09/05/2011 | Yazar:

“Neden Hiç Büyük Kadın Mimar Yok?”[1]   “Neden hiç büy&u

“Neden Hiç Büyük Kadın Mimar Yok?”[1]
 
“Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?” gibi basit bir soruyu layıkıyla yanıtlarsak, zincirleme bir tepkime yaratarak kabul edilegelmiş varsayımların ötesine geçmekle kalmaz, tarihi, sosyal bilimleri, hatta psikolojiyi ve edebiyatı da kucaklayabilir; yalnız zahmetsizce yanıt bulunabilecek ya da birbirini doğuran sorulardan ziyade, zamanımıza ilişkin önemli sorularla başa çıkabilmek için entelektüel araştırmalardaki geleneksel ayrımların hâlâ yeterli olduğu görüşüne meydan okuyabiliriz.”
 
“İşte, Zaha Hadid var ya, daha ne istiyorsun?” diye yanıtlanabilir kuşkusuz bu soru ve bu andan itibaren de yazının yazılma gerekçesi ortadan kalktı kalkacak bir durum çıkar ortaya. Başlığı, Linda Nochlin’in polemik yaratan ünlü makalesinden esinlenip onu biraz değiştirerek mimarlığa uyarlamayı denedim ve Nochlin’in sanat tarihi için yaptığı eleştirinin benzerini -elbette çok daha sınırlısını- mimarlık için yapmaya çalıştım.
 
Başlarken, mimarlık tarihi yazınının, kavramsal açıdan nasıl bir kibir ve tarihüstü naiflik taşıdığını söyleyerek, ilk terbiyesizliğimizi yapalım.[2] Bütün bütüne eril, beyaz bir normativizmi temel alan bir tarih yazımının bu sözün hedefi olduğu aşikâr. Çünkü neden hiç büyük kadın mimar olmadığının küçümsenemeyecek derecede sorumlusu, bu yazının alışkanlıkları, gelenekleridir. Neden hiç büyük kadın mimar yok diye sorulur sorulmaz, feministlerin ilk tepkisi, yemi olduğu gibi yutmak ve bu soruyu sorulduğu biçimiyle yanıtlamaya çalışmaktır.[3] Normalleştirilen, olağan kabul edilen şey, birden bire bütün zihinsel alanları kuşatarak geçerliğini artırma eğilimindedir. Bu sorunun soruluş biçiminde de aynı kanıksanmış küstahlığı görüyoruz. Cevabını kendi içinde veren bu türden bir soruya her yanıt denemesi, sorunun tuzaklarının gücünü daha da pekiştirecektir.[4]
 
Mimarlık açısından, belli konuların kadınlara, belli konuların da erkeklere özgü kabul edilmesi de benzer şekilde apolojik bir durum yaratır. Çünkü konular, ister bir cinsiyet, ister diğeri tarafından seçilmiş olsun, belli bir mimarlık dilinin, hele hele özünde kadınsı olarak nitelendirilebilecek bir mimari dilin göstergesi sayılamaz.[5]
 
Mimarlığın, bireysel, mekânsal deneyimlerin doğrudan, kişisel bir ifadesi, kişisel yaşamın üçüncü boyutta ifade edilmesi olduğu şeklinde saf bir görüş taşımamak gerek. Mimari tasarım üretimi, zaman içinde tanımlanmış belirli uzlaşımlara, şemalara ya da kod sistemlerine az çok dayanan ya da bunlardan bağımsız olan, kendi içinde tutarlı bir biçim dilini gerektirir ve bunların ya eğitimle, atölye eğitimiyle ya da uzun süren bireysel tasarım deneyleriyle öğrenilmiş ya da edinilmiş olması gerekir.[6]
 
Büyük mimarlık sıfatını, akademik monografilerle tescilleyerek bahşeden ve unvan olarak öncelikle erkeklere veren aynı mimarlık tarihi geleneğidir.[7] Kurumsallaşan mimarlık pratiği kadar, mimarlık eğitimcileri de, burada sorunlu bir hali yansıtmaktadır. Mimarlık eğitiminden kasıt, anlamlı simgeler, işaretler, kodlarla çevrili dünyamıza adım attığımız andan itibaren yaşadığımız her şeydir.[8]
 
Dahası, mimarlık tarihinin, bireye tapan, onu mitikleştirerek yeniden üreten, monografiler yoluyla romantik ve elitist bir yaklaşımı özendirip norm haline getiren piyasasından söz edilebilir.[9]
 
Mimarlık tarihinin büyük adını hak ettiği düşünülen, tümü de eril figürlerinin başlangıç hikâyelerinin, en azından birisinin, Yoksul Çoban’dan Harika Çocuk’a evrilişi biçiminde olduğu, bu evrilmenin daha yaşlı bir mimar tarafından keşfedilmekle şekillendiği bilinen hikâyedir.[10] Bu genç mimarın dehası, başkalarının güdülemesi olmadan da bir tür elektrik boşalması gibi, an geldiğinde kendini belli edecek çok özel bir yetenek türüdür.[11] Tabii örneğin Le Corbusier, dünyaya kız olarak gelseydi, yine aynı Voyage d’Orinent’i yapar mıydı, Parthenon’un önünde huşu içinde yine desenler çizip, sonradan kocasının ona adanmışlığının bir meyvesi olacak kariyerini birbiri ardına kitaplarla ve yapılarla taçlandırır mıydı, bilinmez.[12] Mimarların azizler gibi görülmesinin nedenlerinden biri de, mimarın maddi dünya üzerinde büyük güç sahibi olanların tarafında olması, onların güçlerini mimarlığın diline aktarmasıdır. Yirminci yüzyılda, kimi mimarların alternatif bir dinin kurucusu gibi muamele gördükleri bir gerçektir.[13]
 
Resim alanında on altıncı yüzyıldan başlayarak on dokuzuncu yüzyıla kadar süregelen sistematik bir dışlama, Nochlin’in genişlettiği tartışmalardan biri. Şöyle diyor Nochlin: “...[Erkek] çıplak modelden çalışmak, ... sanatın en yüksek kategorisi olarak nitelendirilen tarih resminin özünü oluşturan anıtsal yapıtlar üretmekte çok gerekli olduğu için her genç sanatçının eğitiminde olmazsa olmaz bir koşuldu, ...Kadın sanatçılar için erkek ya da kadın çıplak modelden çalışmanın tümüyle olanaksız olmasıydı [temel sorun]. 1893 yılına gelindiğinde bile ‘hanım’ öğrenciler Londra’daki Kraliyet Akademisi’nin model sınıfına sokulmuyordu, bu tarihten sonra izin verildiğinde ise modelin ‘kısmen örtülü’ olması gerekmekteydi. ...[Bu,] ...hem bu ayrımcılığın evrenselliğini ve doğurduğu sonuçları, hem de ...yeterli beceriyi edinebilmek için gereken hazırlıkların bireysel değil, kurumsal doğasını göstermek[tedir].”[14] Nochlin, özellikle de yazınsal alanda kadınların başarısını bir tür kaçak olarak değerlendiriyor ve yazma ediminin doğasından kaynaklanan kimi olanakların bu sanat alanında kadınların da birer aktör haline gelebilmelerini olanaklı kıldığını gösteriyor. Kanımca, yazınsal etkinliği bir tür iç dünyayla yakından bağlantılı hale getiren bu değerlendirme, yine de sorunludur. Bununla beraber, resim, heykel gibi alanlarla mimarlığın üretim koşullarının ortak sayılabilecek bir özelliği, “belli bir sürede, ev dışındaki kurumsal bir yapı içinde özel birtakım tekniklerin ve becerilerin öğrenilmesini, belli bir ikonografik dağarcık ve motif bilgisi edinilmesini gerektir”iyor olması.[15]
 
Bunun da ötesinde, cinsiyet rolleri bakımından, “kadın mimar” denen bir imgenin varlığı yadsınamaz. Mimarlık eğitiminde, “kız projesi” denilen ve geçtiğimiz on yılda rahatça ve sıkça dile getirildiğine tanık olduğumuz bir genelleme var. Bu niteleme, özellikle de iç mekânın tefrişatında kendini gösteren ve Beatriz Colomina’nın “Dış Erildir” diye özetlediği tasavvurun karşı kutbunda yerleştirilen tablodur. Bu bir tür iddiasızlık, kendini küçük gören bir amatörlüğün mimarlıktaki karşılığı olarak kadın öğrencilerin aşağılanması için gayet araçsal bir yaftalamaydı.[16] Eğitim süreci sona erse de, kadın mimarın amatörlüğü bir şekilde devam ettirilir: Kendine kılavuzu erkek mimarı eş ve iş ortağı seçen kadın mimar, ikincil ve hizmet veren rolünü sevgiyle benimseyerek, ciddi ve önemli işler yapması için erkeğine destekleyici rolünü üstlenmeyi sürdürür. Gerçek işlerin adamı erkek mimar da bu sayede, karısının mimarlık alanındaki heteronormatif bağlamdaki ciddiyetsizliğine dil uzatma hakkını saklı tutar.[17]
 
“Neden hiç büyük kadın mimar yok?” sorusu, içindeki her kelimede ayrı polemik tuzaklarının bulunduğu bir soru gibi görünüyor.
 

[1] Nochlin, L., (2008), “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”, Sanat/Cinsiyet, Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, Der. Ahu Antmen, Çev. Esin Soğancılar, Ahu Antmen, İletişim Yayınları, Sanat Hayat dizisi, s. 121, İstanbul.
[2] A. g. y., s. 120, “Sanat tarihinin kavramsal açıdan nasıl bir kibir ve tarihüstü naiflik taşıdığı...”
[3] A. g. y., s. 122.
[4] A. g. y., s. 123.
[5] A. g. y., s. 124. “... belli konuları seçmek ya da belli konuları seçmemiş olmak belli bir üslubun, hele hele özünde kadınsı olarak nitelendirilebilecek bir üslubun göstergesi sayılamaz.”
[6] A. g. y., s. 125. “Sanatın bireysel, duygusal deneyimlerin doğrudan, kişisel bir ifadesi, kişisel yaşamın görsel yollarla ifade edilmesi olduğu şeklinde saf bir görüş taşıyorlar. ... Sanat üretimi, zaman içinde tanımlanmış belirli uzlaşımlara, şemalara ya da kod sistemlerine az çok dayanan ya da bunlardan bağımsız olan, kendi içinde tutarlı bir biçim dilini gerektirir ve bunların ya eğitimle, çıraklıkla ya da uzun süren bireysel deneylerle öğrenilmiş ya da edinilmiş olması gerekir.”
[7] A. g. y., s. 129. “Büyük sıfatı ... akademik monografilerle tescillenen onursal bir unvandır.”
[8] A. g. y., s. 126.
[9] A. g. y., s. 130, “Sanat tarihinin temelde bireye tapan ve monografiler üreten romantik, elitist yaklaşımı...”
[10] A. g. y., s. 130, “Genellikle yoksul çoban olarak kişileştirilen Harika Çocuk’un daha yaşlı bir sanatçı tarafından keşfedilişini anlatan peri masalı...”
[11] A. g. y., s. 131.
[12] A. g. y., s. 132, “Ya Picasso dünyaya kız olarak gelseydi?”
[13] A. g. y., s. 132, “19. yüzyılda sanat tarihçilerinin, eleştirmenlerin, hatta bazı sanatçıların materyalist bir dünyada daha yüksek değerlerin son kalesi olarak sanatsal üretimi alternatif bir din, sanatçıların rolünü de azizlik mertebesinde görme eğiliminde olduğu yarı-dinsel bir kavrayış söz konusudur.”
[14] A. g. y., s. 136, 137, 141.
[15] A. g. y., s. 142.
[16] A. g. y., s. 143, “... ‘hanım ressam’ imgesi, ... hem geçmişte hem de bugün, alçakgönüllü, iddiasız, kendini küçük gören bir amatörlük[tür].”
[17] A. g. y., s. 145, “19. yüzyılda olduğu gibi bugün de kadınların sanatsal ‘hobi’leri açısından gerçek bir adanmışlık yerine amatörlük, gösteriş budalalığı ve özenti içinde olmaları, karısının sanatsal uğraşısındaki ciddiyetsizliğe dil uzatan, ‘gerçek’ bir işle meşgul, başarılı ve kendini işine adamış erkeğin horgörüsünü beslemeye devam ediyor.”



Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret