08/01/2025 | Yazar: Vincent Vega

LGBTİ+ karşıtı söylem ve politikaların artışı, bu kişilere yönelik küresel olarak saygının azalmasından ziyade, hızla değişen dünyada farklı cinsel yönelimlerin varlığının giderek daha fazla kabul görmesiyle ilgili olabilir.

Marjinalleştirilmiş ve azınlık gruplara karşı nefret söylemi: Nedenler ve dinamikler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Farklı kaynaklardan elde edilen veriler, 21. yüzyılın başından bu yana dünya genelinde eğitim seviyesinin, okuryazarlık oranlarının, kitle iletişim araçlarının kullanımının, kentleşmenin ve sanayileşmenin önemli ölçüde arttığını gösteriyor. Inkeles ve Thomas'a (1974) göre, bu değişikliklerin insanları çeşitli yaşam tarzlarına daha saygılı, değişime açık ve siyasi süreçlere katılmaya daha yatkın hale getirmesi gerekiyor. Benzer şekilde, Ronald Inglehart’a gore yeni nesillerin eskilerin yerini alması, sanayileşmenin, kentleşmenin, gelir ve eğitim seviyesinin artması, insanların çeşitliliğe ve farklı yaşam tarzlarına olan saygısını arttırıyor. Ancak, yine de dünya genelinde yaşanan bütün bu değişimlere rağmen insanların değer ve inançları hakkında yapılan araştırmalar, dünyadaki çoğu ülkenin yabancılara, kadınlara ve LGBTİ+’lar gibi geleneksel olarak dezavantajlı gruplara yönelik saygı konusunda Batı’nın gelişmiş ülkelerinin gerisinde kaldığını gösteriyor[1]. Mesela, Dünya Değerler Araştırması’nın son anketi, birçok ülkenin nesiller arası değişim, kentleşme ve sanayileşme gibi benzer süreçlerden geçmesine rağmen, çeşitliliğe ve farklı yaşam tarzlarına karşı saygının dünya genelinde artmadığını, hatta bazı yerlerde azaldığını göstermektedir. Örneğin, Dünya Değerler Araştırması'na göre, Şili ve Tayvan gibi ülkelerde, son yıllarda çeşitli cinsel yönelimlere sahip insanlara veya göçmenlere karşı hoşgörünün azaldığı gözlemleniyor. Ayrıca, Romanya, Polonya ve Macaristan gibi bazı Avrupa ülkelerinde de benzer bir eğilim söz konusu. Özellikle Polonya ve Macaristan'daki demokratik gerilemenin boyutunun ve hızının birçok insan için endişe verici bir hal aldığı görülüyor. Macaristan'da Victor Orban'ın yeniden seçilmesi, aşırı sağcı liderlerin güçlerinin kolay kolay zayıflamayacağını ortaya koyuyor. Bu durum, göçmenler, kadınlar ve LGBTİ+’lar gibi birçok farklı grup için ciddi endişelere yol açmakta; çünkü son yıllarda Polonya ve Macaristan'daki popülist liderler, en çok bu grupların haklarını ihlal ettiler. Müslüman ülkelere gelince, bu ülkelerde de benzer bir trendi gözlemlemek mümkün. Örneğin, Irak, Fas, Pakistan, Tunus ve Türkiye'deki insanlar, son yıllarda farklı ırklara, farklı dinlere, göçmenlere ve farklı dillerde konuşan insanlara karşı daha az hoşgörülü hale gelmiş gibi görünüyor. Yine adi gecen ülkelerin çoğunda siyasetçiler toplumdaki azınlıklar açısından hayati zorlaştıran pek çok politika ve söylemde bulunduğu da insan hakları örgütleri tarafından aktarılıyor. Peki, yukarıda bahsedilen ülkelerin çoğu, buna Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere, sosyal hoşgörü için gerekli görülen birçok koşulu karşılamasına rağmen (yükselen eğitim seviyesi, artan sanayileşme ve şehirleşme, nesillerin değişmesi vs.), son yıllarda farklı gruplara yönelik saygının azalmasını ne açıklıyor? 

Farklı gruplara karşı saygı üzerine yapılan araştırmalar, ağırlıklı olarak siyaset bilimi ve psikoloji alanında gerçekleştirilen çalışmalardan oluşmaktadır. Siyaset biliminde, farklılıklara saygıyı açıklayan temel teori olarak modernleşme teorisi öne çıkmaktadır. Modernleşme teorisine göre, insanlar ekonomik veya fiziksel olarak güvensiz hissettiklerinde, Ronald Inglehart tarafından “geleneksel değerler” ve “hayatta kalma değerleri” olarak adlandırılan birtakım değerleri benimserler (Inglehart 1997). Geleneksel değerlerde din, otoriteye saygı ve geleneksel aile değerleri vurgulanır ve geleneksel değerlere sahip insanlar için kürtaj, boşanma, intihar ve ötenazi gibi uygulamalar kabul edilemez olarak görünür. (Inglehart 1997: Inglehart 2021). Hayatta kalma değerlerine gelince, bu değerler ekonomik ve fiziksel güvenliği ön planda tutarlar ve güven ve hoşgörü gibi tutumlara daha az vurgu yaparlar. Inglehart’a göre hayatta kalma değerlerine sahip insanlar, çeşitliliğe veya farklılığa karşı genel olarak daha az saygılıdır. Özel olaraksa, bu tur değerlere sahip insanların LGBTİ+’lar ve cinsiyet eşitliği hakkında olumsuz görüşlere sahip olma olasılığı daha yüksektir.

Psikoloji alanında yapılan çalışmalara baktığımızdaysa, bu alanda gruplara arası önyargıya odaklanan çeşitli teorilerin varlığını görmek mümkündür. Bunlar arasında sosyal kimlik teorisi, sosyal hakimiyet teorisi ve realist çatışma teorisi gibi teoriler son derece popülerdir. Genel olarak, gruplar arası önyargıyı açıklayan teorilerin çoğu, dış gruplara dair tehdit algısının gruplar arası önyargının önemli bir bileşeni olduğunu vurgulamaktadır. Scheepers ve Ellemers (2005), tehdit algısının sosyal bilimler açısından “temel bir açıklayıcı kavram haline geldiğini" (s.1) bulmuş ve çeşitli akademisyenler, bir kişinin kimliğine yönelik tehdidin ve bir grubun ayrıcalıklı statüsünde değişiklik ihtimalinin ayrımcılığı tetikleyebileceğini belirtmişlerdir (Branscombe ve Wann 1994; Scheepers 2009; Major 2014). Ayrıca, Morrison ve diğerleri (2008), toplum içinde yüksek statüye sahip insanların, kendilerini avantajlı bir konuma getiren toplumsal eşitsizliği destekleme olasılığının daha yüksek olduğunu, ancak bu desteğin, düşük statüdeki insanlardan algılanan tehdit seviyesine göre artabileceğini veya azalabileceğini belirtmiştir. Benzer şekilde, realist çatışma teorisi (Sherif 1966), gruplar arası çatışmanın ve önyargının ana nedeninin sınırlı kaynaklar için gerçekleştirilen rekabet olduğunu savunur. Bu nedenle, teorinin mantığına göre, kaynakların dağılımıyla ilgili algılanan tehditler ve genel olarak kaynak dağıtımında artan rekabet önyargı ve ayrımcılığı açıklamada önemli bir faktör olabilir.      

