16/05/2011 | Yazar:

Marilyn Frye*’nin Türkçe’ye “Baskı” ya da “Zulüm” olarak da çevrilebilecek kitabının giriş bölümünü Blackwell Philo

Marilyn Frye*’nin Türkçe’ye “Baskı” ya da “Zulüm” olarak da çevrilebilecek kitabının giriş bölümünü Blackwell Philosophy Anthologies’in 2005 tarihli Feminist Theory kitabından okudum. Kitap, Feminist Teori’nin yedi temel sorusu üzerine, seçilmiş çeşitli makaleleri bir araya getiriyor. (Ed: Ann E. Cudd ve Robin O. Andreasen.)
 
Frye, Seksizm konusundaki en temel metinlerden birinin yazarı olmayı başardıysa, bunun alameti farikalarından biri de, Kuş Kafesi metaforu. Bu metafor sayesinde, zulüm ya da baskının sistematik yapısının şekillenişi konusunda insanların, baskı görenlerin ne tür bir ruh hali içinde bulunduklarını da anlayabiliyor ve durumdan gündelik hayatımıza ilişkin geniş bir soruşturma başlatmak için ipuçları ediniyoruz.
 
Kuş kafesi, miyopluk derecesi oranında görünür ya da bütünüyle görünmez olan bir şeydir. Kişi, tellerden birine bakarak, teli boydan boya tekil bir nesne olarak ve yakından inceleyerek şöyle diyecektir:
 
Bir tel nedir ki?
Bir tel tek başına insanı engelleyemez, hareketsizleştiremez.
Tel bir başına öylesine zayıf bir şeydir ki, etrafında kolayca dolaşabiliriz.
Tellerden birine yakından bakınca, öteki tellerin varlığı da önemini yitirmeye başlar.
 
Mikroskopik bir bakış açısından hareketle, kafesin bütününe ilişkin bir kurgunun varlığı sezinlenemez. Bir telin varlığından ve niteliklerinden yola çıkarak, kafesin varlığı ve sonuçları asla tahmin edilemez. Bu telden yapılmış bir kafesin neye benzeyebileceği, etkilerinin ne olabileceği, tele bakarak çıkarsanamaz. Telden dolayı “kapatılmak”, “hareketsizleştirilmek”, “zulüm görmek”, büyük bir kaza dışında olanaksız görünür. Ama bakış açınızı makroskopik olana doğru kaydırıp da, kafesin bütününü gördüğünüzde ve içindeki kuşun da hiçbir yere gitmediğini fark ettiğinizde, diyor Frye, o zaman kafanıza dank eder, kafes bütün açıklığıyla önünüzde belirir, baştan aşağı zaptetme, alıkoyma, hapsetme için özel olarak tasarımlanmış olduğu belirginlik kazanır. Kuşun, etrafını saran bir engelleyiciler ağı ile sarıldığı açıktır. Tellerin birbiri ile kurduğu belli türde ilişkiler sayesinde, “kafes” kurgulanır ve kafesin işlevi, bütün bu teller ağının özel kurgusunun sürekliliğinden okunur. Artık tellerin, yalnızca öyle durmak için orada bulunduklarını, sıradan teller olmadıklarını, yerlerini de değiştirmeyip öylece kaldıklarını, bazen o yana, bazen de bu yana doğru oynamayıp, “kafes”i oluşturacak biçimde bir arada durduklarını açıkça görürsünüz. Tellerden her biri ile kavga etmek manasızdır, bir teli istediğiniz kadar hırpalayın, öteki tellerin kurduğu şebeke algılanmadıkça, yani miyopluk ortadan kalkmadıkça, telin ele alınışı bitimsiz bir anlamsızlık olup çıkar.
 
Mimarlar, kafes sever.
Mimarların en sık kullandıkları sistem, gridal sistem, bir başka deyişle, kafes sistemi değil mi?
Tasarımcı, ne zaman “karmaşık” bir problem ile yüzyüze gelse, bunu bir grid üzerinde hayal etmeye başlamaz mı? O zaman “çözüme yaklaşmaya başladığını” hissetmez mi? Hissetmiyor muyuz?
 
Frye’nin sözlerini, biraz da uzatarak çevirmeye çalıştım. Çok basmakalıp gibi dursa da, konu görünür ve görünmez baskı mekanizmalarına, kısacası “Matrix”e gelince, Frye’nin Kafes’i her zaman hatırda tutulması gereken bir soyutlama olarak değer kazanıyor. Zaten Frye da, bu metaforu bir argüman olarak, çeşitli “tel”lere uyarlayarak, gündelik pozisyonların “kafes”ini göstermeye çalışıyor. Bunlardan ilki, “kafes” benzetmesinin hemen devamında anlattığı, erkeklerin kadınlara kapı açma “inceliği”.
 
Kadın ve erkek kapıya yaklaşır. Erkek, kadına kapıyı tutar, kadın geçer, arkasından erkek de girer. Bu durumdan, kötü niyetli, kem gözlü insanlar ne tür bir olumsuzluk, bir zulüm unsuru türetebilirler acaba? Ortada, sıradan, üzerinde durmaya bile değmeyecek, küçük bir gündelik kibarlık örneği vardır. Erkeklerin, arada bir, bayanlara böyle hoşluklar yapmalarını beklemek kadınların hakkı değil midir? Ortalama nezâket kuralları, başkasını mı gerektirir? Neredeyse, yapacak başka bir şey yoktur. Bir erkeğin, bir kadın ile aynı zamanda bir kapıdan geçmek durumunda olduğunda, yapmakla “yükümlü” olduğu şey bu olmalıdır. Tersini düşünmek bile gerekmez, kadınlar bunun için hamle de etmemektedir zaten, bu küçük nezâket kuralının gerçekleşmesini aslında o anda, onlar da beklemeye başlarlar. Erkek, bu beklentiyi hızla algılayıp, “hizmet”ini yerine getirmeli, tereddütten sakınmalıdır. Kapalı bir kapının önüne aynı anda gelmiş bir kadın ve erkeği tekrar düşünelim: Erkek, kapıya ilk ulaşan olmak için hiç acele etmiyor, büyük bir isteksizlik gösteriyor, kapıya geliyorlar, orada öylece bir saniyeliğine kalakalıyorlar. Kadın, “E aç artık şunu hadi” dercesine bir hal içinde, son çare kapıyı o açacak ama bu kez de, yine tereddüt edecek ve açıkçası biraz da öfke duymaya başlayacak, bu kabalığı, bir de kapıdan önce girmeye çalışmak mı izleyecek, diye. Bir kadın, bir kapıyı açtığında, yanında ya başka kadınlar vardır, ya da kapıyı kendisi için açar…
 
İş, kapı açmak gibi hiçbir pratik yararı olmayan bir hizmet vermeye geldiğinde ya da benzer kalıplaşmış erkek kibarlıkları sergilemeye geldiğinde, erkeklerin gayretkeş bir ataklık içine giriverdikleri, yaşları ne olursa olsun bunu yapabildikleri, gözden kaçmaz. Doğrusu bu kapı açma geyiği, “Coupling” için işlenecek iyi bir malzeme olurdu! Dizinin genç erkek ve bayanları, bir şekilde, Frye’nin “Kafes” metaforu üzerine konuşabilir, ya da bu kapı açma sahnelerini bir yanlış anlamalar komedisi içinde, yaşayabilirlermiş gibi geliyor bana. Flörtün başlangıcında, kapı açmanın “önemli” olduğunu düşünen erkek ya da bayanlar, bu kapı açma anlarında, tuhaf cinsel fanteziler içinde bulabilirlerdi kendilerini… Tekrar Frye’nin kafesine dönelim…
 
Şimdi, Frye, “kafes” argümanını bu duruma uygulamaya başlıyor. Kapı açma davranışını, sembolik ve yararsız bir erkek edimi olarak, her daim tekrarlanan, yalnızca erkeklerin kadınlara uygulandıkları bir davranış kalıbı olarak “tel” yerine koyuyor. Aslında yapılacak şey, başka teller görmekten ibaret. Tellerin sayısını arttırmak. Dünyanın belli bir bölgesine bakalım: Kalabalık bir kent merkezinde, ofislere giren, binalardan çıkan, arabalara binen kadınlar ve erkekler düşünelim. Bu erkek-kapı-kadın üçgeninde, olayın neredeyse hiç değişmeden “defaatle” yinelendiğini görebileceğimiz bir manzara hayal edelim.
 
Erkekler her seferinde kadınlara kapı tutuyorlar,
biteviye kapı açıyorlar,
kadınlar da biteviye bu kapıların açılmasını bekliyor
ya da kapıyı zaten önlerinde açılmış olarak buluyorlar.
 
Sorun kimin gerçekten, bir kapıyı kendi gücü ile açamayacak kadar yetersiz olduğunda düğümleniyor. Eğer fiziksel bir engeliniz yoksa, yürüme güçlüğü içinde değilseniz, hastanede, ameliyatlı ve bir elinde serumla tuvalete gidiyor değilseniz, eliniz kolunuz eşyayla dolu değilse, kısacası, kapı açma edimini geçici ya da kalıcı olarak gerçekleştirmenize mani bir durum yoksa, siz o kapıyı “aslında” açabilirsiniz demektir. Öyleyse, niye birileri sürekli olarak sizin için açmak konusunda bu kadar istekli? Neden o birileri her zaman erkek? Neden bu eylem biteviye yinelenmekte? Burada, yavaş yavaş kafesin tellerini net bir şekilde seçmeye başlayabiliriz. Ama sancılı ve alışılmadık bir bakma biçim olacaktır bu. Çünkü tellere tek tek bakmayı çok seviyoruz. Dahası, belki de tellerle aramızda hiçbir sorun yok… Ya da yalnızca tek tek tellerden nefret ediyoruz… Bu nedenle, kafese bakmak, sorunlu bir geçiş süreci olacak.
Frye, bu müthiş prenslerin, taciz, tehdit ya da şiddet söz konusu olduğunda nedense ortalıkta bulunmadıklarını hatırlatıyor. İş, erkeğin çamaşırını yıkamaya, çocuklarını büyütmeye, yemeğini yapıp bulaşığını yıkamaya gelince, yardım mardım yok. Ama kadınların belli yerlerden uzak durmalarını, belli saatlerde bir yerlerde bulunmalarını, zamanlarını kapalı mekânlarda geçirmelerini belirlemeye sıra gelince, erkekler hep belirleyici olup, güvenliği sağlıyorlar. Gece olunca da kadına kalan şey, uzanıp “keyfini çıkarmak” oluyor. Sonuç: Kadına kapı açılması davranışı, kadının yetersiz olduğunun ilanı ve tekrarıdır. Kadının kendi başına yapabileceği bir şeyin erkek tarafından belirleniyor oluşu, gerçekte kadınların toplumdaki isteklerinin ve ihtiyaçlarının uygunsuz ya da önemsiz olduğunun ilan edilmesidir. Üstelik erkekler bu yolla, kadınlara hizmet eder gibi yapıp gerçekte etmiyor oluşları ile, onların bu varsayımsal yetersizlikleri ile alay etmektedirler. Kadının erkeğe bağımlı oluşunun betimlendiği bu küçük tiyatro, kadının görünmezliği ve iptalidir. Kadın, kapıdan gerçekte geçmemektedir bile neredeyse: Geçen, ondan önce ve onunla beraber, öncelikle, erkeğin kapı açma ediminin kendisidir.
 
Kafes bütün hatları ile ortaya çıktı. Kuş kafesinin “kafesselliği” diyebileceğimiz şey, onun makroskopik bir fenomen oluşu ile tanımlanabilir. Kafesin “kafesselliği”, makroskopik olarak anlamlıdır. Baskı ve zulüm mekanizmaları da benzer şekilde, makroskopik fenomenler olarak görünür hale gelmektedir.
 
Bundan sonra da, sıra, baskı görmenin biçimlerine ve yasalarına geliyor. Bir baskının varlığından söz ediyorsak, tekil bir baskıdan söz etmiyoruz, mutlaka kitlesel bir durumdan söz ediyoruz demektir. Kısacası, bir kafes varsa, bir çok kuş olacaktır… Bu, baskının ilk yasasıdır. Bir çok kuş varsa da, kafes tarafından “kafesleniyor” olmak halleri ortaktır. Kafese konmuş her kuşun hareketsiz kılınışı, kafes içine alınmış olmanın değişmezliği oranında, ortaklaşa bir durumdur. Zulüm gören kimseler, her seferinde bir grup ya da kategori olarak zulüm altındadır, baskı altındadır. “Kafes”, sistematik bir edimler zincirini göstermek şartıyla, kişiler üzerindeki “kafesleyiciliğini” anlatır. Bu kişi ve gruplar, sistemli bir şekilde indirgenir, hareketsizleştirilir, kalıba dökülür. Kişilerin durumunda, “tellere bakan” açısından, makroskopik ölçekteki zulme ilişkin çok az bilgi olabilir, ya da hiçbir göze görünür kanıt bulunmayabilir… Bu kişinin, olası bir grubun niteliklerini taşıdığını ve benzer durumdakilerin de benzer nitelikler taşıdıklarını görmek istemediğimiz sürece, baskının adını dahi koyamayız. Sözgelimi, bir azınlık “asimile” edilmişse, o grubun üyeleri ile yıllar yılı barış içinde yaşamakta olduğunuzu söylemeniz, sadece tele bakmakta olduğunuzu, kendinizi kafesin içindeki kuşun yerine koymaktaki kifayetsizliğinizi belli eder yalnızca.
 
Erkekler için, durumun çok karışık olduğunu söylememiz zorunlu. Erkekler tarafından kurulmuş bir dünyanın içinde yaşayan bir erkek olarak, kafesin bizzat kendisi olduğunu kabul edebilecek yeter sayıda yürekli erkek bulmamız çok zordur! Dahası, kadınlar arasında da, erkekler tarafından erkeklerin normları ile yaşıyor olmak, hiç de rahatsız edici olmayabilir, değiştirilmesi gereken, yeniden düzenlenmesi gereken bir durum olarak da görünmeyebilir. Bunun üzerine, erkeklerin bitmek bilmez inkârlarını koyduğunuzda, kadınların sonunda konuya kafesteki tele bakan kuş olarak geri döndürüldükleri ve bir de üzerine tüylerinin yolunduğunu söyleyebiliriz. Bu sayede, kadın, kafesten çıkmayı hayal etmek yerine, bir an önce tüylerinin yeniden uzamasını beklemeye razı olacaktır, kafesin içinde hiç olmazsa üşümediği o “güzel günlere” dönmeyi isteyecektir. Erkek için, kafesin teli olmayı reddetmek de öyle kolay değildir. Çünkü kafesin teli olmanın sayısız avantajı vardır. Halk arasındaki deyişle, tel olmayı reddettiğinizde başına gelecek ilk şey “eşeğinizin kaybettirilmesi”dir. Ancak kafesin teli olmaya geri dönmeye meylettiğinizde, eşeğiniz size buldurulur ve sistem tarafından “sevindirilirsiniz”.
 
Kadının görünmez tahakküm kuralları ile ötekileştirilmesi ediminin, yalnızca cinsel ikilik üzerinden inşa edilmiş bir dünyada (bütün dünyada), ailenin demirbaş bir düzenkurucu olarak baş tacı edildiği bir devlette (bütün devletlerde!), ortalama erkek normları ve gündelik tekrarlar üzerine kurulu bir kültürel “monizm” altında, “kadınlık” inşaatı, “diğer ötekiler”i de kapsayacaktır elbette. Yani kadın/erkek ayrımının sınırlarının en başından itibaren kesin bir şekilde çizilmesine dayalı bir ulus devlette yaşayan “heteronormatif” bireyleriz. Doğar doğmaz kırmızı kafa kağıdı çıkarılan bebek, aslında bir penisi olmadığı için farklı bir hüviyeti hak edecektir. (Yalnızca bu nedenle.) Oysa onu bir öteki bebekten ayırt etmek hiç de kolay değildir. Öyleyse, dişiliğin, başından itibaren çocuklara bizzat devlet ve aile tarafından kodlandığını, erkeklerin erkekleştirildiğini, dişilerin de dişileştirildiğini söylemek gerekli. Burada, “üçüncü cinslerin” pozisyonu, feminist teori ekseninde, kadınınkinden çok da farklı değildir. Çünkü norm, erkek olmak ve olmamak üzerinden tanımlandığı müddetçe, kimin çürüğe çıkacağı her zaman bellidir!
 
Kafese ilişkin bir mimari örnek daha vermemiz mümkün bu noktada: Konuttaki servis mekânlarının kurgulanışı konusu. Mimarlık okullarında, konut tasarımı söz konusu olduğunda, özellikle servis mekânlarının tasarımının büyük önem taşıdığını bilmeyen yoktur. Konutun, yalnızca servis mekânlarının “doğru” kurulduğunda “doğru” tasarlanmış olduğu söylenir. Peki, servis mekânlarının “doğru tasarımlanması” ne demektir? Servis mekânlarını tasarlama biçimlerine uygun olma hali. Bu biçimler nedir ve nereden gelir? Konutun kurucu unsurlarının bileşenlerinden gelir. Onun kökeni nedir? Bir mekânın nasıl boyutlandırıldığıdır. Sonunda, gidip Neufert’i açarsınız. Ama artık onu bile yapmazsınız! Daha bile saçma bir iş yaparsınız, gidip, daha önce yapılmış şeylerden birini seçersiniz. Halbuki Neufert’e 201. sayfasında bulunan (30. baskı, 1993), bir mutfağın mekân kurgusu için baktığınızda, “kafes”i görmeniz mümkün olabilirdi. Çünkü Neufert kitabı, modasının geçmişliği ile, kafesin bugün artık apaçık görünebildiği, garip bir şekilde insanı kolayca “aydırabilecek” bir kaynak haline gelmiştir! Bu sayfada, tam tamına 10 tane mutfağın kesit şeması vardır. Her birinde de, ısrarla, en az bir kadının çalışma hali betimlenmiştir. O ana dek hep tele bakmakta olan bir tasarımcı olan siz, kafanızı yaptığınız konuttan kaldırarak, servis mekânlarının doğru bilgisi için başvurduğunuz kaynaktan şüphe duyarak, kafesi fark edebilirdiniz. Ama böyle yapmayacaksınız, “Salak Neufert, ne kadar da demodesin” diyeceksiniz, kadın figürlerine güleceksiniz, kadınlar hakkındaki ortalama erkek yargınızı da bu yolla pekiştirerek, tel olma halinizi sürdüreceksiniz. Şu soruyu sorabilirdiniz: Servis mekânlarının doğru bilgisinde, servisi veren öznenin her seferinde kadın olarak belirlenmiş olması, servis mekânlarına dayalı planlama yaklaşımının, kadınların servis veren obje olarak sabitlenmesi ve üzerlerinde gizli bir tahakkümün inşa edilmesi anlamına geliyor olabilir mi? Bu soruyu sorduğunuz andan itibaren de, Neufert’e daha yakından bakmaya başlayarak, servis olgusu ve kadının mevcudiyeti üzerine yarım saati geçmeyen bir süre içinde bir görsel tarama yapabilir ve “ne kadar da çok” kadın figürünün bulunduğunu ve “garip bir haller içinde” bulunduklarını görebilirdiniz. Ama çalıştığınız büroda, bunları tartışacak zaman yoktur. Ziyanı yok, siz “kafes”i bir kez gördükten sonra, bir sonraki adımınızda, servis mekânlarının doğru çözümlenmesi yoluyla elde edilen işlevsel planın “kafes” olarak işlevi üzerine rahatsız edici sorular sormaya başlayabilirsiniz… Bu, sizi tel olmaktan uzaklaştırmaya başlar, kuş da, araladığınız yerden, kanatlarını açmaya yeltenecektir. Bu da az şey sayılmasa gerek.
 
Frye, servis sektörünün ırk ve sınıf gözetmeksizin kadınlara ayrıldığını, erkeklerin bu yapıdan uzak tutulduklarını hatırlatıyor yazısında. Burada ilginç nokta, servis sektörünün dışında tutulmanın, erkekler için, erkeklerin yararına gerçekleşiyor olması. Erkek, kadınlara seksüel olarak erişiminin sürekliliği için, servis mekânına dahil olmaktan men edilmiştir. Sosyal açıdan daha iyi bir pozisyon elde etmek için erkek olmak, bir engel değildir ama kadın olmak, engellemeler zincirinin odağında yer almakla aynı anlama gelir. Kadınlar bizatihi kadın olarak, kadın gibi baskı görürler ama erkekler, erkek olarak/erkek gibi baskı görmezler, diyor Frye.
  
*Frye, M. (1983) The Politics of Reality, s. 1-16, “Oppression”, The Crossing Press, CA.


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam