26/09/2012 | Yazar: Tunca Özlen

ABD’li anti-siyonist bir Yahudi, sosyalist ve lezbiyen olan Sherry Wolf’un ‘Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Teorisi’ isimli çalışması, bu alanda kendisi bilgisiz veya yetersiz hisseden, kendisine ne okumalıyım diye soran her sosyalistin başucu kitabı olmayı hak ediyor.

ABD’li anti-siyonist bir Yahudi, sosyalist ve lezbiyen olan Sherry Wolf’un “Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Teorisi” isimli çalışması, bu alanda kendisi bilgisiz veya yetersiz hisseden, kendisine ne okumalıyım diye soran her sosyalistin başucu kitabı olmayı hak ediyor.    
 
LGBT’ler üzerindeki baskının kökenleri
Wolf kitabın giriş kısmına, modern toplumlardaki homofobinin, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın ve diğer ayrımcılık biçimlerinin egemen sınıfın çıkarlarını yansıttığını hatırlatarak başlıyor. Nüfusun küçük bir azınlığını oluşturan egemen sınıf, bu tür ayrımcılık biçimleri üzerinden nüfusun çoğunluğunu bölüyor, haklarını geri almak için ayaklanmasını engelliyor.
 
Yazar, Marx ve Engels’in “Her çağda egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleri olmuştur, yani bir toplumda maddi gücü elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda entelektüel iktidarın da sahibidir.” tespiti üzerinden kapitalist toplumlarda cinsellik üzerinde kurulan ideolojik ve yasal baskıların, iktidardaki sınıfın ihtiyaçlarından doğduğunu açıklıyor. LGBT bireyler ezilirler çünkü cinsel kimlikleri, kapitalizmin bağlı olmaya devam ettiği geleneksel aileye meydan okur. Çekirdek aileyi meşrulaştırmak, işgücünü ve ideolojisini disipline etmek için belirli davranış normlarının dayatıldığı sınıflı toplumlarda cinsellik hakkındaki gerici fikirler, ayrımcılığı diri tutma ve toplumu ezme aracıdır. 
 
‘LGBT’ler üzerindeki baskının kökenleri’ başlıklı bölümde Wolf, kapitalizmin çelişkisine dikkat çekmek için John D’Emilo’nun ‘Kapitalizm ve Eşcinsel Kimliği’ makalesinden şu alıntıyı yapıyor: “Kapitalizm bir yandan aile hayatının temelini sürekli zayıflatır ve bireyin aile dışında yaşamasını, bir lezbiyen ve gey kimliği geliştirmesini mümkün kılar. Diğer yandan erkekleri ve kadınları ailelere itme ihtiyacı duyar; en azından gelecek kuşak işçilerin yaratılmasına yetecek kadar bir süre için. Ailenin ideolojik önceliğe yükseltilmesi, kapitalist bir toplumunda sadece çocuk yapılmasını değil, heteroseksizmin ve homofobinin devamını da güvence altına alır. En derin anlamıyla problem olan, kapitalizmin kendisidir.”
 
Wolf, kapitalizmin insanları belirli cinsiyet rolleri ve cinsel davranışlar üzerinden sınıflandırmaya çalıştığının, sosyalistlerin ise bu sınırlandırmaları reddettiklerinin altını çiziyor. Sosyalistler bunun yerine, herhangi bir yasal ya da maddi kısıtlama getirmeksizin, cinselliğin sadece kişisel bir mesele olduğu bir dünya için savaşılar. İnsanların davranış ve tutumlarının maddi çevreleri tarafından şekillendirildiğine inanan tarihsel materyalistlere göre, iş cinsiyet ve cinsellik sorularına gelince, sosyalistlerin yapısalcı olduğu ortaya çıkar. Bir başka değişle, cinsellik sabit bir davranış normu değildir ve tarihsel olarak belirlenmiştir.
 
