25/05/2016 | Yazar: Fırat Varatyan

Şimdi sakin olun ve tüm hayallerinizin yıkılışına tanık olun. Tarih yok beton var; doğa yok yol var arkadaşlar.

Trabzon’u çoğunuz faşist bilirsiniz hakkınız da vardır. Sabırsızlardır, sinirlidirler, fevridirler bunlara da amenna ama Trabzonlular Trabzonludur işte. Trabzon’da resmi kayıtlara göre altıncı yılımın sonu. Bu altı yıl sağ olsun, ülkede olan biteni ruhumuza kadar hissettiğimiz halde sirk panayırının genişletilmiş hali olan devlet düzenindeki abukluklara şaşırmaz, hatta ‘ee ne var bunda?’ der oldum.

Birazcık Trabzon rehberiniz olmak istedim, umarım başarırım. Yolu Trabzon’a düşen lubunyalara önce bir müjde vereyim anlatmaya başlamadan. Koli popülasyonu iyidir ama similya çoğunlukla elvandır. Ama tutan tipi, tuttukları gibi bir kuytuya götürür hiç de affetmezler. Lubunyaların tamamı ailesiyledir ya da gizli oldukları öğrenci evlerinde ya da ne yazık ki evli. Bir de kötü bir haber vereyim evde ne kadar lubunya olsalar da sokakta herkes heterodur. İyi rol keser gerektiğinde de sağlam homofobi sergilerler. O yüzden genel soru “arayış nedir”, değil “yer var mı”dır.

Şehir merkezi baya eskidir Trabzon’un, bu yüzden ana caddesi diye bildiğimiz uzun sokak baya dardır. İsteseniz de istemeseniz birilerinin bir yerleri bir yerlerinize illaki değer. Şehir merkezine diğer illerdeki gibi çarşı merkez falan değil doğrudan meydan denir. Meydandan denize doğru inen Gazipaşa Caddesi Ganita’ya gider. Öyle bir yerdir ki mübarek kolisini kayalıklara götüren, denize karşı çayını içmek isteyen, balık ekmek yemeye giden, olmadı efkarından sahilde iki bira içmek isteyenlerin hepsi Ganita ve Faroz balıkçılarının arasındaki sahil kesimini mesken tutmuşlardır. 

Ganita’dan biraz daha bahsetmek istiyorum. Trabzon’daysanız havanın kasveti üstünüze üstünüze gelmişse ve rüzgar da yoksa kitabınızı alıp doğruca gideceğiniz yer de hava güneşliyse, (ki buna Trabzon’da tanık olmak şanslı olduğunuzu gösterir) içiniz içinize “Allahım inanmıyorum güneş” diyerekten sığmıyorsa balık ekmeğinizi yiyip çayınızı içerken de denizi izlemek için gideceğiniz yer de yine Ganita’dır. Allah Trabzonlulara Ganita diye bir lütufta bulunmuş sanırım. Şehirde sosyal baskı hissetmezsiniz aslında (dini kurallara ve vatanın o asla bölünemez olduğu inanışına ters düşecek bir harekette bulunmazsanız). Rahat olmanızı söyleyen ama rahatsız etmek için elinden geleni yapan bir halktır Trabzon halkı.

Şehirde öğrenciyseniz dikkat etmeniz gereken iki esas nokta var; öğrenciliğinizi alıktırmayın ve asla buralı olmadığınızı çaktırmayın. İkisinin sonucu da bolca yenilecek kazık ve alıştıkları normların dışındaysanız da biraz taciz biraz küfür.

Gezilecek yerlerini anlatayım biraz malum Trabzon diyince tarih doğa el ele diye bir tezahür geliyor insanların aklında. Şimdi sakin olun ve tüm hayallerinizin yıkılışına tanık olun.

Tarih yok beton var; doğa yok yol var arkadaşlar. O kartpostal kıvamındaki görseliyle kandırıldığınız Uzungöl baya bildiğiniz betonla çevrilmiş ve ahşapların yıkılıp betonların dikildiği otellerden ve fiyatı nedense iki katı olan yöresel yemek dükkanlarından ibaret. Ama yine de sizi mi çekecem be diyip Trabzonlulardan kısa bir süreliğine kaçmak isterseniz iki gece katlanılabilinir bir yer ve kabul edeyim kiraladığınız bisikletlerle gezip bir doğa katliamı nasıl yapılır yukarlarıdan bi yerlerden izlemek zevk veriyor.

