14/01/2010 | Yazar: Kaos GL
Sanatçı Erinç Seymen: “Herkesin biricik ve kendine özgü bir homofobi hikâyesi var”
Sanatçı Erinç Seymen: “Herkesin biricik ve kendine özgü bir homofobi hikâyesi var”
Çalışmalarınızda politik öğelere, toplumsal sorunlara ve kültürel çatışmalara yer veriyorsunuz. Politik düşüncelere olan bu ilginizi eserlerinize yansıtmaya nasıl başladınız?
Bu daha ziyade gündelik çıkmazlarımın tezahürü, katı bir siyasi programcılığın değil. Sanırım bende olumsuz yönde basınç yapan meseleler üzerine üretmeye daha yatkınım. Öte yandan beni ilgilendirenin ideolojik olmayan bir siyasi sanat biçimi olduğunun altını çizmeliyim, zira ben sanatın pedagojik/ aydınlanmacı potansiyellerinden çok ihtimal matrisini genişletme potansiyeline inanıyorum. Hatta sanat yapıtındaki “kaza payı”nın müjdeli sonuçlar doğurabildiğini iddia edeceğim: kendimize küstah bir slogan türetme izni verirsek, “yaşasın yanlış anlaşılmak!” değil, ama “yaşasın kafa karışıklığı!” Bu sebeple sade suya siyasi doğrucu beyan bekleyenler benim yapıtlarımda hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Resim, video ve enstalasyonlarınızın yanı sıra ses enstalasyonu yapmanız dikkat çekici. İzleyicilerin enstalasyon gibi farklı oluşumlara tepkisi nasıl, bu alandaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Ses, yerleştirmelerimin hep önemli bir parçası oldu.
İzleyiciye ne kadar ulaşıyor, emin değilim ama ürettiğimiz müzik psikolojik efekti arttırmanın, atmosfer yaratmanın ötesinde görsel yapıtların kimilerine doğrudan referanslar veren veya bu yapıtların soyutlaması sayılabilecek kimi akustik sesler/düzenlemeler içeriyor.
Görsel ürünlerime göre daha şifreliler belki ama sabırlı bir dinleyicinin görsel yapıtlarımla işitsel ürünlerimizi diyaloğa sokmakta çok da zorlanmayacağını düşünüyorum.
Son 1 senedir Murat Balcı’yla beraber çalışıyoruz, “İkna Odası” sergisinin ses kompozisyonunu da beraber ürettik.
Murat’la iş birliği yapmak beni yalnızca ses üretirken yalnız kalmaktan kurtarmadı aynı zamanda yeni teatral buluşlar için zihnimi açtı ve sesin bir yerleştirme içindeki dinamiğine dair farkındalığımı arttırdı.
Ses, yerleştirmelerimin hep önemli bir parçası oldu.
İzleyiciye ne kadar ulaşıyor, emin değilim ama ürettiğimiz müzik psikolojik efekti arttırmanın, atmosfer yaratmanın ötesinde görsel yapıtların kimilerine doğrudan referanslar veren veya bu yapıtların soyutlaması sayılabilecek kimi akustik sesler/düzenlemeler içeriyor.
Görsel ürünlerime göre daha şifreliler belki ama sabırlı bir dinleyicinin görsel yapıtlarımla işitsel ürünlerimizi diyaloğa sokmakta çok da zorlanmayacağını düşünüyorum.
Son 1 senedir Murat Balcı’yla beraber çalışıyoruz, “İkna Odası” sergisinin ses kompozisyonunu da beraber ürettik.
Murat’la iş birliği yapmak beni yalnızca ses üretirken yalnız kalmaktan kurtarmadı aynı zamanda yeni teatral buluşlar için zihnimi açtı ve sesin bir yerleştirme içindeki dinamiğine dair farkındalığımı arttırdı.
“Ben sanat yapmak için yaşamıyorum, yaşadığım için sanat yapıyorum” sözü ile sanatseverlere vermek istediğiniz mesaj nedir?
Bu bir doktriner önerme değil, sadece benim sanat pratiğime dair bir hususiyet. Bir sanatçı inzivaya çekilmeyi ya da tüm yaşamını sanatsal üretimini merkeze alarak tesis etmeyi tercih edebilir elbette. Sanat üretmek şüphesiz birincil ihtiyaçlarımdan ve en büyük arzularımdan biri ama ölene kadar sanat yapacağıma dair bir yemin etmediğim gibi, dönemsel olarak bir başka arzunun (örneğin bir siyasi hareketin parçası olma arzusu, yazma aruzusu) daha ağır basıp basmayacağını da öne göremem. Kendi adıma benimsemeyi reddettiğim şey sanatı bir “iş”e dönüştürmek ve diğer yaşamsal ihtiyaç ile arzularımdan kopuk bir tür ruhani misyon gibi sürdürmek. Yeterince yaratıcı olmadığına ya da artık sanat vesilesiyle söyleyecek/hissettirecek bir şeyim kalmadığına kanaat getirdiğim anda üretmeyi bırakırım.
2008 yılında Ankara’da “Eşcinsel ve Sanatçı Olmak” başlıklı söyleyişe katılmışsınız. Bu söyleşide neleri vurguladınız? Ülkemizde sanatçı olmak size neler hissettiriyor?
Söyleşide özellikle üstünde durmaya çalıştığım husus şuydu: elbette eşcinsel bir sanatçı toplumsal homofobiye ve eşcinselliğe dair köhnemiş stereotiplere karşı mücadele vermek (ya da en azından tahammül etmek) durumundadır, ancak kimliğinin diğer bileşenlerinden bağımsız bir sosyolojik okuma hep eksik kalacaktır. Bir sanatçının tecrübesi herhangi bir bireyde olduğu üzere, cinsel yönelimi/cinsiyet kimliğinin yanında ancak sınıfsal, etnik ve siyasi kimlikleri de hesaba katıldığında tahlil edilebilir. Örneğin egemen militarist-milliyetçi söylemin çığırtkanlığını yapan bir sanatçının eşcinselliğinin pekâlâ da görmezden gelinebildiğine şahit oluyoruz. Görünürlük sorununun LGBT hakları bakımından hayati bir önem taşıdığına dayanarak “görmezden gelinme”nin hiç de ideal bir durum olmadığı, hatta kimlik mücadelesinin öncelikli başlıklarından biri olduğu sonucuna varılabilir elbette ama öbür tarafta işini kaybetme riski sebebiyle deşifre olmaktan korkarak yaşayan sayısız insan mevcut. Yani tekrar eden motiflerin yanında herkesin biricik ve kendine özgü bir homofobi hikâyesi var.
(Antik Dekor-01.01.2010)
Yapıtlar:
"ikna odası", tuval üstüne yağlıboya, 70 x 100 cm, 2008
"isimsiz", kumaş üstüne payet işleme, çap: 200 cm, 2009
"tatlı anılar 1", kağıt üstüne mürekkepli kalem, 70 x 100 cm, 2008
"isimsiz", kumaş üstüne payet işleme, çap: 200 cm, 2009
"tatlı anılar 1", kağıt üstüne mürekkepli kalem, 70 x 100 cm, 2008
Etiketler: kültür sanat