09/08/2012 | Yazar: Zeynep Akkuş

Dün sabah ekşi sözlük’te bakınırken sözlükçülerin tabiriyle ‘sol frame’de Yüksel Aytuğ’un adını ve hakkında yazılmış 20 küsur yorumu görünce (hayır, öldü sanmadım) ‘Kim bilir bu sefer ne yaptı’ dedim. Akşam saatlerinde, gün içinde yazılan yorum sayısı 170’i geçmişti.

Televizyon izlemeyi çok severim, hem de çocukluğumdan beri. “Belgeselden başka bir şey izlemem şekerim” diye kastırmaya hiç niyetim yok. Yabancı dizilerin hastasıyım. Özellikle de polisiyelerin. Televizyon alışkanlığım, yetmişli ve seksenli yılların efsanevi “TV’de 7 Gün” gibi dergilerini ve sonrasında gazetelerdeki televizyon eleştirmenlerini takip etmemi de beraberinde getirdi. Bir Atilla Aydoğdu gibibüyük keyif alarak okuduğum yazarlar var, bir de zaten evime sokmadığım gazetelerde yazan, ancak vukuatından takip ettiklerim.
 
Yüksel Aytuğ gibi.
 
Dün sabah ekşi sözlük’te bakınırken sözlükçülerin tabiriyle “sol frame”de Yüksel Aytuğ’un adını ve hakkında yazılmış 20 küsur yorumu görünce (hayır, öldü sanmadım) “Kim bilir bu sefer ne yaptı” dedim. Akşam saatlerinde, gün içinde yazılan yorum sayısı 170’i geçmişti.
 
Yüksel Aytuğ ilk kez, birkaç yıl önce kopardığı homofobi tufanıyla dikkatimi çekmişti. BBC Prime’da denk geldiği “The Line of Beauty” adlı dizi hakkında kaleme aldığı 19 Aralık 2008 tarihli Gay’ler Sevişti, Ortalık Karıştı yazısına1 Cumartesi gecesi kablodan ya da dijital platformlardan BBC Prime kanalını izleyenler, büyük bir şok yaşadı. Zira kanalın yayınladığı ‘The Line of Beauty’ adlı dizide iki erkek soyunup, sevişiyorlardı sözleriyle başlıyordu Aytuğ. Haydi onun kafasındaki birinin, yazısında seyircilerin “şok yaşadığını” iddia etmesini normal karşılayalım ama hemen devamında Ceplerden prezervatiflerin bile çıkarıldığı bu rezil sahne… derken, yetişkin insanların yanlarında prezervatif taşımasına, madem ki olay sevişmeye gelmiş dayanmış, o prezervatiflerin kullanılmak üzere bulundukları yerden çıkarılmasına duyduğu şaşkınlık ve bu şaşkınlığını, yazdığı cümlede “bile” sözcüğüyle pekiştirmesi tuhafıma gitmişti doğrusu. Aytuğ artık bir gaflet anına geldiği için mi, yoksa BBC Prime yetkililerini rezil rüsva etmek(!) istediği için midir bilinmez, yazısının sonunda kanalın -bir başka dizisi olan “Eastenders”la ilgili- yaptığı şu açıklamaya da yer vermişti: "Biz meseleye heteroseksüel ilişki ile homoseksüel ilişki arasında bir fark olmadığı görüşü ile yaklaşıyoruz. Ebeveynler bu dizi sayesinde çocuklarına cinsellik hakkında doğru bilgiler verebilirler."
 
Şimdi aynı Yüksel Aytuğ, “Kadınlık Olimpiyatlarda Ölüyor başlığını attığı 8 Ağustos 2012 tarihli yazısında2 kadın derneklerine olimpiyat oyunlarını şiddetle protesto etmelerini öneriyor. Sebep, kadınlar arası yüzme yarışmalarını izlerken “Havuzdaki hanımların, kadınlıkla ilgilerinin kalmaması” yönünde bir izlenime kapılmış olması. Aytuğ’a göre, Kadınlığın, analığın, bereketin simgesi olan göğüsler, hızı engelleyen birer "safra" olarak görülmüş olmalı ki, çocukluktan bu yana adeta budanmış”. (Hal böyleyken, olur da tarihteki Amazon kadınlarının yayı ve kılıcı daha iyi kullanabilmek için sağ memelerini kestikleri ya da yaktıkları yönündeki efsanelerle ilgili bir yazı yazarsa, hangi dehşetengiz ifadelerle karşılaşacağımızı varın siz hayal edin). Bazı kadın ciritçileri, güllecileri, güreşçileri, haltercileri, boksörleri saymıyor bile Aytuğ. Hele “Soğuk savaş döneminde, özellikle Doğu Bloku ülkelerinin kadın atletlerinin gerçekten kadın olup olmadığı tartışılır[mış]. Kullandıkları hormon ilaçları yüzünden bıyıklı kadın atletler(!) koşar[mış]” ki, “Dağlara taşlara, Allah kimsenin evladına vermesin” demeye getiriyor. Neyse ki, “Doping ve diğer kimyasalların spor sahalarından uzaklaştırılması yolunda alınan önlemler ve denetim teknolojisinin gelişmesiyle, bu insanlık dışı çirkin görüntünün biraz önü alınır gibi ol[muş]” yoksa “Kadın zarafetini ve nahifliğini, olimpiyat eliyle yok edece[kmişiz]”.
 
Bu yazıdan çıkan sonuca göre, Aytuğ’un zihninde, kadınlar için oluşturduğu belli bir güzellik ve vazife şablonu var. Böyle “kerameti kendinden menkul şablonlar”ın dışında kalan kadınların -ve de erkeklerin- son zamanlarda magazin figürleri ve birtakım kalemşorlar tarafından nasıl da türlü hakarete maruz bırakıldığının maalesef ilk örneği değil bu yazı. Onlara göre kadın, ancak ve sadece gazetelerin arka sayfalarında ya da seksi pozları için tıklandığı Internet sitelerinde yer aldığı haliyle güzel. Onlara göre kadın, vücudundaki bütün organlarını ancak ve sadece kendisine bahşedilen kutsal analık vazifelerini yerine getirmek için kullandığı, ortalığa bereket saçtığı sürece makbul. Bu kalıpların dışında kalanların kaderi, kahvehane köşelerinden tutun da ülkenin çok satan gazetelerinin sayfalarına kadar envai çeşit yerde erkeklerin eline, diline malzeme olmak.
 
Kısacık yazısına türlü hakareti sığdırabilmeyi başaran Aytuğ’un, faaliyet amaçlarından biri tam da oluşturulmaya çalışılan toplumsal cinsiyet algısını değiştirmek olan kadın örgütlerini, olimpiyatları protesto etmeye davet etmesi kusura bakmasın ama tek kelimeyle gülünç. Bu davetiyle Aytuğ, sözünü ettiği örgütler hakkında zerre kadar bilgi sahibi olmadığını ortaya koymakla kalmıyor, geçtiğimiz aylarda çeşitli protesto eylemlerine katılan örgüt üyesi kadınlara etmedikleri hakareti bırakmayan Emre Aköz ve Engin Ardıç ağabeylerinin yazılarını da hiç okumamış olduğunu fena halde ağzından kaçırıyor (Kadın örgütlerinden kastettiği, “Eşcinsellik hastalıktır” diyen Kavaf’a destek çıkan açıklamalarda bulunan örgütlerse, onlar kadınların cıscıbıl(!) ortalarda koşuşturmasına hepten karşı zaten).
 
Sürekli “Sizler çiçeksiniz” masallarıyla uyutulan kadınların yerleri ve görevleri bellidir. Kadın, evinin dört duvarı arasında huzur ve güven içinde yemeğini pişirmeli, çocuklarını büyütmeli, akşam belli bir saatten sonra da süslenip püslenerek işten gelecek kocasını karşılamayı beklemelidir. Erkekler her ihtiyaçlarını seve seve karşıladıkları karılarının çalışmasına, evden çıkıp yorulmasına “kıyamazlar”. Günümüzde artık sıkça rastladığımız fetva niteliğindeki birtakım açıklamalarda, boşanmaların artmasına gösterilen en önemli nedenlerin başında kadınların çalışmasının gelmesi, sorunun “kıyamamak”tan çok farklı olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Sibel Üresin, Sema Maraşlı gibi “yaşam koçları”nın, çalışma hayatına atılan kadının “erkeksileştiği” biçimindeki açıklamalarının, Yüksel Aytuğ gibi ilk bakışta bambaşka bir yaşam tarzına sahip olduğu düşünülen birinin yazısında, spor bağlamında da olsa yankılandığını okumak, bu ülkede sıkça rastladığımız için artık kanıksadığımız sayısız tuhaflıktan biri.
 
Aytuğ’a hatırlatmaya belli ki gerek var, tıpkı sanatın çeşitli dallarında olduğu gibi, sporla uğraşmak için de belli fiziksel özelliklere sahip olmak gerekir. Bale için nasıl belli bir kiloyu aşmamak gerekiyorsa, örneğin bir jokeyin de fazla uzun boylu olmaması beklenir. İstisnaları olmakla birlikte en kısa basketbolcular bile ortalamanın üstünde boya sahiptirler. Gülle atma, halter, boks, güreş gibi dallarla uğraşan sporcular, değişik kilo kategorileri olmakla birlikte, kadınıyla erkeğiyle yapılı, cüsseli kimselerdir. Çok genç yaşlardan itibaren gönül verdikleri spor dalına hazırlanan; ona göre beslenen, ona göre belli takviye maddeleri alan, pek çok kişinin altından kalkamayacağı kadar sıkı bir disiplin içinde yaşayan, kısacası ömürlerini spora adayan bu sporcuları birer “ucube” gibi resmetmek, en hafif tabiriyle vicdansızlıktır ve bahsi geçen kadın sporcuların hiçbiri, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, kendilerine hangi hormonları basarlarsa bassınlar, şu yazı kadar “insanlık dışı, çirkin görüntü” oluşturmayı becerememişlerdir, beceremezler de.
 
2008 yılında erkek eşcinselliğini hedef alan Aytuğ’un, dünkü yazısında da kadına dair güzellik anlayışını sorgulaması, kendi içinde son derece tutarlı ve birbirini tamamlayan hareketler. “Kadın kadın gibi, erkek erkek gibi olacak, rolünü şaşırmayacak” diyen ne ilk, ne de son kişi Aytuğ. Ne var ki, bugün yazdığı yazıya alkış tutan güruh, yarın sokakta karşılaştığında at kuyruğu biçiminde topladığı uzun saçı ve hatta top sakalı yüzünden aynı Aytuğ’a, burada dile getirmek istemediğim türlü hakareti sıralayabilir.
 
Tribünlere oynamak her zaman, acısı iş işten geçtikten sonra çıkan en büyük tuzaklardan biridir.
 
(Bugün köşesinde bir özür yazısı3 yayımlayan ve hayatında hiç bu kadar yanlış anlaşılmadığını ileri süren Yüksel Aytuğ, “(…) Ben kadın ruhunu, kadın zarafetini, analığı müdafaa etmeye çalıştım, hepsi bu. (…) Dünyada benim gibi kadınlığı önemseyen herkesten özür dilerim” gibi sözleriyle aslında ne kadar doğru anlaşıldığını teyit etmekten başka bir şey yapmamış.)
 
(1) http://arsiv.sabah.com.tr/2008/12/19/gny/aytug.html
(2) http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/aytug/2012/08/08/kadinlik-olimpiyatlarda-oluyor

(3) http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/aytug/2012/08/09/linc-etmeden-once 

Konuyla ilgili köşe yazısı: Sayın Yüksel Aytuğ Bir Zahmet Hitlerleşmeyin!


Etiketler: medya
İstihdam