Sümela manastırı… İlk geldiğim sene burada 6. yılı olan arkadaşlarım geldikleri seneden beri restorasyonda olduğunu söylerdi, şimdi ben altıncı yılımdayım ve geldiğimden beri restorasyonda. Tam tekmil gezmek gibi bir hayale kapılmayın, gezilmiyor. Çünkü arka taraftaki kilise dışındaki yerler sürekli restorasyonda. Aman olsun ben yine de gideyim iki yeşil göreyim diyorsanız da rica edeceğim yağmurlu bir günde gidip de kendinizi rezil etmeyin. O patikalardan yukarı yürümeye çalışırken yaratılış özüne dönüp çamurdan ibaret olan insan sayısı bir iki değil. Yağmurun olmadığını da yağmurun yağmıyor oluşundan değil havada bulutun olmayışından anlayabilirsiniz. Şunu öğrenin Trabzon’daysanız ve havada bulutumsu şeyler varsa o yağmur illaki yağacak. Orta şiddetli yağan bir yağmur başlamışsa panik yapmayın ve kaldığınız yer her neresiyse birkaç gün o çatının altında yapacak oyalanacak işler bulun çünkü o yağmur durmaz. Sümela’ya gitmişseniz ve umduğunuzu bulamamışsanız size güzel bir haberim var. Sümela’nın yapımı için gereken parayı veren ve Anadolunun ilk manastırı olduğu söylenen Vazelon manastırı yaklaşık araçla on dakika ötenizde. Kalıntı olarak cennet cehennem ve kıyamet freskleri kalmış olsa da sadece. Manastırın sağır duvarının önünden izleyeceğiniz manzara sizi yeşile de denize de doyuracaktır. Doyurmakla kalmayıp zaman algısından kopup görme duyunuzu sonuna kadar açmanızı sağlayacaktır. Özetle Vazelon manastırına gidin ama Sümela gibi geniş bir kalıntı beklemeyin çünkü yok. 1923 tarihine kadar faaliyet gösteren ama sonrasında mübadeleden dolayı Allah’a emanet edilip gidilen manastır her gün bir taşını daha kaybediyor (bu ilk gidişimle son gidişim arasındaki değişimden dolayı söyledim).

Dönerken Maçka’nın dere kenarındaki balıkçılara da bir uğrayın ama karnınızı doyurursunuz en azından. Sabah kahvaltısı yapmak istedi canınız diyelim gidilen iki yer var-dı. Dı diyorum çünkü birisi artık cami oldu. Bahsettiğim yer Ayasofya kilisesi-müzesi-camisi. Fatih Sultan Mehmet’in bile kıyamayıp kilise olarak bıraktığı yapı birkaç yıldır cami olarak bulunuyor. Şu sıralar sosyal medyada kilisenin içinde ve dışında yaratılan tahribat yüzünden yazıklar olsunlu pek çok paylaşım görür oldum. Cami olsun-olacak lafları Trabzon’da dönmeye başladığında yaptığımız eylemlere topladığımız imzalara bakmayan insanların bu lafları söylemesine içim kanayarak gülüyorum çünkü Trabzon’a gelmişseniz ve yeni hali cami olan kiliseye girmişseniz sizden saklanmış olan şeyler o kadar güzeldi ki. Sahil yolu yapılana kadar denizin dibinde olan bina sahil yolundan sonra biraz içeride kalmış olsa da oradan hala denizi izlemek güzel. Her ne kadar çanı olmayan kulesinden ezan sesi yükselse de. Kahvaltı için ikinci tavsiyem Sera gölüdür. Sera gölü gerçekten güzeldir. Gidin kahvaltınızı edin, deniz bisikletine binip üstünde gezinin ama yanındaki dağın başında yükselen TOKİ evlerinin üzerinize gölge etmesine izin vermeyin. Ayasofya’ya gitmişseniz ve meydana dönecekseniz yürümeyi tercih edin 15-20 dakika sürer ama Kanuni’nin doğduğu evi görmüş olursunuz. Zağnos vadisine bir bakıp kentsel dönüşüm hakkında şüpheli bakışlar atan kafanızı biraz daha bulandırırsınız. Yolların Arnavut kaldırımı olması başlarda hoşunuza gidecektir aldanmayın çünkü bir müddet sonra normal bir Arnavut kaldırımı kafası olmadığını anlayıp düzgün yürümekten vazgeçeceksiniz. Çünkü yürüyemeyeceksiniz. Merdiven ve yokuş çıkma konusunda her zaman hazırlıklı olmalısınız çünkü bazı sokaklar sadece merdiven bu şehirde. Kalçalarınızın şekillenmesini istiyorsanız şehir merkezini mümkün olduğunca yürüyerek gezin.

Yemek yemek için damak tadı olan çok yer yok meydanda her taraf ocakbaşı desek yeridir. Ama Vosporos cafe ve Kalender kafe restoran cebinizi de damağınızın tadını da memnun bırakacaktır benden söylemesi. Yöresel yemek isteğiyle yanıp tutuşuyorsanız tereyağı doz aşımına hazır olun. Kuymak, karalahana çorbası (bazı rivayetler pancar der buna), kaygana, Akçaabat köftesi, küllür tava, hamsi kuşu (hamsi köftesi) yemeden dönmeyin diyeceklerim arasındadır. Ha şehir dışından Trabzon’a gelip sadece kalkan pilavda pilav yedikten sonra geri gidenler tanıyorum deneyin bence. Kuymak Ayasofya kilisesi-müzesi-camiinde gayet başarılıdır, yiyeceksiniz oradan yiyin. Çok zamanınız varsa ya da çok sıkılmışsanız Hamsiköye çıkın o dillerden düşmeyen Hamsiköy sütlacını yer sonrasında anı diye çorladığınız ya da boş bi anınıza gelip aldığınız çömleği de küllük yaparsınız. Hamsi köy pek hamsilere yakın olmasa da Allah’a yakın rakımıyla temiz bir havaya sahiptir. Ama sahilde balık ekmekle de idare ederim derseniz eğer Ganita şiddetli tavsiyemdir. Ve trabzon’da ekmek yiyecek olan kişilere ön uyarı çene kaslarınızın hiç bu kadar çalıştığını sanmıyorum. Yerken kazandığınız kalori bazen ekmeği çiğnemek için harcadığınız kaloriye eşdeğer oluyor. (belki de Trabzon’da yaşayanlar bu yüzden bu kadar çok konuşuyordur ne de olsa insan kasını göstermek istiyor)

“Aman be senin anlatacağın şehre”, diyerek atarlanan arkadaşlar için yaylalardan bahsetmek istiyorum üstünkörü. Size yayla diye gösterilen yerlerin hepsi yayla evet ve hâlâ hepsi güzel kalabilmiş durumda. (insan şaşırmadan edemiyor) Ama benim naçizane kanaatim Trabzon yaylalarına çıkmak yerine yerlilerin sizi yayla diye kandırıp sırrını adına sakladıkları Rize’deki Ayder yaylasına gidin.

Çok konuştun lubunya diyorsanız eğer birkaç dipnotla yazımı birtireceğim.

Varan1: Kimseye ters bakmayın ters bakan birini vurdukları haberi şehir efsanesi değil gerçek.

Varan2: Trabzonspor forması dışında herhangi bir takım formasıyla sokağa çıkmayın. Fener forması giyen kadın öğrencilerin nasıl dayak yediğini gördü bu gözler.

Varan3: İnsanların size bir şey sorduğunuzda bağırdığını ve kızdığını düşünmeyin insanların mizacı bu. (geldiğiniz dönem yağmurlu bir dönemse azıcık da psikolojiden anlıyorsanız neden böyle olduklarını deneyimleyerek öğrenebilirsiniz)

Ve son olarak Trabzon güzel şehir aslında ama ah bi de atarlı Trabzonlular olmasa.


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam