17/12/2010 | Yazar: KAOS GL

“Koğuş Kalk!” diye bağıran nöbetçinin o ilk acemice çabası, o haykırış, neden farklı duygular hissetmesine yol açmıştı?

“Koğuş Kalk!” diye bağıran nöbetçinin o ilk acemice çabası, o haykırış, neden farklı duygular hissetmesine yol açmıştı? Acaba yalnızca ben miyim bu duyguları hisseden diye geçirdi içinden. Yalnızca ben miydim burda “farklı” yürüyen?
 
1. Bölüm: Başlangıç!                                          
 
Nöbetçinin sesiyle, sabahın erken saatinde uyanmıştı Bay X. “Koğuş kalk!” İlk gün, ilk heyecan, ilk hayal kırıklığıydı belki de bu yaşadığı. Adımını attığı o ilk andan beri, içinde başaracağına dair bir düşüncesi vardı Bay X’in. Elindeki o her geçen dakika, kendisine daha ağır bir yükmüş gibi gelen bavulunu koyduğunda, acemice tanımadığı onca insana kayıtsız gözlerle baktığında, hala cesur olduğuna dair bir düşüncesi vardı içinde. Evinden, o sıcacık odasından kilometrelerce uzakta olsa bile, bu zorluğun üstesinden geleceğine dair bir inancı vardı yüreğinde. Evet başaracaktı Bay X.
 
Sancılı bekleyişlerden sonra, kalacağı koğuşa girdiğinde hazırım demişti kendine. Geri dönemeyeceği bir yola girdiğinin farkındaydı çoktan, ta en başından bilincindeydi bu gerçeğin Bay X. İstanbul’dan Sivas’a gidecek otobüse gözlerinden süzülen yaşları durduramayarak bindiği o yıkıcı, o yakıcı andan beri. Otobüs camından ardında bırakacağı sevdiklerine bakarken ve son veda anlarını onlara gülümsemeye çalışarak harcarken o göz yaşlarına rağmen, evet anlamıştı Bay X, özlemin o karşı konulamaz yalnızlığını. Ne tuhaf! Daha o zamandan o özlem duygusunu hissetmeye başlamıştı. Oysa mesafeler kesindi Bay X için. Ayrılıklar neden böyle hüzünlüydü onun için?
 
“Koğuş Kalk!” diye bağıran nöbetçinin o ilk acemice çabası, o haykırış, neden farklı duygular hissetmesine yol açmıştı ki şimdi? Acaba yalnızca ben miyim bu duyguları hisseden diye geçirdi içinden. Yalnızca ben miydim burda “farklı” yürüyen?
 
Her şeye hazırım diye yola çıkan, kendisine karşısına çıkabilecek zorluklar karşısında daha en başından telkinde bulunan kişi yine kendisi değil miydi Bay X’in? Cesur değil miydi yoksa gerçekten o hissetmeye çalıştığı kadar? Neden böyle tuhaf, neden böyle yabancı hissetmişti kendini bu ortama, bu etrafındaki insanlara Bay X?
 
Bir an için etrafına baktı, kendisini bir görmeye çalışacağı insanları kayıtsız gözlerle karşıladı. Telaşla yataklarından kalkıp hazırlanmaya çalışanlar, biraz daha uyuyabilmek için çocuksu bir çaba sarf edip yorganı yeniden kafalarına çekenler, belki bir kaç dakika için bile olsa, kaldıkları o güzel rüyalarına devam etmek isteyenler... Kayıtsız ve kararsız bir kaç dakika bekleyişten sonra, üstünde yattığı ranzadan indi yavaşça Bay X. “Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım.” Evet işte başlıyordu, başlıyorduk.
 
“Ne yapacağım? Tıraş olmalıyım, ardından evet botlarımı boyayacağım ve daha sonra kahvaltı faslı. Haydi Bay X.” Kendi kafasında sıralamaya çalıştığı mecburiyetleri uygulamaya geçti Bay X. Dolabı en uçtaydı ve o uca ulaşabilmek için ya yolunu engelleyen hoyrat kalabalığın çıkmasını beklemeli ya da kendisi de bu kalabalığın içine karışıp, vakit kaybetmeden o ilk adımı başarıyla tamamlayıp, amacına ulaşmalıydı.
 
Dolabına ulaşabilmesi için biraz mücadele etmesi gerekiyordu Bay X’in. Elinden geldiğince sabırlı ve aynı zamanda nazik olmalıydı belki de. Yabancılar... O da her zaman, yabancıların nezaketine sığınmamış mıydı?
 
İlk gündü ve hayır, daha şimdiden merhabayı bile geçmeyen diyaloglara girdiği insanlara ters düşmek ve nedensiz, belki de gereksiz bir tartışmanın içine girmek istemiyordu Bay X.  Nihayet, ilk adımı tamamlamıştı. Zaman önemliydi bu girdiği yeni ortamda ve o da bu gerçeği her geçen dakika daha net anlıyordu. Dolabına ulaşabilmek ve gerekli malzemelerini alabilmek için harcadığı “gereksiz” zaman kaybını, yapması gereken öbür işlerin süreçlerini hızlandırarak telafi etmeye çalıştı. Kalabalıkla beraber helaya girdiğinde karşılaştığı manzara tam bir hayal kırıklığıydı Bay X için. Lavabolar çoktan kapılmış, zamanı daha iyi kullananlar kendisinden çoktan bir adım daha öteye geçmişlerdi bile. İşin daha da kötüsü, sıra bekleyenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çoktu. Kendisine daha çabuk geleceğine inandığı sıraya girdi. Acaba tek neden bu muydu? Sırada kendisiyle bekleyenlerin ve daha yeni yeni lavaboya gelenlerin  varlığı, o kadar da çaresiz bir durumda olmadığını hissettirdi Bay X’e. Nedensiz bir gülümsemeyle bakındı etrafa. Bir an onu dikkatle izleyen bir çift göz gördü. Bir anlık bakışma sonucu kafasını öbür yana çevirdi Bay X. Acaba hâlâ bakıyor muydu kendisine o kara gözler? Acaba o gözler hâlâ kendisinin üzerinde miydi? Saçmalama diye geçirdi diye geçirdi içinden Bay X. Saçma!
 
Herhangi bir sırada herhangi bir şeyi beklediğinizde, yapmanız gereken genellikle iki şey vardır: Ya kalabalığın içinde kendi kendinizle, yalnızlığınızla kalıp, sıranın bir an önce size gelmesi için dualar etmek ya da sıranızın gelme zamanını beklerken, sizinle aynı ortak kaderi paylaşan insanlarla herhangi bir muhabbetin herhangi bir zamanının içine girmekti. Genellemelerin dışında tutabileceğimiz bir diğer durum ise, sıranın size gelmesini beklemeden, o sıradan ayrılmaktı. Kimi ortamlar için kabul edilebilir görünse de bu tutum, Bay X sıradan çıkmanın, önemli bir görevi yerine getirmemiş olmakla eşdeğer olduğunun bilincindeydi. Özellikle şu an ve şu ortam için. Bekleyecekti ve böylece o genellemelerin dışına çıkmayacaktı Bay X.
 
Önemli miydi konuştukları, önemli miydi arkasında sırasını bekleyen askere sorduğu sorular, ya onun sordukları? Hayır, hiç önemli değildi Bay X için. Sorulan soruları da, verilen cevapları da zamanla unutacağının farkındaydı Bay X. Amaç bu noktada, harcanılan o boş zamanları en olası verimli şekilde değerlendirebilmek ve o boşlukları farklı hayatlarla doldurabilmekti. Nihayet sırası geldiğinde, tıraşını olabilmek için harekete geçti Bay X. Aceleci hareketlerinin nedeni gerçekten zamanı daha iyi kullanabilmek miydi yalnızca? Yoksa... Yoksa sırada bekleyen diğer insanların, belki de o hemen arkasındaki yabancının harcayacağı değerli zamanını biraz olsun azaltmak mıydı? Tıraşını tamamladığında, aynada kendine baktı Bay X ve nihai bir sonuca vardı. “Hayır, o kadar da iyi biri değilim.”
 
Yerini az önce konuştuğu askere bırakırken, gülümsedi ona. O yabancı da bir an için gülümsedi ona. O bilindik laflar, o klişeler döküldü işte o an iki ağızdan: “Görüşürüz!” “Görüşürüz!”
 
Evet, kaldığı yerden hayat yeniden başlıyordu. Tıraş olundu, botlar boyandı, kahvaltı yine zorlu bir bekleyiş, sıkıcı bir sıranın ardından tamamlandı. Her şey hazırdı işte. Asıl şimdi başlıyordu belki de. Saatine baktı Bay X. Saat 06:00. Etrafına baktı çaresiz gözlerle. Nihayet, ne yapacağını bilmeyen, sigarayla zamanlarını öldüren kalabalığın içinde kendi mangasında bulunduğu bir kaç kişiyi gördü. İsimlerini bile daha bilmiyordu bu çocukların ama evet bir yerden başlamalıydı artık. Yanlarına gitti usulca, eller kamuflajın cebinde ve olabildiğince içten bir “merhaba” dedi yabancılara. Bu kadar nazik, bu kadar içten olmasına gerek var mıydı, bilmiyordu. “Neysem o’yum ben.” diyerek geçirdi içinden. Peki ya “onlar”? Zamanla anlayacaktı ki Bay X, bu ortamda daha önce duymadığı kadar küfrü işitmek zorunda kalacaktı. Böyle bir ortamda, nezaketin fazla bir işe yaramadığını da, evet zamanla anlayacaktı. Birden uzaklara daldı Bay X, konuşmalardan uzaklaşarak kendi kafasında eskiden kalma ama hâlâ tanıdık o düşüncelere daldı. Safiye Sultan’ın bir sözü geldi nedensiz aklına.
“Sözüm ki tek sana geçmez, celladımsın ey zaman!” Bay X, şimdi celladına sarılıyordu.
Zaman geçiyordu ve zamanla sevmeye çalışıyordu bulunduğu ortamı Bay X. Zamanla alışmaya çalışıyordu. Ama nedense, her geçen gün daha da daha da zorlandığını hissediyordu. Onlarca kişi içinde, samimi olduğu dört- beş kişiyle boş zamanlarında bile faydalı diyebileceğimiz sohbetler gerçekleştiriyordu aslında X. Bunun yanı sıra suskun kaldığı zamanlar da olmuyor değildi ama bunun nedeni onlardan ya da konuşulan mevzudan sıkıldığı için değil, yalnızca o an için sessiz kalmayı tercih etmesinden kaynaklanıyordu. Sigaralar yakılıyor, sigaralar söndürülüyordu ve bir muhabbetten bir başka muhabbete geçiliyordu. Yalnız olmadığını bilmek rahatlatıyordu Bay X’i ama ne olursa olsun, içinden çıkılması zor ikilemler, her geçen gün daha da keskin ve daha da kesin hissediliyordu. Üstüne üstlük, her ne kadar samimi arkadaşlıklar edinse de, yüreğinin taa derinliklerinden gelen ve her defasında bir inme gibi kendisi yoklayan sesleri susturmayı başaramıyordu. “Hayır salak, sen onlar gibi değilsin, bile bile kendini kandırıyorsun.” Çatışmaları yine başlıyordu içinde Bay X’in, bu sesler her duyulduğunda şiddeti de o derece artıyordu.Yo hayır, susturamıyordu içindeki bu serzenişleri X. Bu baskıya “Dur!” diyemiyordu. Susturmaya çalıştıkça, sesler daha da yükseliyordu sanki. 
- Aptal, kendini onlarla bir mi görüyorsun? Yazık sana! Sen onlar gibi—
- Sus
- Sen, onlar gibi—
- Sus diyorum sana, SUS.
Yürüyüşler başlıyordu yeniden ve her geçen gün ağırlık daha da belirgin hissediliyordu. Üstesinden gelebilir miydi Bay X’in tüm bunların. Gerçekten başarabilir miydi, başka çaresi var mıydı?
 
Hiç böyle bir ortama girmemişti ki Bay X. Zorlanması son derece doğal değil miydi? Üstelik kendisi de bilmiyor muydu etrafındaki insanların, onca yabancının da onunla benzer bir durum içinde olduğunu? Evet, onun gibi... Etrafında onun gibi... Benzer... Onun gibi... Var mıydı? “Yine başladık.”
Yürüyüşler ağırlaştıkça, o sesler de artıyordu, özellikle o kalabalık koğuş odasına döndüğünde, özellikle geceleri... O sesler desibelini arttırıyordu sanki. Başlarda fazla hissetmediği uyku sorunu zamanla daha hissedilir olmuştu. Gözlerini kapatıyor, uyumaya çalışıyor ama içindeki o sesleri susturamıyordu Bay X. Şeytanın sesi mi diye düşündüğü zamanlar oluyordu, işte o zamanlar delirmeye yakın olduğunu hissediyordu. Oysa çok erken değil miydi bu duyguların hissedilmesi için? Oysa çok erken değil miydi böyle seslerin, serzenişlerin?
 
Bazen, söylemek istediğiniz o kadar çok şey olur ki, yine de susmak zorunda kalırsınız. Yargılanacağınızı, yadırganacağınıza inanırsınız çünkü. Susmazsanız, dışlanacağınızı ve yalnız kalacağınıza inanırsınız. Yapayalnız. İşte bu inandıklarınızdır düşündüklerinizi sözlere düşmesini engelleyen, inandıklarınızdır o içinizdeki o saklı kalan cümleleri bir türlü dudaklardan düşüremeyen.
 
