28/04/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

16 Nisan 2010 Cuma akşamı, Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen Radyo Bilkent Kırmızı Alarm Partisi’nde, iki eşcinsel öğrenciye nefret saldırısı düzenlenmiş.

16 Nisan 2010 Cuma akşamı, Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen Radyo Bilkent Kırmızı Alarm Partisi’nde, iki eşcinsel öğrenciye nefret saldırısı düzenlenmiş. Gelen haberlere göre, partide güvenliği sağlamakla görevli elemanların bu saldırıyı önlememeleri ve ciddiye almamaları sonucunda, bu iki arkadaşa daha sonra, parti dönüşü yurtlarına dönerken, çevrede insanların olmadığı yurtlar kavşağında yeniden saldırılmış. Saldırıya uğrayan öğrencilerin Atatürk Hastanesi’nden darp raporları var.

Böyle bir saldırı, tabii ki Bilkent Üniversitesi gibi aydınlık sandığımız bir eğitim enstitümüze yakışmıyor. Bu parti sırasında görevini yerine getirmeyen güvenlik elemanları, saldırıya uğrayan öğrenciler tarafından güvenlik merkezine şikâyet edilmiş. Takipçisi olacağız. Saldırıyı yapan öğrencilerin bir üniversite kampüsünde işledikleri “nefret suçu” da öyle “testosteron fazlalığı” ile falan açıklanabilecek, hafife alınacak bir şey değil. Bana, bu haber muhteşem bir İsmet Ay hikâyesi hatırlattı.

Yıllar önce meşhur Çiçek Bar’da ünlü oyuncu İsmet Ay’ı, orada burada bir iki yazısı çıkmış, kendini artık yazar oldum sanan, genç bir gazeteci sıkıştırmakta. “İsmet Abi senin için ibne diyorlar. Bu işin aslı astarı nedir?” diye sorar. İstifini hiç bozamayan muhteşem insan, büyük oyuncu İsmet Ay “Hayır çocuğum, ben eşcinselim. İbne olan sensin” diye cevaplar. Rahmetle anıyorum.

Ekim 2007’de bu köşede “NEFRET SUÇU NEDİR?” diye bir makale yazmıştım. Türk Basını’nın belki de ilk nefret söylemi ve nefret suçları yazısı olan bu makalede, nefret suçunu şöyle tarif etmişim: “Bazen de “önyargının tetiklediği suçlar” adı altında bilinen nefret suçu insanın ırk, din, cinsel yönelim, özürlü olma, etnik farklılık, milliyet, yaş, cinsiyet, cinsiyet kimliği veya politik düşüncesinin farklılığı nedeniyle maruz kaldığı suçun adıdır. Nefret suçları diğer suçlardan farklı, çünkü her ne kadar bu suçlar bireylere karşı işleniyorlarsa da aslen hedef alınan o bireyin üyesi olduğu sosyal grup. Örneğin ABD’de en çok görülen nefret suçu ırkçılıktan kaynaklanan suçlar. Bu suçun en büyük hedefi Afrika kökenli zenciler. Bu grubu beyaz oldukları, Musevi oldukları, gey oldukları ve Latin kökenli oldukları için saldırılara uğrayan gruplar izliyor.”

O zaman homofobiden çok çekmiş bir arkadaşım “Yazını çok beğendim, kalemine, yüreğine sağlık ama burası Türkiye, nefret söyleminin ve suçunun ne olduğunu ve ciddiye alınması gerektiğini ne zaman anlarız sanıyorsun?” diye, sormuştu. Ben de “ABD veya AB söylerse, dayatırsa belki gündeme gelebilir” diye acı acı gülmüştüm.

İnsan önünü o kadar görebiliyor... Nereden bilecektim ki ben o yazıyı yazdıktan yaklaşık üç sene sonra, “nefret suçları” Türkiye’nin gündemine bir dizi “yumruklama eylemi” ile arzı endam edecek? Önce Ahmet Türk, sonra da Bakan Taner Yıldız nefret suçu kurbanı oldular. Bilkent Üniversitesi’ndeki iki eşcinsel arkadaş, eşcinsel oldukları için saldırıya uğradı. Ahmet Türk, Kürt olduğu için yumruklandı. Bakan Taner Yıldız ise politik düşüncesinden dolayı yumruğu burnuna yedi.

Umarım TBMM üyeleri gerekli dersi çıkarır. Nefret Suçları’nın tanımlanma zamanı, ceza kanunumuza girme zamanı geldi. Üniversitelerimizin yöneticilerinden milletin temsilcilerine kadar, bütün düşünen, hakikaten bu ülkenin insan haklarına saygılı bir yer olmasını isteyen, hukukun üstünlüğünü isteyen, toplum barışına önem veren herkesten, naçizane, yazımı okumalarını rica ederim.

Bilkent Üniversitesi’nin duyarlı bir grup öğrencisi Facebook’ta bir site açmışlar. http://www.facebook.com/?ref=home#!/group.php?gid=120063618007114&v=wall 2.600’ün üzerinde üyesi var aşağıdaki tekerlemeler gibi yazışmalara ev sahipliği yapıyor. Umut yine gençlerde.

“ne venüslü ne de marslıyız
aksine gerçek dünyalıyız
değil hayatımız çok farklı
benzerimize sevdalıyız!”

1 MAYIS yaklaşıyor. Bakmayın siz AKP’nin memlekette yaratmaya çalıştığı “Valimiz, Başbakan ve Bakanlarının onayı ile Taksim’e izin verdi!” havasına... Taksim işçilerin, 1977’den beri her türlü olumsuz ortama rağmen verdikleri kararlı mücadele sayesinde açılıyor. DİSK, KESK gibi konfederasyonlardan ve Türk-İş’in bazı üye sendikalarından bahsediyorum. “Ne olacak canım iktidarla çelişmeyelim, başka yerde de kutlarız” diyen sarışınlardan bahsetmiyorum! TEKEL işçileri ile moral bulan emekçiler önümüzdeki cumartesi günü on binlerle Türkiye’yi Taksim’den sallayacak!

Etiketler: insan hakları
İstihdam