25/10/2009 | Yazar: Cihan Dağ

Yollarda projesi kapsamındaki etkinliklere ‘okuyucu’ olarak katılan Mehmet Ali Alabora Kasım ayında hem evleneceğinden hem de yeni filmi gösterime gireceğinden biraz heyecanlı.

Yollarda projesi kapsamındaki etkinliklere ‘okuyucu’ olarak katılan Mehmet Ali Alabora Kasım ayında hem evleneceğinden hem de yeni filmi gösterime gireceğinden biraz heyecanlı.

Kendi gündemi ve dünya gündemi arasında mekik dokuyan oyuncuyla Açılım’ı, ‘Yollarda’ projesini, Trabzon’u ve yeni filmi olan ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ aracılığı ile de sinemayı konuştuk. 

Kaos GL Trabzon Muhabiri Hewal Azad, Mehmet Ali Alabora ile görüştü. 

‘Bu savaşı hep beraber bitirmek zorundayız. Biraz kendi içimizde halletmeliyiz bunu.
Devlet düzeyinde bir barışma bunun için yeterli olmayacaktır.
Kendi hayatımızda, dilimizde her gün kullanmaya alışık olduğumuz şiddetten de vazgeçmeliyiz.’

‘Avrupa Kültür Haftaları’ adı altında çeşitli şehirlerde bir dizi etkinlik düzenleniyor. Nasıl bir proje bu? Bu projenin neresinde yer alıyorsunuz?
 
Çeşitli ülkelerden gelen önemli yazarların eserleriyle okumalar yapıyoruz. Bu güne kadar bu proje adı altında Urfa ve Trabzon’da bulundum sadece. Ben de bu yazarların eserlerini Türkçe okunmasına katkı sağlamaya çalışıyorum bir konuk olarak. Ülkemizin 24 iline de gidildikten sonra İstanbul’da büyük bir konserle finali gerçekleştirilecek. Sadece okuma söyleşileri değil, konser, tiyatro ve kısa film gösterimleri gibi yan etkinlikler de yapılıyor. İstanbul’daki finalden sonra Elif Şafak, Murathan Mungan, Adalet Ağaoğlu gibi ünlü yazarlarımız Avrupa’nın dokuz büyük şehrine gidip okuma söyleşileri gerçekleştirecekler. Tıpkı Avrupa’dan gelen yazarların burada okuma söyleşileri gerçekleştirdikleri gibi.
 
Trabzon iki Bulgar şairi ağırladı; Bozhana Apostolova ve Hristo Karastoyanov. Bu ünlü şairlerin şiirlerini kendi sesleriyle kendi dillerinde dinlemek nasıl bir şeydi?  
E tabii o dilin önemli şairlerinden kendi şiirlerini dinlemek her zaman nasip olmaz, bu çok değerli bir şey. Çünkü biliyorsun, şiir kendi kullandığı dili bir daha örüyor. Yani siz orada masa dediğiniz zaman o her zaman masa anlamına gelmiyor. Şiirin yazıldığı dilden başka bir dil yaratıyor şairler. Öyle bakıldığı zaman zaten kendi dilinde de yabancı olabilir bir şiir. Yüksek Lisans’ta Oruç Aruoba bu konuda ‘Kurbağaları seyretmekten geliyorum Yakup’  şiirini örnek verirdi. Herhalde Yakup kurbağaları seyretmekten gelmiyor. Bir şey oluyor ve o şiirin içinde anlam değişiyor. Nere bağlayacağım buradan; evet Bulgarcadan hiçbir şey anlamıyoruz. Öyle bir dil ki hiçbir şey hiçbir şeyi çağrıştırmıyor. Yani Fransızca duysam, Almanca duysam, İtalyanca duysam bir şeyler çıkarırım. Ama buna rağmen bu şairlerin şiirinin içinde yüzüyor olmak, kelamın sesini duyuyor olmak çok heyecan verici bir şey. 
 
Siz özellikle İstanbul’da çeşitli eylemlerde de yer aldınız. Tanınan bir yüz olmanız 2003 yılında eylem sırasında polislerle ilginç bir diyaloga sebep olmuş Bunu anlatır mısınız?  
2003 yılında Türkiye’de ve bütün Dünya’da olduğu gibi Amerikan’ın Irak’a karşı çıkardığı haksız savaşı protesto etmek için ben de sokaklardaydım. Ve o gün biz yirmi bin kişinin katıldığı Beyazıt meydanında bir miting düzenleme kararı almıştık. O gün mitinge de üç grup halinde gidilmesine karar verilmişti. Biz de İstanbul Belediye’sinin tam önünde Saraçhane’deki alanda toplanarak meydana yürüyecektik. Meydana geldik. Ben, babam, annem, arkadaşlarım, sivil toplum kuruluşlarının önderleri, kanaat önderleri, sendika başkanları ve arkamızda da sekiz bin kişi hep beraber meydana doğru ilerliyoruz. Daha sonra tam Beyazıt Meydan’ına bir sokaktan bayrakları ve flamaları indirip geçiyorduk ki önümüzü iki yüz tane polis kapatmış. O arada sabah bir abim beni arayıp ‘Mehmet Ali her tarafı tutmuş polis, eylemi yapmamıza izin vermeyebilirler’ demişti.  Biz iki yüz tane polisi görünce tedirgin olduk. Fakat en öndeki emniyet amiri beni görünce bana doğru ilerledi, ‘Hoş geldiniz Mehmet Ali Bey’ dedi ve o iki yüz tane polis bize geçmemiz için yer açtılar. Ben de emniyet amirine dönüp arkamdaki sekiz bin kişiyi gösterdim ve ‘arkadaşlar benimle’ dedim.
 
Radyoculuk da yaptınız bir dönem. İnsanlara müziği tanıtmaya çalıştınız. Zaten bu anlamda ailenizde de önemli isimler var.  
Çok önemli isim var. Bir tane isim var bu anlamda. Zaten soyadı Alabora olan dört kişi var, üçü zaten oyuncu; Derya, babam ve ben.  Evet, sanatçı bir aileden geliyorum. Ama hiç şüphesiz bunların en büyüğü, yani benim kan bağım olan Selahattin Pınar. O da ailede ki tek müzisyen.
 
Sanatçı bir ailede yetiştiniz. Bu süreçte babaannenizin yanında kaldınız. Çocukluğunuzun böyle bir aileyle geçmesi nasıl farklılıklar getirdi size? 
16 yaşıma kadar hafta sonları hariç her gün babaannemleydim. O beni uyandırırdı, kahvaltımı hazırlardı, o uyuturdu. Çok büyük bir aşk vardı aramızda. Ben kimi tanıdıysam çocukluğumdan beri ya oyuncuydu ya da bir zaman oyunculuk yapmış birileriydi. Tabii başka tanıdıkları vardı ailemin ama genel olarak abla, abi, teyze, amca dediğim insanların çoğu oyuncuydu. Sadece sahnede değil ev içinde de oynarlardı. Hepsi zıpır ve yaramaz insanlardı. Şöyle anlatayım; Selahattin Pınar’ın ikinci eşi Atıfet Pınar, Selahattin Pınar’ın kız kardeşi Melahat İçli ve Babaannem (Nur Hayat Fatma Pınar) üçü salonda oturuyorlarmış. Babam da o zaman genç, bir kız arkadaşıyla eve gelecek. Babam da bunlara ‘siz yatın, ben arkadaşımla arka odaya geçeceğim’. Neyse babam gelmiş akşam. Işıklar sönmüş, neyse bunlar uyumuş diyerek koridordan salona sızarken ışıklar yanmış, bu üç zıpır kadın elinde teflerle ‘biz heybeliden seyre dalardık’ diye şarkı söylemeye başlamış. İşte etrafımda bu şekilde oyun oynayan insanlar varken, ben de oyuncu olacağım demiştim ve oldum.
 
Geçtiğimiz günlerde Altın Portakal Film festivali vardı. Film festivallerini ve verilen ödülleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Olumlu değerlendiriyorum. İnsanlar ödüllerle şevk ediliyor, sinema konuşuluyor, filmler izleniyor, insanların gündeminde sinema yer ediyor.
 
Kasım’da gösterime girecek olan ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ filminde Nurgül Yeşilçay ile başrolleri paylaşıyorsunuz. Nurgül Yeşilçay ile oynamak nasıl? Çünkü son dönemde güçlü ve sivrilen bir oyunculuk sergiliyor? 
Şimdi sadece Nurgül Yeşilçay değil, orada bir sürü önemli oyuncu var; Haluk Bilginer, Erkan Can, Müjdat Gezen, Halit Akçatepe, Erol Günaydın, Sarp Apak, Gülse Birsel, Öner Erkan… Ki Öner Erkan Altın Portakal Film Festivalinde bu yıl ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülünü aldı.
 
Yollarda projesi kapsamında bir önceki durağınız Urfa’ydı. Şanlıurfa ile Trabzon arasında bir benzerlik var mı? 
Maalesef Türkiye’nin her yerinde benzerlikler var. Buna niye maalesef diyorum? Çünkü artık şehirlerin merkezleri, meydanları… Hepsi bir birine benziyor. Buranın merkezinden bir fotoğraf çekseniz, hangi şehrin merkezi olduğunu anlayamayabilirsiniz. Aynı estetiği devam ettiriyor şehirler, aynı çirkin estetiği. Bu da beni üzüyor. Trabzon’un hâlâ kendi dokusunu koruduğu yerler var. Ben bu sene Anadolu’nun 24 iline gittim. Her yanda inanılmaz güzellikleri olan bir coğrafyada yaşıyoruz.
 
Bu sabah katılımcı şair Hristo Karastoyanov kendi şehriyle Trabzon’un birbirine çok benzediğini, sabah kalkar kalkmaz sahile inip etrafı gezdiği söylemişti.  
Nereden indiyse sahile helal olsun. Trabzon’da sahile inmek gerçekten mesele… Her fırsatta söylüyorum, daha da söyleyeceğim. Umarım bir gün o sahil yolunu yaptıranlar, doğa nezdinde de kültür nezdinde de insan nezdinde de yargılanırlar. Ve inşallah o sahil yolu bir gün bu coğrafyada olmaz.
 
Siz daha önce de Yunanistan’la aramızda ki krizi konu alan bir filmde yer almıştınız. Zaten bu gibi durumlarda ki duyarlılığınız biliniyor. Şu günlerde söz konusu bir açılım var. Bu konuda sanatçılar bazı açıklamalar yapıyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 
Ben bu meselenin barış yoluna sapması için her zaman gerekli yerlerde olmaya çalıştım. Çeşitli zamanlarda bir imzayla ya da orda olarak bu konuya destek vermeye çalıştım. Ben otuz yıla varan bu savaşın artık bitmesini gerektiğine inananlardanım. Artık geri dönüşümüz yok. Bu savaşı bitirmek zorundayız. Bu savaşı hep beraber bitirmek zorundayız. Kendi içimizde ürettiğimiz düşman söylemini de yok etmek zorundayız. Bunu gündelik dilimizde kullandığımız küfürlerden, hatta deyimlerden bile vazgeçerek bunu yapmalıyız. Bu ülke de bir tek doğu coğrafyası değil, Karadeniz coğrafyası da çok büyük acılar çekmiş. Nüfusların değişimiyle ilgili, etnik temizlikle ilgili, etnik mücadeleyle ilgili bütün coğrafyalar çok acı çekmiş. Biraz kendi içimizde halletmeliyiz bunu. Devlet düzeyinde bir barışma bunun için yeterli olmayacaktır. Kendi hayatımızda, dilimizde her gün kullanmaya alışık olduğumuz şiddetten de vazgeçmeliyiz. Bu konuda birey olarak herkese bir görev düşüyor. Bu konuda çok yaralıyoruz birimizi.(AE)


Etiketler: kültür sanat
İstihdam