Marksist homofobi miti
Kitabının ‘Marksist homofobi miti’ başlıklı ilgi çekici bölümünde yazar, sosyalistlerin en iyi ihtimalle cinsel özgürleşmeyi işçi sınıfının iktidarı ele geçirme meselesinden sonraya erteledikleri, en kötü ihtimalle ise bu sorun karşısında duyarsız oldukları savını çürütmeye çalışıyor. Wolf’a göre Marksistler cinsel kimliklerin baskı altına alınmasını sınıf sorununa indirgemezler. Daha ziyade ırk, cinsiyet, cinsel kimlik kaynaklı baskıları kapitalist sınıf ilişkileri çerçevesine yerleştirirler. [1] Marksistler homofobi ve transfobiye karşı savaşmayı, sınıf savaşımından daha önemsiz görmek bir yana, ezilenlerin özgürleşmesi olmadan sömürülenlerin özgürleşebileceğini düşünemezler.
1917 Ekim Devrimi’nin cinselliği özgürleştirici uygulamalarını irdeleyen Wolf, sosyalist devrimle birlikte eşcinselliği sınırlandıran yasaları da kapsayacak şekilde Çarlık yasalarının kaldırılması üzerinde duruyor. Devrim sonrasında rızaya dayalı cinsellik özel bir mesele olarak görüldü ve eşcinseller devlet müdahalesi olmadan yaşamakta özgür olmakla kalmadı, Sovyet mahkemeleri eşcinseller arasındaki evlilikleri de onayladı. Hatta 1920’lerde cinsiyet geçiş ameliyatları ile ilgili vakaların kayda geçtiği de görülmektedir. [2]
 
Yazar bu noktada önemli bir konuya parmak basıyor: Bolşeviklerin cinselliği ve aile hayatını yeniden düzenleme çabaları Marksizmin vizyonu tarafından değil, mevcut maddi ve toplumsal gerçekler tarafından sınırlandırılmıştır. Geleneksel aileye alternatifler oluşturulamadı çünkü yeni bir toplum inşa etmenin araçları olan ve kamu tarafından sağlanması beklenen çocuk bakım hizmetleri, mutfaklar, çamaşırhaneler ve diğer hizmetler için gereken kaynaklar oldukça yetersizdi. Soğuk savaşın getirdiği askeri ve endüstriyel rekabet, daha fazla askere ve iş gücüne duyulan ihtiyacı, bu da yüksek doğum oranlarını beraberinde getirdi. Süreç çekirdek aileye dönüşle sonuçlandı.
 
Marksizmi savunmak için
Wolf kitabının ‘Marksizmi savunmak için’ başlıklı bölümünde postmodernizm, kimlik politikası ve queer teoriyi mercek altına tutuyor. Kimlik politikaları ve queer teorinin ilham aldığı postmodernizmin temel öğretilerinden biri nesnel doğruların olmaması, en azından hiç birinden emin olamayacak olmamızdır. Postmodernistler için hakikat bir algılayış sorunudur, çünkü dil yoluyla aktarıldığı için mutlak gerçeği bilemeyiz. Söyleme atfedilen bu büyük güç, gerçekliği idealist bir bakış açıcıyla baş aşağı etmek anlamına geliyor. Postmodernizm, söylem yoluyla ifade edilmiş bilincimizin maddi dünyamızı belirlediğini savunuyor.
 
Yazara göre Marksistler tam tersine, cinsiyet ve cinsellik kategorilerini toplumsal olarak inşa edilmiş görür ve bu yüzden yapıların ancak toplumsal olarak yıkılabileceğini, dilin onun arkasından geleceğini düşünür. Çalışma hayatının sosyalist dönüşümü ve emeğin artan verimliliği sonucunda iş saatlerinin azalmasıyla cinsellik, para tarafından yozlaştırılmamış olarak toplumdaki yerini yeniden alacaktır.  
 
Bu temel gerçek, cinsel hayatlarımızı gerçekten özgürleştirmek için maddi koşullarımızda devrim yapma ihtiyacına işaret ediyor. Birinin koşulu, diğerinin önkoşuludur. Bu yüzden cinsel özgürlük, sosyalizmin kalbinde yatan politik, ekonomik ve toplumsal özgürleşme olmaksızın imkânsız görünmektedir. 
 
[1] Bu konuda yazılmış güncel bir değerlendirme için bkz. “Toplumsal cinsiyet konusu ve yerleştirici siyaset”, Metin Çulhaoğlu, soL Portal.
[2] Sexual Revolution in Russia, Igor S. Kon.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam