa” demokrasinin geldiğine inananlar safdil olamayacaklarına onların aklının nasıl işliyor olabileceğine bakmak açıklayıcı olabilir.

İnsanların akıl süreçleri evrensel ve beynin biyolojik yapısıyla sınırlı. Öyle fosmodernlerin iddia ettikleri gibi çeşit çeşit akıl yok. Her insan aklını kullanırken benzer işlemler yapıyor. Ayrım kavramlara yüklenen anlamlarda ortaya çıkıyor. Aynı olayı insan iyidir ilk adımıyla düşünmeye başlarsanız varacağınız sonuç, insan kötüdür ilk adımıyla varacağınız sonuçtan farklı olacaktır.

Peki kapitalist akıl dünyayı ve insanı nasıl tahayyül ediyor ki bu denli acımasız oluyor?

İlkin ırkçıdır bu akıl. Bazı insanların diğerlerinden üstün olduğu temel inancıyla düşünmeye başlar. Kimi Amerikan bilimcilerine göre evrim sürecinde Afrika’dan uzaklaştıkça insanın zekası artıyor. Göçle yer değiştiren insanlar sürekli yeni koşullarla karşılaştıkça, yeni çözümler bula bula giderek daha zeki oluyorlar. İlk insanın 1 milyon yıldır Afrika’dan ayrılmayan ardılları ise –günümüz Afrikalıları-  biteviye aynı koşullarda kaldıklarından zekaları gelişemiyor.

İkincileyin dünyanın kaynaklarının giderek artan insan nüfusunu besleyemeyeceği kabul edilir. Bu düşünce günümüze ait değildir. Ama günümüzde aynı düşünceyi beklenmedik şekilde Greenpeace’in kurucusu Paul Watson’da savunmakta ve dünya nüfusunun bir milyarın altına indirilmesini savunmaktadır. Böylece ne küresel ısınma ne besin kıtlığı ne de ekosistemin bozulması sorunlarının kalmayacağını söylemektedir.

Kapitalist akıl saç ayağının üçüncü bacağında  ise insanın hayatta kalmak için savaşması gerektiği ve güçlü olanın varkalmasının kader olduğudur. Vahşi doğa belgeselleri izleyicilerine temel olarak bu mesajı verirler; evren bir savaş alanıdır ve sadece güçlülerin yaşama hakkı vardır.

Şimdi bir anlamda 1991 Körfez kriziyle başlayan ve 20 yıl içinde Afganistan işgali, ardından Irak işgali ve şimdi Libya’ya yağdırılan füzelerle gelişen ve bu noktada kalmayacağı belli olan süreci kapitalist aklın nasıl düşündüğüne bakalım.

Olup biten az gelişmiş Müslüman coğrafyasına kanla olsa bile  modern demokrasi ve liberal devleti getirmek olabilir mi? Yoksa süreç kadim vahşi zamanlara dönüşün ilk adımları olarak mı işliyor. Tıpkı tarih öncesinin ‘vahşi’ hayatı gibi bir dünyaya doğru mu gidiyoruz? Hayatta kalmak ve gıdayı ele geçirmek için adı dünya olan vahşi ormanda güçlüler ile zayıfların bitmez tükenmez savaşına mı gidiliyor.

Demem o ki kapitalist akıl enerji kaynaklarının bulunduğu coğrafyayı vahşi orman olarak  görüyor olabilir mi artık? Silahlarını kuşanarak ve durmadan kan dökerek ihtiyacı olanı zorla aldığı bir orman. Yani temel amaç Müslümanları modernleştirmek, ‘batı tipi’ demokrasilerle yönetilen liberal kapitalist devletler yapmak olmayabilir mi? Bütün bu coğrafyayı kendilerinden daha alt türde, evrimleşememiş, artık aradaki farkı kapatma olanağı olmayan insanımsılar olarak kabul ediyor olabilirler mi? Hiç bitmeyecek bir savaş hali, durmadan kan akan bir savaş coğrafyası. Doğada sırtlanların ceylanları dünya durdukça avlayacak olmaları gibi.

Bir düzen getirmek değil de düzensizliği sürekli hale getirmek için işgal ediyor olabilirler mi? Tıpkı bir zamanlar vahşi hayvanlar arasından bazılarını evcilleştirip hizmetçisi yaptığı gibi şimdi de bazı insanımsıları evcilleştirip yanına alıyor olabilir mi? Dahası tam da böyle düşünüyor olabilir mi?

Kapitalizmin hayvanlara özgü bir sistem olduğunu söylemek bu durumda hayvanlara hakaret etmek olacak galiba.



Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam