12/09/2008 | Yazar: Ali Erol

 12 Eylül askeri darbesinden bu yana 28 yıl geçti. Transeksüel Bülent Ersoy’un sahne yasağı ile arada bir anılsa da ‘12 Eylül’ pek çok kişi için çağrışımdan uzak bir takvime işaret edebiliyor.

 12 Eylül askeri darbesinden bu yana 28 yıl geçti. Transeksüel Bülent Ersoy’un sahne yasağı ile arada bir anılsa da ‘12 Eylül’ pek çok kişi için çağrışımdan uzak bir takvime işaret edebiliyor. En son Ergenekon’la birlikte darbe zihniyetinin değişmediğini ve üzerinden 28 yıl geçse de ‘12 Eylül’ müdahalesinin yerine göre sivil veya üniformalı kılıklara bürünerek kendini sürekli kılabildiğini yaşıyoruz.



Seksenli yılların ikinci yarısında arayışlara başlayan, ilk kıpırdanmaların görüldüğü ve diyebiliriz ki eşcinsel mücadelenin başladığı yılların üzerinden bile yıllar geçti. Darbe döneminde, seksenlerin ilk yarısında daha çocuk, en fazla ilk ergenlik döneminde olan bizim gibiler bile 12 Eylül’e tam tanıklık edemedik. Takvimlerin 12 Eylülü gösterdiği günü hatırlattığımızda ‘seksen doğumlular’ ile hele ki ‘90 doğumlular’, ‘e, takvimler 12 Eylülü gösteriyorsa n’olmus!’ diyebiliyorlar.

Ortaokula başladığımızda son otobüs geri kalanları da toplayıp götürmüş ve tek başımıza kalmıştık. Askeri müdahalenin siyasi ve sosyal hayata indirdiği darbenin ardından geri ne kaldıysa her şeyi, dinden cinselliğe, modadan politikaya dair kendi cümlelerimizi kurmaya, biraz da sezgilerimizle keşfetmeye ve birbirimizi bulmaya yönelmiştik.

12 Eylül ve eşcinseller

Askeri cuntanın metropollerden sürmeye kalktığı eşcinseller ve travestilerin daha Eskişehir’e varmadan Kartal’da mı yoksa Gebze’de mi trenden atladıklarına dair söylentilerin doğrusunu eşcinsel sözlü tarihimizde kayıtlara geçirebiliriz. 12 Eylül eşcinselliğe dair asıl darbeyi, eşcinselleri ‘suçu olmayan suçlu’ ilan ederek indirdi. 12 Eylül politikalarıyla medyada, sosyal hayatta, şehrin sokaklarında, parklarında eşcinsellere yönelik başlatılan yasadışı sürek avının gasp, darp, kayıtlı ve kayıtsız gözaltı ve işkencelere kadar hoyratlaşmasında en küçük bir çekince duyulmadı. Onursuz ve ahlaksız addedilmek mesele değildi, 12 Eylül zihniyetiyle ekonomik ve sosyal statüsü fark etmeden eşcinsellerin özgüvenleri gasp edildi.

kaosgl.org’da 12 Eylül’ü sorgulamak istedik. 12 Eylül ve eşcinsellik dersek, hangi cümleleri kurabileceklerini sorduk LGBT’lere. 12 Eylül deyince ne hatırlıyorsunuz? Aklınıza ilk ne geliyor? Bir eşcinsel olarak ‘12 Eylül’ sizin için ne anlam ifade ediyor? 12 Eylülde neredeydiniz; hayatınızı nasıl etkiledi; hayatınız nasıl değişti? Günümüzdeki eşcinsel hayatlara dair 12 eylülün izleri diyebileceğiniz etkiler olduğunu düşünüyor musunuz?



‘Bir eşcinsel olarak ‘12 Eylül’ benim için boşlukla eş değer’

Lale DÜŞNAR (Ankara, 49):

12 Eylül deyince aklıma ilk gelen ‘yitik bir kuşak ve zulüm/terör’. Hatırladıklarım, daha doğrusu unutamadıklarımsa ‘hayatımın özü’, yani beni ben yapanlar. Şiddet ve yasaklar üzerine kurulmuş, yedisinden yetmişine herkesi apolitize etmeyi, sustalı maymuna çevirmeyi amaçlayan, utanılası bir dönem.

Bir eşcinsel olarak ‘12 Eylül’ benim için boşlukla eş değer. O dönem, ‘Kutsal aile’ adına muhalif/özgürlük yanlısı heteroseksüellerin cinselliğinin dahi yok sayıldığı bir sistemde eşcinselliğin adı bile yoktu ki.. Ortalıkta tek bir eşcinsel ya da travesti-transeksüel görmek imkânsız ötesiydi.

‘Darbe ile birlikte hayatım askıya alındı!’

12 Eylül’de üniversitede, üçüncü sınıftaydım. Darbe ile birlikte hayatım askıya alındı! Duygularım, sevgilerim, sevdiklerim, umutlarım, geleceğe, örgütlenmeye ve demokrasiye inancım... Hayatımda yeni bir sayfa açıldı, açılmak zorundaydı: Gizlenmek, sinikleşmek ve hafızamı silmekten ibaret yeni bir sayfa. Kaybolan insanlar, gençliklerini cezaevlerinde işkencelerle geçirenler, aşağılanmanın yarattığı travmayı asla üzerinden atamayanlar, yürürken bile aniden kopan kurşun fırtınasında en sevdiği arkadaşını kanlar içinde yere yığılmış bulanlar, üniversiteli olmanın dayak yemekle eş anlama geldiği eğitim yılları..

‘12 Eylül ve eşcinsellik’ten önce galiba ‘12 Eylül ve cinsellik’ demek daha doğru. Bırakalım resmi otoritenin baskısını, dünyayı değiştirmeye soyunmuş devrimcilerin bile (ne yazık ki kendilerini değiştirmekten aciz devrimcilerin) kadın-erkek ilişkilerindeki duygusuz pragmatikliği (kimin kiminle beraber olacağına dahi karar veren bir merciinin varlığı) korkunç bir şeydi.

‘12 Eylül, eşcinselleri bir iki şehrin gettolarına sıkıştırdı’

Darbe düşünmeyen, sorgulamayan, daha da muhafazakâr, para ve erkin tek değer olduğuna inanan nesiller yarattı. Komünizm korkusunun(!) karşısına dini koyarak bugünün tohumlarını da attı. 2008 yılında, Eşcinsellerin dışlanmışlığı, horlanmışlığı ve birkaç büyük şehrin gettolarına sıkışmışlığının en büyük nedeninin de bu ‘bilinçli şekilde yaratılmış’ süreç olduğunu düşünüyorum.

‘Devletinden korkan toplumun temellerinin atıldığı dönem’

Oko (Eskişehir):

12 Eylülü belki anlatamam. Çünkü ben görmedim. Orada değildim... Yaşamadım... Keşke imkanı olsa babam veya büyüklerim anlatabilse...
Ama duyduklarım var. Babamın kitaplarının yakıldığı, komşularının evlerden götürüldüğü, insanların yok edildiği, işkence sesleri dışarıdan duyulmasın diye cezaevlerinde yüksek sesle müzik çalındığı, küpe çalan bir kadının bile siyasi mahkûmlarla işkence gördüğü bir dönem...

Biz orada değildik, yaşamadık... Ama bildiğim bir şey var. Bugünkü zayıf, korkak, Devletinden korkan toplumun temellerinin en güzel atıldığı dönemdir...

‘Ben 12 Eylül’ü 90’larda yaşadım. 10 küsur yıl sonra olması hiç fark etmedi!’

Hasan (Londra):

12 Eylül’de 3 yaşındaydım ama evet benim için çok şey ifade ediyor. Dün akşam bir kez daha ‘babam ve oğlum’ filmini izledim. Oradaki işkence sahneleri ile benim yaşadıklarımın bir farkı yoktu. Sanırım ben 12 Eylül’ü 10 küsur yıl sonra yaşadım..

12 Eylül denilince aklıma sokaklardan geçen askerler, işkence ev baskınları, yakılan kitaplar, cezaevleri geliyor.
Ben tüm bunları 12 Eylül 1980’de değil 1990 ve sonrasında yaşadım. 10 küsür yıl sonra olması aslında hiç fark etmedi.
Evimizin bulunduğu, çocukluğumun geçtiği sokağı hep polis arabaları, sivil polis ekiplerinin baskınları ile hatırlıyorum. Kaç defa olduğunu hatırlamıyorum ama evimiz en az 8 - 10 kez basıldı polis tarafından.

Annem korktuğu ve okuma yazma bilmediği için en anlamsız, sıradan kitapları bile sobada yaktı. 4 - 5 defa polis tarafından gözaltına alındım ve işkence gördüm. 7 yıl cezaevinde yaşadım.



‘Polislerin işkencesini ‘solcular’ın tacizi ve psikolojik şiddeti takip etti’

Bana "solcu olduğum", "teröristleri desteklediğim", "yasadışı gazete okuduğum", "yasadışı gösteriye katıldığım" için işkence yapıldı ama eşcinsel olduğum için bu işkencelerin bir parçası olarak cinsel tacize uğradım. Tecavüz edildi. Onurum ve kişiliğim eşcinsel olduğum için aşağılandı ve polisler gibi "solcular" da kendi düşünce biçimleri içinde eşcinsellik ve solculuğu yan yana getiremedikleri için polislerin işkencede yaşattığı taciz aşağılama ve psikolojik şiddeti solcuların arasında da yaşadım.

‘12 Eylülün bendeki karşılığı korku!’

Bugüne kadar bu konuları ayrıntılı olarak hiç kimseyle konuşmadım, yazmadım.

İnsanlar "Hasan cezaevinde kaldı, işkence gördü, tecavüze uğradı" diye biliyorlar ama ne nasıl oldu? Ne yaşadığıma dair oldukça az konuştum, sanırım kendimi hazır hissetmedim hiç. "Hazır hissetmedim" derken bu durumun önemli bir boyutu hatırladığımda, düşündüğümde ya da insanlarla paylaştığımda canımın yeniden yanacağı korkusuydu.
Evet, 14 yaşımda yaşadığım işkencenin fiziksel acısını şu an yaşamıyorum ya da 19 yaşımda uğradığım tecavüz fiziksel olarak acı vermiyor şu an ama bunları düşünmek, bu konuda konuşmak bile acıtacakmış gibi korktum.
Sanırım 12 Eylül ya da 12 Eylül politikaları bende bugün bu korku olarak yaşıyor.

‘Homofobi sessiz ve patlamaya hazır bir bomba gibi tehdit’

Yaser (Kayseri):

Bülent Ersoy örnek olmalı mıdır ya da kötü bir örnek midir? 12 Eylül döneminde çok sıkıntı çektiği ve yasaklandığını unutmak mümkün müdür? Ülkemizde her yasak prim yapar dercesine çok iyi paralar kazanmışsa da yurtdışında acaba kaç kişiye gülmüştür bu şans? Düşünmek lazım dostlar, düşünmek lazım arkadaşlar, hem de iyice.

Hoşgörülüyüz diye geçinip; erkek adamın erkek sevgilisi olur dercesine ağız kalabalığı yapmayı, hayatının çıkışını geylere bağlayıp sanki lütfeden insanların çoğaldığını sandığımız çıkar arenasında yine de homofobinin sesiz ve patlamaya hazır bir bomba gibi tehdit oluşturduğunu görmemek için aptal olmak lazım. Sonuç derin bir yalnızlık ve içedönüş yolculuğu ve güvensizlikle dolu gecelerde yatağında yalnız uyumak karanlığa baka baka. Bunu mu hak ediyoruz? Hayır diyen çoğunluğun çığlıklarını hissedebiliyorum. Bunu yönlendirme yapmak olarak kabul ediyorsanız izninizle bu hakkımı kullanmak istiyorum. 9 Eylül salı günü Hürriyet 13. sayfada çıkan yazıda ‘dünyada gey turizminin büyüklüğünün 60 milyar dolara ulaştığı ve gey turistlerin rotalarını Bodrum ve güney Ege sahillerine çevirdiği’ yazıyordu. Yine tek korku ve kuşku hoşgörü sınırlarını zorlanıp zorlanmayacağı. Biraz akıllı olmak, kucaklamak lazım tüm insanları ayrım yapmadan. Çünkü herkes kendi hayatını ve doğrularını yaşar sonuçta. Güzel bir söz duydum onla noktayı koymak istiyorum izninizle: Bana ihaneti öğreteni terk ettim, bana sadakati öğretene ibadet ettim.

‘12 Eylülü hatırlamıyorum ama izleri ile büyüdüm’

Umut Güner (Ankara, 31):

Öncelikli ailem içinde özellikle babam üzerinden işkenceyle geçen günler olarak hatırlıyorum. Aslında ben hatırlamıyorum, babam kafasına estikçe anlatıyor 12 Eylül işkence anılarını. Ben çocuktum çok fazla hatırlamıyorum. Ama 12 Eylülün izleri 80’lerin ikinci yarısına kadar devam ettiği için doğal olarak 12 Eylülün izleri ile bende büyüdüm.

Polisten korkmam gerektiğini annem ve babam 12 Eylül anılarını anlatarak öğrettiler. Her yerde özgürce konuşmamam gerektiğini gene 12 Eylül sayesinde öğrendim. Sonrasında da on senede bir darbeyle gelişmiş bir cumhuriyetin çocuğu olarak 90’lı yılları darbe olacak mı korkusu ile geçirdim. Sonrasında post modern darbeleri izler buldum kendimi. Bugün 12 Eylül bana demokratik bir toplum olmamızın önündeki engellerden biri olarak duruyor.

Bunun yanında 12 Eylül hakkında halen konuşamıyor olmamız da çabası. 12 Eylülde binlerce insan susturuldu. Onlarca aile parçalandı. Binlerce insan işkenceye ve kötü muameleye maruz kaldı. 12 Eylül aslında sırf bu yüzden Türkiye’deki bütün toplumsal kesimleri güçsüzleştirdi diyebiliriz.



‘Karşı çıktığımızın TCK maddeleri olduğunu hukuk fakültesinde öğrendim’

Yasemin Öz (İstanbul, 34):

12 Eylül deyince aklıma gece yarısından sonraki sokağa çıkma yasakları geliyor önce. 6 yaşındaydım, ailemle misafirliğe gitmiştik. Gece 12:00’ye geliyordu saat ve ben o saatten sonra dışarı çıkmamamız gerektiğini biliyordum. Nereden öğrendiğimi hatırlamıyorum, ailemden mi, televizyondan mı, radyodan mı? Korkuya kapılıp annemle babama eve gidelim diye tutturmuştum. Ama geç kalmıştık ve gece yarısını geçmişti. Gece yarısından sonra evimize dönerken yolda devriye gezen jandarmalarla karşılaştık. Ne kadar korktuğumu hala hatırlıyorum. Annemle babamı alacaklar zannetmiştim. Ama bize soru bile sormadılar, aile olduğumuz çok belli olduğu için, Denizli’nin küçük bir ilçesinde yaşadığımız için olabilir.

Elbette o sıralar üniversite öğrencisi olan dayılarımın gözaltına alınmış olmasını hatırlıyorum. Gördükleri işkencelerin hikâyesini yıllar sonra ucundan kıyısından duysam da, o zaman karakolda dayak yediklerini de hatırlıyorum. Ailemin sendikalı olmasından korkularımı, yakılan, gömülen, saklanan kitap hikâyelerini…

‘Askerler gitsin diye oylar Özal’a’

Çok uzun süren askerler döneminden sonra Özal diye bir adam türediğini ve evde askerler gitsin diye Özal’a oy mu versek tartışmaları olduğunu, tartışmalar sonunda babamın askerler gitsin diye oy verdiğini ama annemin buna razı olmadığını ve oy vermediğini de hatırlıyorum.

Bir de 12 Eylül’de yurt dışına kaçan Bülent Ersoy’un ameliyatla kadın olduğunu, Türkiye’ye geri gelebilmesi için Semra Özal’ın oldukça uğraştığını ve nihayet kadın olarak gelebildiğini hatırlıyorum. Bu hikâye aklımı çok karıştırdığı için sanırım.

Ama en net hatırladıklarım 12 Eylül öncesi. Çocukluğum en eski net anısı bir mitinge dair. Bir sinema salonundayım, yanımda teyzem var. Üstümdeki bana büyük gelen annemin ördüğü yeşil hırkayı bile hatırlıyorum. Sinema salonunda (eski sinema salonlarında olan) açılır kapanır tahta koltuklar var. Bütün salon ‘141, 142’ye Hayır!’ diye bağırıyor. Coşkudan etkilendiğim için ben de aynı şekilde bağırıyorum. Etraftakilerin hoşuna gidiyor, beni koltuğun üstüne çıkarıp dikiltiyorlar. Ben de onları taklit edip sol yumruğumu havaya kaldırarak aynı şekilde bağırıyorum. Ne söylediğimi bilmiyorum elbette. Cahilce ama karşı çıktığımız şeyin Türk Ceza Kanunu maddeleri olduğunu ancak hukuk fakültesindeyken anlayabilmiştim.

O günden bana başka bir anı daha kalmış, bunu yıllar sonra ailemle yaptığım bir sohbet sırasında tesadüfen çözdüm. 20’li yaşlarımın ortalarına kadar sıklıkla rüyalarımda polis veya asker tarafından kovalandığımı, dizlerimde derman kalmadığı için durup teslim olmaya karar verdiğimi görürdüm ve tam yakalanacağım sıra uyanırdım.

1993 veya 1994 yılıydı, tam hatırlayamıyorum, YÖK’ün üniversite harçlarına yaptığı zammı Kızılay’da öğrencilerle protesto ederken aramıza coplarla dalan polislerden kaçıp kurtulmayı başarana kadar gördüm bu rüyayı.

O rüyanın nedenini ise ailemle konuşurken çözdüm. Anlattığım anıdaki mitinge giderken şehir girişinde jandarmalar otobüsümüzü çevirmiş, tüfeklerini doğrultmuşlar ve saatlerce bekletip arama yapmışlar. Nedense bu anıyı silmişim ama izleri yıllarca kalmış.

‘12 Eylülün kalıcı izi korkuydu’

Elbette anılar kafamda gerçekte olduklarından farklı canlanıyor olabilir, ayrıca küçük bir çocuğun aklının oyunları da olabilir, bu büyük halimle aradan geçen zaman anıları farklılaştırmış da olabilir üzerine yeni yüklemeler yaptıkça. Ama bence önemli olan bende hangi izlerin kaldığı. Küçük bir çocukken asker ve polislerin iyi insanları sevmediğini, çünkü sevdiğim ve iyi olduklarına emin olduğum herkesi korkuttuklarını ve hapse attıklarını düşünürdüm ve onları gördüğümde korkardım. 12 Eylül’ün bende bıraktığı en temel iz buydu sanırım, korku…

12 Eylül’de küçük bir çocuktum. Dalga geçilen bir ‘Erkek Fatma’ olmak dışında eşcinselliğimin farkında da değildim. O yüzden anılarım eşcinselliğe dair değil. 12 Eylül içimde yalnızca ve hâlâ çocukça bir korku uyanıyor. Ama 12 Eylül’ün, tıpkı 2. Dünya Savaşı’ndaki eşcinseller gibi, pek çok eşcinselin, travesti ve transeksüelin yaşamında ağır bedellere mal olduğunu, sürgünleri, sahne yasaklarını beraberinde getirdiğini artık biliyorum.

Etiketler: yaşam
İstihdam