Ancak, tüm bu önemli açıklamalara rağmen, gruplar arası önyargıyı açıklamada özellikle öne çıkan bir teori, tehdit algısının toplumdaki farklılıklara saygı seviyelerini nasıl etkilediğine odaklanmaktadır. Sheldon Solomon ve Jeff Greenberg gibi araştırmacılar tarafından geliştirilen terör yönetim teorisi, özellikle kişinin ölümüne yönelik tehditler üzerinde durmasına rağmen, yukarıda bahsedilen tehditlerin neredeyse tamamı ile çeşitliliğe saygı seviyeleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Terör yönetim teorisine göre, bir kişinin sonunda öleceği bilgisi, insanlar arasında korku ve potansiyel olarak "felç edici bir dehşet" yaratır. Bu duygulardan kaçınmak için insanlar, hayatlarına anlam ve amaç veren din ve ideoloji basta olmak üzere farklı dünya görüşlerini benimserler. Bu dünya görüşleri, insanlar arasında ölüm korkusunu hafifletir ve insanlara bir tür ölümsüzlük hissi sağlar. Ayrıca, farklı dünya görüşleri, yaşamak için bazı standartlar (değerler, inançlar ve davranışlar) sağlar ve bunlara uyulduğunda kişinin benlik saygısı artar. Bu nedenle, farklı dünya görüşleri, aslında çoğu zaman bir kişinin ölümle ilgili korkularına karşı bir savunma mekanizması olarak benimsendiği için, ölümün belirginliği ile kişinin kendi değerlerine ve inançlarına olan bağlılığı arasında güçlü bir ilişki vardır. Terör yönetim teorisinin savunucuları, tehdit algısı arttıkça, bu algı ister gerçekçi ister hayali olsun, insanların dünya görüşlerinin onaylanması ihtiyacının arttığını, alternatif yasam standartlarına yönelik tutumlarının ise olumsuz hale geldiğini bulmuşlardır. Dolayısıyla bu teoriye göre, insanlar savaş veya çatışma benzeri fiziksel bir tehdide maruz kaldığında veya genel olarak tehdit algısı yaratan bir krizle karşılaştıklarında, gruplarına daha fazla bağlanır, daha muhafazakâr bir yapıya kavuşurlar. Ayrıca, bir kişinin ekonomik veya fiziksel bir tehdit algılaması, onu sadece daha muhafazakâr hale getirmekle kalmaz; aynı zamanda muhafazakar politikalar ve politikacıları destekleme olasılığını da artırır. Bu nedenle, terör saldırılarının artışı, ekonomik gerileme veya göç dalgaları, bir ülkedeki insanların neden son yıllarda daha az hoşgörülü hale geldiğini açıklayabilir. Terör yönetim teorisi, birçok farklı bağlamda test edilmiştir ve ölüme dair korkuların geleneksel normlara ve muhafazakar görüşlere desteği artırma ile insanların eşcinsel bireylere karşı saygı seviyesini azaltma olasılığının yüksek olduğu bulunmuştur[2].

Marjinalleştirilmiş gruplar hakkında nefret söylemi

Peki hem modernleşme teorisi hem de terör yönetim teorisi, farklılıklara saygı ile tehdit algısı arasında güçlü bir bağlantı kurduğuna göre, başta LGBTİ+’lar olmak üzere marjinalleştirilmiş gruplar hakkında hükümetlerin yaptığı nefret söylemini, halk arasında geleceğe dair yükselen endişelerle açıklamak mümkün mü? Aslında hem evet hem hayır. Çünkü her ne kadar insanların geleceğe dair tehdit algılarının artması onları genel olarak daha hoşgörüsüz yapsa ve bu durum hükümetlere belli grupları hedef alıp ülkedeki sorunlar için günah keçisi yapma fırsatı verse de belirli gruplara yönelik nefret söyleminin nedeni, o gruba karşı halk arasında artan bir hoşgörüsüzlük olmayabilir. Robert Inglehart bir makalesinde dünya genelinde radikal dini hareketlerin veya grupların artma sebeplerini incelerken, aslında bu dini akımların yükselmesinin sebebinin halk arasında dine yönelimin artmasının değil tam tersine azalmasının olduğunu dile getirmişti. Ona göre hızla sekülerleşen ve bu sekülerleşmeyle birçok farklı konudaki (ki buna geleneksel aile değerleri, boşanma, otanazi ve kürtaj da dahil) değer ve inançları hızla dönüşen dünyada dini grupların geleneksel değer ve inançları koruma adına harekete geçtiğini ve görünürlüğü artan bu dini grupların aslında hızlı değişime karşı gösterilen adeta bir refleks olduğunu belirtmişti. Dolayısıyla bugün LGBTİ+’lara karşı gerçekleştirilen olumsuz söylem ve uygulamaların artması, dünya genelinde onlara karşı hoşgörünün azalmasının değil tam tersine artmasının ve eşcinselliğin normalleşmeye başladığı algısının bir eseri olabilir. Öyle ki her ne kadar ülke bazında farklılık gösterse de LGBTİ+’larin görünürlüğü üzerine yapılan araştırmalar özellikle sosyal medya ve online dizi ve film platformlarının yaygınlaşmasıyla LGBTİ+’larin giderek artan bir şekilde görünür hale geldiğini belirtiyor. Ayrıca Dünya Değerler Araştırması gibi dünyanın birçok yerinde düzenli olarak anket düzenleyen şirketler de Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere birçok ülkede LGBTİ+’lara toplumsal saygının arttığını raporluyor. Dolayısıyla, LGBTİ+ karşıtı söylem ve politikaların artışı, bu kişilere yönelik küresel olarak saygının azalmasından ziyade, hızla değişen dünyada farklı cinsel yönelimlerin varlığının giderek daha fazla kabul görmesiyle ilgili olabilir. Bu durum, bazı kesimlerin bu değişime tepki göstermesine ve karşı söylemler geliştirmesine yol açıyor olabilir.

Öte yandan, toplumda yaygın değer ve inançların siyasetçilerin uygulayacağı politikaları belirlediği varsayımı da her zaman doğru olmayabilir. Her ne kadar liderler politikalarını oluştururken kendi seçmenlerinin duygu ve düşüncelerini dikkate alsa da ve birçok kez seçmenlerin değer ve inançları politikacıların söylem ve eylemlerini belirlese de zaman zaman bu durumun tam tersini görmek de mümkündür. Birçok araştırmacı siyasetçilerin söylemlerinin genel olarak belirli bir konu hakkındaki algıları etkileyebileceğini belirtiyor. Nefret söylemi alanında yapılan çalışmalar belirli gruplara karşı yapılan nefret söyleminin o gruplara karşı antipatinin artmasına yol açtığını ve daha öncesinde aynı gruplara karşı saygılı olan kişilerin bile bu söylemlerden olumsuz etkilendiğini belirtiyor. Dolayısıyla, siyasetçilerin kullandığı dil ve yaygınlaştırdıkları söylem toplumun belirli gruplar hakkındaki inanç ve değerlerini belirleyebiliyor. Buna ek olarak, politikacıların söylemleri dışında bir ülkede var olan yazılı ve yazılı olmayan kurallar da yine farklı gruplara karşı algıyı etkileyebiliyor.  Mesela Jana Morgan ve Nathan Kelly tarafından 2021 yapılan bir araştırma sadece politikacılar tarafından yapılan söylemlerin değil, o ülkede var olan kural ve yasaların da toplum içerisinde hangi grupların kabul edilebilir olduğunu, hangi grupların eşit haklara sahip olduğu algısını ve hangi gruplara karşı hoşgörü gösterilmesi gerektiğine dair algıyı etkilediğini belirtiyor. Böylece insanların belirli gruplar hakkındaki değer ve inançlarının, özellikle de farklılıklara saygı seviyesinin sadece yaş, gelir, cinsiyet, şehirleşme, eğitim seviyesi, dindarlık gibi kişisel özelliklerden kaynaklanmadığını, o ülkedeki kural ve yasaların da belirli gruplara karşı hoşgörü seviyesini belirleyici etkenlerden biri olduğunu görmek mümkün.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Uluslararası Ahval-2 dosya konulu 198. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.




[1] Düzenli aralıklarla farklı ülkelerde gerçekleştirilen anketler, insanların çoğunluğun dışında kalan gruplara karşı tutumlarını ölçmek için bu gruplarla komşu olmayı tercih edip etmeyeceklerini veya onlara yasal haklar tanınıp tanınmaması gerektiğini soruyor. Bu anketlerin sonuçları, Batı'nın gelişmiş ülkeleri ile dünyanın diğer bölgeleri arasında, çoğunluktan farklı olan gruplarla komşu olma isteği açısından veya farklı gruplara hak verilmesinin kabul edilmesi açısından önemli bir fark olduğunu gösteriyor.

[2] Bkz: Terror management theory and religious belief/ Vail et al. 2019


Etiketler: insan hakları, medya, nefret suçları, siyaset, dünyadan, araştırma, inceleme, yorum
2024