08/04/2024 | Yazar: Aslı Ceren Aslan

Filmin birçok sahnesinin geçtiği Beyoğlu’nun ara sokaklarında tüm zorlu şartlara karşı güvenli alanlar yaratmanın mümkün olabileceğini hafızamda tazeledim. O ara sokaklardan biri, Bayram Sokak. Bugünlerde Türkiye’de oldukça gündemde olan Bayram Sokak, trans kadınların onlarca yıldır yaşadığı, kendilerine güvenli alan oluşturdukları bir bölge.

Transfobinin ağırlığını umutla hafifleten bir film: “Passage” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Växjö’nün merkezinde sağlı sollu uzanan dükkanların arasından eve gitmek üzere yavaş adımlarla yürüyorum. Växjösjön etrafında yaptığım akşam koşusunun öncesinde bir nebze kalabalık olan cadde, eve dönerken oldukça ıssızlaşmış durumda. Saatime bakıyorum, 19.35. Sokakların ve caddelerin bu saatlerde ıssızlaşmasına alışmamı artık garipsemiyorum. Asıl ilginç olan İstanbul’un bitmek bilmeyen gürültüsü ve kalabalığının ardından bu duruma bu kadar hızlı alışmam. İstiklal Caddesi’nin bitmek bilmeyen insan akışı, şehrin dinmeyen sesleri... Şu an doğup büyüdüğüm, hayatımın 31 senesinin önemli bir kısmını geçirdiğim İstanbul’da olsaydım nasıl hissederdim acaba diye düşünüyorum. Şehrin bitmek bilmeyen dinamiğine yabancılık çeker miydim?

Kafamdaki İstanbul’un sesleri Växjö’nün ıssızlığıyla buluşuyor. Caddenin sağ tarafında kalan sinema salonunun önünden geçerken film afişlerinin olduğu panoya gözüm takılıyor. Önünden öylece geçtiğim binanın duyuru panosunda bir kadın ve genç bir erkeğin bulunduğu film afişinin arka planında İstanbul siluetini görür gibi oluyorum. Sinema salonunu geride bırakırken saniyeler öncesinde düşündüklerimin etkisi altında aklım bana oyun mu oynuyor emin olamıyorum. Geri dönüyorum ve panoda yer alan afişte gerçekten İstanbul silueti olduğunu görüyorum.

“Passage”, yönetmen Levan Akin.

Yok artık! Suratımda kocaman bir gülümseme oluşuyor, filmin gösterim tarihini unutmamak için hızlıca cep telefonumu çıkarıp afişi fotoğraflıyorum. Eve dönüş yolundayken Levan Akin’in hayatıma ikinci kez temas etmesine dair şaşkınlığım devam ediyor.

İkinci kez, evet. Sanatın hangi hali olursa olsun karşılaştığınız herhangi bir eserin yaşamınızla  temas halinde olmasının onunla özel bir bağ kurmayı sağladığını düşünüyorum. Okuduğum kitap, dinlediğim şarkı, izlediğim film yada karşıma çıkan bir fotoğraf,  yeni sorular sorduran bir eserse onunla kurduğum bağ benim için unutulmaz oluyor. Hele ki bu durum, yeni sorular sormaya ve cevaplar aramaya en çok ihtiyacımın olduğu zamanlarda olursa yaşadığım keyif ve heyecanı tarif edemem.

“And Then We Danced” ile Tiflis’e ilk adım

Levan Akin’in izlediğim ilk filmi “And Then We Danced” ile tam da böyle bir zaman dilimindeyken karşılaşmıştım. Türkiye’den ayrılmak zorunda kalıp Tiflis’te yaşamaya başlayalı bir hafta bile olmamıştı. Kafam karmakarışıktı. Özgürlüğümü hem bedensel hem de zihinsel olarak elimden almaya çalışan ülkenin dışına ilk defa çıkıyordum. Geleceğin belirsizliğinden duyduğum anksiyete içerisinde kıvranırken diğer yandan yeni bir ülkeyi ve şehri tanıma heyecanı içerisindeydim. İlk bir kaç gün şehrin turistik bölgelerinde yaptığım gezilerin dışında, bu şehrin gerçek yüzünü ne zaman tanıyabileceğimi merak ediyordum.

Tiflis’e vardığım günden beri her akşamı dışarıda geçirmiş, o akşam geçici olarak kiraladığım airbnb evinde zaman geçirmeye karar vermiştim. Evin geniş terası, Kura nehrinin karşısında kalan Rustaveli bulvarından Kartlis Deda heykeline kadar olan şehrin büyük bir kısmını bana sunuyordu. Terasta geçirdiğim akşamüstünün ardından birşeyler izlemeye karar vermiştim. Ne izleyeceğime dair bir fikrim yoktu. İnternette film sitelerini gezinirken 2019 yılında, hapishaneden çıktıktan hemen sonra İstiklal Caddesi’nde afişini görüp gitmeye fırsat bulamadığım “And Then We Danced” ile karşılaşmıştım. Filmin konusu ve yönetmeni hakkında hiçbir fikrim yoktu. Filme şans vermeye karar vermiştim.

Filmin açılış sahnesinde Gürcü müziği ve dansı ile karşılaşınca bu tesadüfe şaşırdığımı hatırlıyorum. Bu şaşkınlık, ilerleyen sahnelerle birlikte tam da ihtiyacını duyduğum filmi izlediğimi düşünmeme dönüşmüştü. Gürcistan’da ve yeni yaşamaya başladığım bu şehirde, sosyo-kültürel yaşamın içerisinde LGBTİ+’ların nasıl bir yere sahip olduğunu anlamamda ilk adımım bu filmle olmuştu.

Filmi bitttiğinde ilk işim hakkında birşeyler okumak olmuştu. Gürcistan’da filmin galasına dönük sağ popülist gruplar tarafından yapılan saldırı ile başlayan okumalarım, 2021 Tiflis Pride’ında yaşananlara doğru evrilirken geldiğim ülkenin ayrılmak zorunda kaldığım ülkeden çok da farklı olmadığını anlamam zor olmamıştı. Tiflis’teki ilk günlerimin üzerinden aylar geçtikçe karşılaştığım çeşitli olaylar vesilesiyle “And Then We Danced” hafızamdaki özel yerini korumaya devam etti.

Film, 17 Mayıs Homofobi ve Transfobi Karşıtı gününü “Aile Günü” ilan eden Ortodoks kilisenin önündeki büyük kalabalığın yanından geçerken benimleydi. 2022 Tiflis Pride’ında Pride haftasını protesto eden kalabalık insan topluluğunun yürüyüşü ile karşılaştığımda da. 2021 Pride Haftası’nda sağ popülist gruplar tarafından saldırıya uğrayan Tiflis Pride binasının önünden her geçtiğimde filmin ana karakteri Merab’ın filmin son sahnesinde geleneksel Gürcü dansındaki toplumsal cinsiyet normlarının yansımalarını nasıl yerle bir ettiğini anımsıyordum.

Levan Akin filmiyle benim yeni bir ülkeyi tanımamda yanımda olmuştu. Şimdi ise bir başka yeni bir ülkede, İsveç’te, “Aşk ve bir yere ait olma hasreti üzerine bir öykü” (*) şeklinde tanımladığı yeni filmi “Passage” ile yanımda olacaktı.

Aidiyet tanıdık ve bilindik olana mıdır?

Bir yere ait olma hasreti... İsveç’te yaşamaya başladığımdan beri “aidiyet” kavramı üzerine sıklıkla düşünüyorum. Türkiye’de doğup büyümüş olmam oraya ait hissetmem için yeterli bir sebep olabilir mi? Topluma ve bulunduğumuz yere kendimizi ait hissetmemizi sağlayan etkenler neler? Aidiyet tanıdık ve bilindik olana mıdır, yoksa kendimizi güvende hissettiğimiz kişi yada yere midir?

Bu ve daha fazla sorunun bana eşlik etmesi, belki sürgünde olmamla ilişkilendirilebilir. Ancak bu sorular Türkiye’deyken de her zaman aklımdaydı. Levan Akin’ın filmin hikayesine dair tarifi bu nedenle beni oldukça heyecanlandırdı. Diğer yandan  birisi doğup büyüdüğüm, diğeri ise tanıma fırsatına eriştiğim iki ülkeden karakterlerle bu hikayeyi dinlemenin  ayrıca merak uyandırdığını eklemem gerek.

Tüm bu sorular ve aradığım cevaplarla beraber “Passage” filminin gösterim günü gelip çatıyor. Filmi izlemek için oturduğum sinema salonunda çok fazla kişi yok. Salon kararıyor, film başlıyor. Bir saat 45 dakikalık film boyunca filmde tanıdık yüzleri ve sokakları görmek duygulandırıyor, kendimi filme eşlik eden bildiğim şarkıları mırıldanırken yakalıyorum. Gürcüce diyalogları İsveççe altyazı ile anlayabilmeme şaşırıyorum, uzun zamandan sonra Türkçeyi sinemada duymak garip geliyor. Tüm bunların ötesinde Levan Akin yine bir filmiyle hayatıma temas ediyor.

Nefes alınacak yer ve seçilmiş aileler

Tekla’nın toplumsal ve aile baskısı nedeniyle Batum’dan İstanbul’a olan yolculuğu, bir ülkede doğup büyümenin oraya ait hissetmek için yeterli olmadığını bana hatırlatıyor. Kendini güvende hissettiğin, yargılanmadığın, yaşama dair pek çok şey üretebildiğin yeri bulduğun zaman aidiyetini yaratabileceğini düşündürüyor. Film boyunca Tekla ile son sahne dışında karşılaşmamak bana bu aidiyetin İstanbul’da da oluşturulamadığını hissettirdi. İki ülkenin benzerliğinden bahsetmiştim, dolayısıyla aidiyet arayışının devam etmesi anlaşılması zor bir durum değil.

Diğer yandan filmin birçok sahnesinin geçtiği Beyoğlu’nun ara sokaklarında tüm zorlu şartlara karşı güvenli alanlar yaratmanın mümkün olabileceğini hafızamda tazeledim. O ara sokaklardan biri, Bayram Sokak. Bugünlerde Türkiye’de oldukça gündemde olan Bayram Sokak, trans kadınların onlarca yıldır yaşadığı, kendilerine güvenli alan oluşturdukları bir bölge. Türkiye’de transfobinin devlet politikalarından toplumsal baskıya uzanan geniş yelpazesini düşündüğümüzde (barınma, iş yaşamında yer alma, toplumsal yaşamda ayrımcılıkla karşılaşma vb. sorunlar) güvenli alanlar yaratmanın ne kadar değerli olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Kısacası Bayram Sokak, trans kadınlar için nefes alınacak bir alan ve bu alan son zamanlarda evlerin mühürlenmesi, sokağın medya tarafından hedef gösterilmesi ile boşaltılmaya çalışılıyor. Transfobi ve homofobinin gölgesinde zorluklarla oluşturulan bir aidiyet alanı yok edilmeye çalışıyor.

Aidiyet alanı, nefes alınacak yer, güvenli bölge... Aidiyeti sadece mekanlarla sınırlandırmanın yeterli olmayacağını düşünüyorum. Gürcistan ve Türkiye’de heteronormatif ailenin kutsallığı özellikle de din, adet ve görenekler ön plana çıkarılarak LGBTİ+’ların varlığının karşısında bir duvar misali dikiliyor. Eşcinsel evliliklerin tanınmaması bir yana doğup büyüdüğün heteronormatif ailenin cinsel yönelim ve kimliğinle bir parçası olman imkansız. Kendini güvende hissetmen gereken ilişkiler bütünü olan aile, yargılandığın, dışlandığın ve hayatının tehlikede olduğu bir topluluğa dönüşüyor. Bu nedenle güven ve dayanışma çerçevesinde inşa edilen “seçilmiş aile”ler aidiyetin önemli bir parçası.

“Passage”da bunu, avukat Evrim’in kurduğu ilişkiler bütününde yakalıyorum. O güven ve dayanışma ilişkisinin ne kadar elzem olduğunun yeniden farkına varıyorum. Yeğeni Lia için

Batum’dan İstanbul’a yola düşen Lia’nın sözlerinde, biyolojik ailenin de güvenli bir alan olabilmesinin mümkünlüğü üzerine düşünüyorum.

Bütün bunların yanısıra yeğeni Tekla’yı aramak için Batum’dan İstanbul’a komşusu Achi ile yola çıkan Lia ve onlara bu arayışta yardım eden avukat Evrim’in hikayesi, Gürcistan’da ve Türkiye’de trans olmanın taşıdığı anlamı pek çok açıdan sunuyor. Tekla’nın hikayesi ile toplumsal ve aile baskısının yarattığı aidiyet arayışına tanık olurken Evrim’in hikayesi buna devletin kurumlarında yaşanılan transfobik uygulamaları da ekliyor.

Yönetmen Levan Akin “Passage” filmiyle, transfobi ve homofobinin tüm ağırlığının üzerimizde olduğu iki ülkenin gerçeklerini anlatırken film boyunca verdiği umutla bu ağırlığı üzerimizden atmaya çalışıyor. O umut yeğeni Tekla için yollara düşen Lia’da, avukat Evrim’in yaşamın içerisinde var olma mücadelesi ve ötekileştirilen her kesimle dayanışmasında, Achi’nin Lia ile bölüştüğü baklavasında.

Sanatın her alanında LGBTİ+ görünürlüğünün artmasında.

* Levan Akin’ın Temmuz 2020’de, film henüz proje aşamasındayken kültür-sanat websitesi bantmag.com’a verdiği röportajdan alıntılanmıştır.

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat, yaşam
İstihdam