Susmak zorunda olduğuna inanıyordu X. En doğru olanın susmak olduğuna inanıyordu. Fakat işte içinde bir türlü susturamadığını sesler, onu içinden çıkılması zor durumlara sürüklemeye itiyordu. Hangi tarafın daha ağır bastığını kestiremiyordu bazen Bay X. Doğru olanın aslında gerçekten ne olduğunu bilemiyordu. Ama bildiği tek bir şey vardı belki de bu durumda Bay X’in: Artık bu ikilemleri tek başına çözebilecek kadar güçlü değildi. Peki ya kendisine verdiği sözler, o cesaret, o güç neredeydi şimdi?
 
Otobüse binmeden önce, annesinin kendisine söylediği sözleri düşündü bir an Bay X:”Bu kutsal bir görev oğlum ve bu görevi sen de her Türk evladı gibi başın dik tamamlayacaksın. Sen de bu görevi başarıyla yerine getireceksin.” Gözlerinden süzülen yaşları engelleyememişti o an için X. Gülümsemişti sadece annesinin gözlerinin taa içine girerek. “Seninle gurur duyuyoruz oğlum.”
 
Bir savaşın içine girmişti Bay X. Aklın duygularla olan savaşıydı bu. Tek kişilikti yaşananlar, tek bir kişi içindi belki de. Vicdan akla hizmet etmeye çalışıyor, diğer yanda o içinden gelen özgürlük çığlıkları, duygularını her defasında alevlendiriyordu Bay X’in. Doğru olan hangisiydi, haklı olan hangi taraftı bu savaşta? Suçlu kimdi?
 
Nihayet bir karara varıldı. Kararlı bir şekilde, emin adımlarla ilerliyordu telefon kulübesine Bay X. Artık tereddütleri bitirdiğine inanıyordu içinde ve evet artık doğru olanı yaptığını hissediyordu. Aranan kişi tavsiyelerde bulundu. Tavsiyelerin sonucunda, adımları komutanına götürüyordu şimdi Bay X’i, Bay X’in içinde bulunduğu durum, manga komutanına iletiliyordu işte en sonunda.
 
- Komutanım, size söylemem gereken önemli bir şey var.
İçinden gelen o tiz, o zayıf sesleri duymuyordu bile artık X. Kulaklarını kapatmıştı sanki. Vicdanın sesini böyle susturacağına zannediyordu. Oysa, o sesler ona “Yapma!” diyordu. Gittikçe daha da uzaklaşıyordu sesler, daha da kısılıyor, daha da azalıyordu. “Yapma X, yapma...!”
- Takım komutanımla da paylaşmam gereken  bir durum bu komutanım. Bu gerçekten benim için çok önemli.
Evet, adımlar atılıyordu ve duygular akla karşı zaferini ilan ediyordu. Bütün ağırlığıyla devriliyordu vicdanın cılız sesleri.
Bitmek tükenmeyen yollar yürüdüğünü hissetti bir an Bay X. Kendisi bölük komutanına götürecek o kısacık mesafe gözlerinde patikalarla çevrili aşılması zor bir yola bürünüyordu adeta. Nihayet, karşısındaydı komutanının. Bir üst mevkii, bir üst basamak. Merdivenler teker teker çıkılıyordu sonunda. Bütün alaycı yaklaşımlara meydan okunuluyordu adeta. Selam verildi ve içeri girildi.
- Komutanım, ben 1. Bölük, 3. Mangadan Bay X, İstanbul. Size söylemem gereken önemli bir şey var komutanım.
Komutan önündeki kağıtlara bakarken soran gözlerle Bay X’e baktı. Zaman kıymetliydi ve bu askerin kendisinin zamanını daha da harcamasını istemiyor gibiydi.
- Seni dinliyorum.
- Komutanım, ben kendimi kötü hissediyorum.
“Haydi X, doğru olanı yapıyorsun. İyi gidiyorsun, haydi!”
- Bunu daha önce belki de gelmeden önce söylemeliydim biliyorum ama---
- Evet, X. Ne istiyorsun?
“Hadi salak X, komutanının sabrını taşıracaksın. Utanmak yok, biraz cesaret. Hadi.”
-Ben (Of hâlâ anlamadınız mı komutanım?)
Ve son noktayı koyacak o cümle gecikmiş cesaretle ve nihai bir kararlılıkla söylendi.
- Ben eşcinselim.
Bir anlık sessizlik... Kelimelere dökülemeyenler...
- Ben eşcinselim
 
1. BÖLÜM SONU


Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret