08/11/2017 | Yazar: Beren Azizi

Islah için yaklaşım farklarından söz edebiliriz; ama bir ‘eşcinsel özgürlüğü’ gibi aşırı abartılı yorumlardan söz edemeyiz.

Önce Kaos GL’de kısa bir çeviriyle ve sonrasında BBC’de gene aslına göre kısa bir çeviriyle şurada orijinali yayımlanan daha ziyade kostüm tarihçisi Olga Khoroshilova’nın röportajı Ekim Devrimi’nin ilk 15 yılını lgbti+ açısından görece özgürlük zamanları ilan ediyor ve bu hikaye bir mutsuz son olarak kurgulanan “Leningrad Eşcinselleri Davası” ile bu kıcasık özgürlük zamanlarını sonlandırıyor.

Sanat tarihçisi sıfatıyla Olga Khoroshilova aslında legal history denilen hukuk tarihçiliğini basitçe ceza kanunları üzerinden yapıyor ve bu kanunların var/yok şeklinde yüzeysel içeriğinden “özgürlük” hikayesi kurgulayarak elindeki görsel malzemeleri bu hikayeye hem kronolojik hem de içerik olarak uyduruyor.

Önce bize şu söyleniyor: Devrimden önce “özgür olmayan lgbti+” varlığı vardı. (Doğru.) Lakin bu sava sebep olarak bize tek olgu sunuluyor devrim öncesine dair: Eşcinsel ilişkiyi suç sayan bir yasa. (Başka onlarca olgu sunulamayışı Devrim’den sonra devamlılığı fark edecek okuyucudaki büyüyü bozmamak.) Devrimden önceki bu yasanın eşcinsel ilişkiyi suç sayıyor olması ve devrimden sonra 1922 yılında Bolşeviklerce eşcinsel ilişkinin suç olarak tanımlanmaktan çıkarıldığı yeni yasanın varlığı “özgürlük” hikayesinin omurgası.

Röportajda çelişik olarak yer yer “yasa çıksa da” devam eden zulümlerden bahsedilirken haberin başlığı o halde neden “özgürlük” diye verilmiş, fark ne oldu lgbti+ açısından da özgürlükten söz ediyoruz, fotoğraflar da Devrim öncesinde olmayan artı özgürlük nedir ve “mutsuz son”la sonlanan ne ve bu sonlanmayı mutsuz yapan nedir daha önce devam eden zulüm zaten orada varsa?

Her ne kadar Olga Khoroshilova bir sanat tarihçisi olarak bu röportajını gerçekleştirmiş olsa da savını ispat ettiği “kanıtlar” yani tarihsel materyaller son derece klasik belgeler: Devrim öncesi bir ceza kanunu, devrim sonrası 1922 ve 1926 tarihli iki yeni ceza kanunu ve gene devrim sonrası bir mahkeme kayıtlarıyla birlikte 1934’teki yeni bir ceza kanunu.

Bu kanunların arasında çekilmiş, bu sayede bu kanunların arasına kronolojik olarak sıkıştırılabilen ve “özgürlüğü” ispat (?) eden güçlü görseller.

1916 (Olga Horoşilova’nın koleksiyonu

Hikayeden kanunları çektiğimizde görseller boşa düşüyor ve fotoğrafların özgürlüğü gösterme gücü azalıyor, 15 yıllık bu dönem açısından “özgürlük hikayesi” kanıtsız kalıyor. O halde neden bu röportajda biz özgürlüğe ikna olduk? Bu halen bünyelerimizde devam eden hukukun teorisini pratikte özgürlük getiren şeyler olduğuna inanmaya meyilli enfantil yanımızdan kaynaklı. (Üstelik bahsedilen yasa özgürlük getirmek için çıkarılmadı, bunu birazdan anlatacağım.)

Olga Khoroshilova’nın ceza kanunları hariç bu tarihsel iddiasında dayandırırken kullandığı materyallerin hepsini, yazılan mektuplardan görsellere, hem ceza kanunlarından önce hem de bu ceza kanunlarından sonra bulmak mümkün.

Hukuki açıdan kısa bir dönem içinde, ceza yazasında bir somut suç olarak sodominin tanımlanmayışı tüm bu diğer arşiv mi koleksiyon mu pek de belli olmayan tarihi materyallere; görsellere, mektuplara vs. yaklaşımımızı pozitif/fetiş yönde değiştiriyor. Ceza yasasındaki bu değişim, “kısa dönemli özgürlük” yanılgısına gerçeği bilmemize rağmen sürüklenmemize sebep olabilir.

Röportajın bir yerinde Olga Khoroshilova “suç olmaktan çıkıp yasal olsa da zulüm devam ediyor” diyor demesine ama nedense bu itiraf edilen devamlılık “kısa dönemli özgürlük” kısmını zedelemiyor; çünkü asıl amaçlanan Bolşevik otoritesinin masumluğu ve zulmü halkın kanunlara ayak uyduramamasına indirgemek. Halbuki otoritenin bir şeyi yasal olarak tanımlamasıyla o şeyi yasa dışı olmaktan çıkarması arasında ciddi farklar vardır ve ikisi aynı anlamdaymış gibi kullanmak dönemin mentalitesini görmemizi engeller. Yasal olmasına rağmen zulmün devam etmesi bizi kesinlikle özgürlükçü kanunlara uyum sağlayamayan halk yanılgısına götürmemeli, bu kolaya kaçmak olur. Aksine açıkça söylemek gerekiyor ki dönemin mentalitesinde suç ve hastalık kavramları modern bir devlete yakışır bir biçimde ayrıştırılmak istendiği için, yani hapishanelerden tımarhanelere bir geçiş düşünüldüğü için suç olmaktan çıkarılmış olması tarihçilik açısından daha doğru bir yorumlama olacaktır. Ayrıca “yasal olsa da” devam eden zulmün devlettin ve otoritenin sorumluluğundan çıkıp halkın eskiden kalma ve hukuka ayak uyduramayan alışkanlığı imasının geçersizliği de anlaşılarak bu zulmün bizatihi aktörü olarak otorite yeniden düşünülecektir.

Sodomiyi suç sayan eski ceza kanunundan yeni ceza kanuna kadarki dönemde geçerli olan Bolşevik ceza kanunu dönemine ait fotoğrafları önce seçilip sonra onları tekrar o döneme koyarak “belgelerle” yazılmış ve Devrim’in Bolşevik otoritesini güzelleyen tarihçilikten tatmin olanlar bu kurguyla mutlu olabilirler; ama bundan tatmin olmayacak lgbti+ hareketinin olduğu da açık. Bu hikayeye baştan ikna olanlar olsun olmayanlar olsun hepimiz için aslolan lgbti+’lara karşı “faşist” yanıyla yüzleşmek istemeyen bir Devrim’in ve devrimcinin “namusunu” kurtarmak mı yoksa hepimizi tarihteki “kutsal” anlarımızla yüzleştirerek bugünü ve bugünkü “sevdiğimiz” ideolojileri yeniden düşünmek mi? Ekim Devrimi’ni 2017 yılında “revisiting” akımı, kapitalizmin ağzına laf vermemek adına “güzel hatırlanan anlar” istiyor diye geçerli eleştirileri duymamak bugün açısından ötekiliği sol içinde yine yeniden dara sokmaktadır.

Şimdi Bolşeviklerin nasıl ve neden eski ceza yasasındaki sodomiyi suç olmaktan çıkarmış olabileceklerinden mentaliteleri hesaba katarak düşünmeye çalışacağım. Bu “kısa dönemli özgürlük” mitini biraz olsun aşmamıza yardımcı olacaktır ve bu döneme ait kavramlaştırmalar yaparken daha geçerli bir zemin sunacaktır.

Rusya’nın daha Devrim’den önce geç emperyal döneminde iyice belirginleşen beşerî bilimlerinde kriminoloji ve psikiyatri artık birlikte düşünülmeye başlanmıştı, bu bilimler “social order” (içtimai nizam, toplumsal düzen) açısından ıslah edici sulh çalışmaları olarak kendini kurgulamıştı. Dolayısıyla beşerî bilimler, Rusya’nın modernleşmesiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Yani Ekim Devrim’i beşerî bilimlerde bir devrim yaratmamıştır. Daha ziyade Çarlık liberallerinin temellerini attığı bir modernizasyon sürecinin parçası olarak Bolşeviklerce ilgili dönemde idame ettirilmiştir beşerî bilimler. Epistemolojik bir devrimden modern ve postmodern Bolşevikler hariç hemen hemen hiçbir tarihçi söz etmez Rusya tarihi araştırmalarında. Geç 18. yüzyıl ve erken 19. yüzyıl beşerî bilimlerinin önemli kritik özelliklerinde hiçbir değişim olmamış demek oluyor epistemolojik devrimin olmadığını söylemek ki gerçekten de öyle, temel değerleri ve yapısı değişmedi. Bunların başında kategorizasyon geliyor. Kategorize etme, kriminoloji ve psikiyatri işbirliği içinde içtimai problem-oriented olarak sürdürülen bir bilimsellik olmuştur.

Çok nadir olarak bilim insanlarınca bireysel radikallikler ve aktivizmler görülmüş olsa da (Margus Hirschfeld bu insanlardan biridir ve Nazilerce külliyatı yakılmıştır.) dünya genelinde görülen hakim bilimsel paradigma kategorizasyonla sosyal düzeni oluşturmak, suçu veya suçu yaratan hastalığı tespit ederek “bilimsel” yollarla tımarlamaktı. Ceza fikri yerini yavaş yavaş ıslah, tımar, caydırma, eğitimle “baştan” önleme fikirlerine bırakıyordu.

Bir yandan da devam eden Dünya Savaşı ve 1918’de savaş bitse de barışın başlamaması militarizmi devrimci bir ülke için kaçınılmaz kıldığından karşıdevrimcilik, sosyal tehlikelilik ve psikopatoloji gene kaçınılmaz olarak iç içe geçiyordu.  Özellikle erkek öğrencilerin askeriyeye dair antimilitaristik hisleri hususunda mahkemelerden evvel Leningrad’da Askeri Tıbbi Akademi devreye girerek şahsın “normal” olmadığını, patolojik olduğunu belirtip raporlayabiliyordu. Psikiyatristler, psikologlar bu devrim sonrası yeni devletin daha önce görülmemiş ölçüde yargı organlarının parçası olarak çalışıyorlardı. (Birçok modernleşen büyük devletinkine benzer olarak.) Özellikle 1920’lerde Parti içindeki tartışmalarda, bu yeni devletinin gençlerinin hangi değerlerle donatılması gerektiği hususunda devlet eliyle desteklenen psikiyatrik araştırmalar bir temel oluşturuyordu.

Beşerî bilimler geç emperyal Rusya liberalliğinden erken Sovyet radikalliğine doğru iki dönemde de ortak olarak görülen “insanın yeniden modellenmesi” fikriyle DEVAM EDİYORDU. Bu devamlılıkta Bolşeviklerin sodomiyi yeni ceza kanununa almamaları demek normalleştirdikleri veya “kısa dönemli özgürlük” olarak okunabilecek bir dönem yarattıkları anlamına gelmiyor. Psikiyatri ve kriminolojinin yargının gücünü paylaştığını ve hafiflettiğini gösteriyor sadece ve bunun kesintiye uğramadan geç emperyal Rusya’dan beri devamlılıkla sürdüğünü gösteriyor.

Rusya’nın süregelen ceza hukuku, kriminoloji ve psikiyatri tartışmaları bilinmeden Rusya’daki bu yeni ceza kanununda denenmek istenen hedefi kaçırabiliriz. Bolşeviklerin ceza yasasına kadar özetle tartışmalar şöyle:

Birinci olarak, önce Rusya’da Cesare Lombroso’nun yoğun etkisiyle “doğuştan suçluluk” teorisi hakimken bu teoriye de eleştiriler yeni arayışları zorunlu kılıyor; çünkü bir yandan da suç bitmiyordu. Bu teoriye alternatif olarak da “dejenerasyon teorisi” yani sonradan suçluluk da diyebiliriz geldi. Hukuk profesörü Pavel Isaevich Liublinskii 1912’de yozlaşmışların/dejenerelerin iradeden yoksunluğundan ve ahlaki/entelektüel yükümlülükleri yerine getirmeye uygun olmadıklarından bahsediyor. (Yani irade yoksa ceza yok; ama hastalık veya denetim yok demek değil!) Hukuk profesörüne paralel olarak 1915 yılında suçbilimci Susanna Al’fonsovna Ukshe gene dejenerelerin iradesizlikle suça bulaşmaya meylinden söz ediyor.

İki temel yaklaşımın Bolşevik Devrimi’nden bağımsız sürdüğünü, Devrim’in ise kendi devrim değerlerini koruyucu küçük manipülasyonlar hariç beşerî bilimlerin özüne dokunmayarak var olduğunu görüyoruz. Bu noktada ancak ve ancak ıslah için yaklaşım farklarından ve hukukun da bu yaklaşım farklarına göre değişmesinden söz edebiliriz; ama bir “eşcinsel özgürlüğü” gibi aşırı abartılı yorumlardan söz edemeyiz.

Devrim’in yüzüncü yılında artık devrim de olsa bazı konularda “devlette devamlılık esastır”dan kaçılamadığını, bazı konularda küresel modernizasyonun devrimi gölgelediğini ve bu konuları açıklarken önce modernizasyonu düşünmemiz gerektiğini bilerek Devrim’e bakmak gerekiyor. Kapitalizme karşı bir namus meselesi olarak bakıldığı her an enfantil ve/veya romantik değerlendirmeler hem gerçekçi olmayacak hem de sol içi eril narsisizminin kırılmasını engelleyecektir. Unutmamak gerekiyor ki solun toplumsal cinsiyet meselelerinde moral üstünlüğünü kaybettiği anlar Türkiye muhalefetinin hafızasında hala çok taze ve bir “güzelleme” hiçbir şeyin değişmediğini göstermekten ötesine sebep olmaz.

Not: Bu yazımı yazarken yararlandığım birincil tarihçi Daniel Beer’dir. Kitaplarında ve makalelerinde Rusya’daki devamlılık bahsediyor. Suç, cezalandırma vb. meselelerde temellerin Rus liberallerce atıldığını söylüyor aynı zamanda. Renovating Russia Human Sciences and The Fate of Liberal Modernity 1880 – 1930 kitabıyla Blueprints for Change: The Human Sciences and the Coercive Transformation of Deviants in Russia, 1890–1930 makalesi birlikte incelenebilir.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam