28/10/2014 | Yazar: Gülsüm Depeli

LGBTİ’lerin nefret ve töre cinayetlerine kurban gittiği Türkiye’de, eşcinsellerin yaşadığı baskı ve cinayetler kamunun bir meselesi haline gelemedi; bazı haberler sadece bazı sınırlı medyaların konusu oldu.

LGBTİ’lerin nefret ve töre cinayetlerine kurban gittiği Türkiye’de, eşcinsellerin yaşadığı baskı ve cinayetler kamunun bir meselesi haline gelemedi; bazı haberler sadece bazı sınırlı medyaların konusu oldu. Bundandır, Okyanus’un intiharı muhalif medyada heteronormativitenin ve devletin cinayeti olarak haberleştirilirken, merkez medya için bu ölüm, Okyanus’un “ne boka yaradı ‘normal’ olmak” diyen açık notuna rağmen hala pek gizemliydi.
 
Türkiye son on yılda sosyo-politik açıdan büyük bir değişim yaşadı. Üç dönemin iktidarı AKP, demokratikleşme adımlarıyla giriş yaptığı yoldan, 2010 referandumu sonrasında yaşadığı siyasi zafer duygusuyla çark etti, yüzünü muhafazakârlığa döndü, bunun adını ileri demokrasi koydu. Muhafazakarlaşmanın sinyalleri popüler medya anlatılarında kendini göstermeye başladı. Örneğin 2003-2005’te “Bir İstanbul Masalı”nda olumlu bir eşcinsel temsili olarak Zekeriya karakterini yaratmış olan ATV, şimdi “Eşcinsellerden irrite oluyorum”, diyen ve LGBT’leri medyanın ahlâk anlatısına ibretlik olarak eklemleyen Osman Sınav’ı bağrına basıyor. Kanal D’de yayımlanmış olan “Kayıp Şehir” dizisi ise, her ne kadar Tarlabaşı’nı tüm ötekilerin adresi olarak sabitlemiş ve film platosuna dönüştürmüş olsa da, olumlu bir dizi örneği olarak anılabilir; ne var ki dizi reyting kurbanı oluyor. “Umutsuz Ev Kadınları”, “İhanet” gibi uyarlama dizilerden eşcinseller Tuğrul Eryılmaz’ın deyişiyle “kılçık ayıklanır gibi ayıklanıyor.”[1]
 
Behzat Ç. dizisinin transfobik nefret saldırılarını konu alan bölümünden bir kare
 
Bu gidişatla örtüşen bir şekilde iktidar partisi, yeni anayasa yazım sürecinde, LGBTİ örgütlerin cinsiyet yönelimi ibaresinin Anayasa’ya eklenmesi ile ilgili taleplerine ayak diriyor. Öte yandan muhafazakârlaşma saldırısına karşı güçlü bir mücadele de hep sürüyor: Hatırlanmalı ki kadınların ve LGBTİ örgütlerin mücadeleleri sadece merkez medyanın gündemine değil TBBM’nin internet sitesine de girdi; iktidar gözlerini ne kadar kaçırırsa kaçırsın LGBTİ’leri görmek zorunda kaldı.
 
Medyanın durumuna yakından bakalım. Muhafazakar ve hırçın bir siyasetin temsilcisi AKP’nin yeni siyasi adımlarının hedeflerinden biri de medyanın mülkiyet ve sahiplik yapısını dönüştürmek oldu. Merkezde kalmayı sürdürmek isteyen medya bileşenleri gözdağı, sansür ve otosansürle terbiye edildi. Bunun sonucu olarak, merkez medya için, demokratik hak mücadeleleri, devlet şiddeti ve katliamlar, hükümet olur vermedikçe haber sayılmadı; haberin mesleki etik içindeki tanımı ağır yara aldı. Nitekim, haberciliğin hız döneminde, medya Roboski katliamını yaklaşık 14 saat sonra gördü. Benzer bir gecikme ironik ve trajik bir şekilde Gezi Direnişi’nde (Haziran 2013) yaşandı.
 
Gezi’den sonra medyadaki haber akışları sıkı bir denetimin konusu oldu; hükümet medyadaki enformasyon akışını adeta savaş atmosferinin komutanı edasıyla bizzat yönetti. Medyadaki ayrışmanın ardından, Gezi’nin devamında toplumsal yaşam içindeki ayrışma da belirginleşti. İnsanların çok yönlü haber takibi yapabildiği yeni medya ve etkileşim olanaklarından söz ettiğimiz bir dönemde, toplumda medya kullanımının da daraldığını ve kutuplaştığını gözledik: Kimlerin hangi medyayı takip ettiği toplumsal ve sınıfsal olarak ayrıştı. Nitekim Gezi sürecinde LGBTİ bireyler merkez medyada görünür olsa da, 11. Onur Yürüyüşü’nün vakti gelip çattığında (30 Haziran) merkezin kameraları çoktan uzaklaşmıştı. Artık herkesin medyası kendine, merkezin medyası ise İktidar’aydı…
 
İktidar medyasının söyleminin savurucu etkisiyle birlikte, muhalif medyanın alanı önemli ölçüde daraldı. Kendine merkez medyanın söyleminin dışına itilmiş bulan yurttaşlar, hak ve mücadele örgütleri, bir yandan merkez medya ile mücadele ederken bir yandan da kendi medyalarını ve dayanışma ağlarını güçlendirmeye yöneldi. Özellikle internet ve yeni iletişim teknolojileri ile birlikte birçok televizyon ve basın kuruluşu birbirine yaklaştı, birbiriyle daha doğrudan temas olanağı buldu, sosyal medya aracılığıyla etkinlik kanallarını genişletti. Böylece dar bir alana sıkışmış olduğunu söylediğimiz muhalif medyada kapsadığı kimlik ve mücadele grupları açısından olumlu bir saçılma yaşandı. Son beş yılda birçok toplumsal grup kendi web sayfası açtı, yeni internet haber sitelerinin sayısı arttı.
 
LGBTİ haberlerinin nicel ve nitel açıdan medyada yer bulma biçimi bu geniş bağlamın içinde değerlendirilmeli. Bağlamı belirleyen ikinci temel unsur ise elbette LGBTİ örgütlerin 20 yılı aşkın bir zamandır verdiği mücadeledir.
 
20 yılı gözden geçirdiğimizde ilk şunu görürüz: Bu mücadele en somut sonuçlarını sol ve Kürt medyası açısından vermiştir. 2005-2006 yıllarında eşcinsellerle ilgili haberleri hala suskunlukla geçiştirmekte olan, onları mücadelelerinde sıklıkla yalnız bırakan solun önemli bir kısmı ve Kürt medyası, bugün LGBTİ bireylerle ilgili haberleri ve mücadeleleri sürekli bir haber kategorisi olarak, aktivist bir tarafgirlikle izlemektedir. İnsan haklarına duyarlı bir haber dili geliştirme ve düzeltme konusunda, LGBTİ örgütlerden ve medyasından bilgi/destek almak, LGBTİ örgütlerin çağrıcı olduğu atölyelere katılım göstermek konusunda diyaloğa açık davranmaktadır.
 
İnternet olanaklarıyla birlikte birçok yeni muhalif haber sitesinin de açıldığını söylemiştik. Sendika.org, bianet gibi haber siteleri yanında T24, Diken, demokrathaber.net, başkahaber.org, çapul tv, amargidergi.com, cinsomedya.org vb. siteler LGBTİ ile ilgili haberlere geniş yer vermektedir.[2] Buna ek olarak, LGBTİ haberlerin yerel/bölgesel gazetelerde geçmiş yıllara oranla nicel olarak daha çok yer bulduğunu tespit etmek önemli; yerel habercilikteki bu nicel artışın niteliksel açıdan analizi ise elbette daha kapsamlı bir başka çalışmanın konusu olmalıdır.
 
Genel resmi görmeye çalışarak devam edelim. LGBTİ örgütlerin medyanın ayrımcı dili ile süren mücadelesi sonucunda 20 yıl süresince medyadaki haber dillerinde görece bir iyileşme yaşandığını söylemek mümkün. Nitekim Hrant Dink Vakfı Eylül-Aralık 2013 Medyada Nefret Söylemi Raporu’nda, nefret üreten içeriklerde son 20 yıl içinde bir azalma olduğundan söz ediyor. Ne var ki iyimserliğe kapılmak konusunda fazla aceleci davranmamamız gerektiğini hemen şu bilgilerle hatırlatıyor bize: Nicel göstergelerde nefret saldırısı azalmış görünse de, nefret saldırısına uğrayan kimlik gruplarının sayısı arttı. 2013’ün son üç ayında medyada nefret söyleminin tekrar yükselişe geçtiğini kaydeden rapora göre kadın ve LGBTİ’lere yönelik 25 içerikten 15’i nefret içeriyor.
 
LGBTİ’lerin medyada haber olma biçimine, haber içeriklerindeki ayrımcı ve yanlış dil kullanımına karşı LGBTİ örgütleri de aktif mücadele veriyor ve düzenli medya gözlem raporları hazırlıyor. İnsan haklarına ve haber etiğine duyarlı bir medya mücadelesinin bir parçası olan bu raporlarda hem olumlu hem de olumsuz haberlerin kaydı tutuluyor. Raporlara baktığımızda medyada homofobik, kriminalize edici, stereotipleştirici ve nefret söylemi üreten haberlerin sayısının hâlâ dikkat çekici boyutlarda olduğunu görüyoruz. Kaos GL Aralık 2011 Medya Gözlem Raporu’nda taranan toplam 229 haberden 49’unun dili homofobik, 101’i eşcinselliğe ilişkin stereotipi besliyor ve 70’inde LGBTİ bireyler kriminalize ediliyor. 3’ü ise nefret söylemi yayıyor. Mayıs 2012 raporunda taranan 405 haberden sadece 127’si insan haklarına duyarlı bir habercilik anlayışına sahip. Nefret yayan haber sayısı ise 10’a yükselmiş görünüyor. Kasım 2013 verilerinde taranan 230 haberden 96’sı stereotipleştirme, homofobi, kriminalize edici ve nefret yayan içerikleri nedeniyle olumsuz olarak belirleniyor. Bunlara ek olarak, medya LGBTİ’leri haberleştirmede doğru kavram ve terimleri de tanımıyor, sıklıkla yanlış kelime kullanıyor; Aralık 2011’deki 229 haberden 52’sinde, Mayıs 2012’deki 405 haberden 76’sında yanlış kelime kullanıldığını tespit ediyor. Kaos GL bu konuda LGBT Alanında Çalışanlar İçin Medya Kılavuzu (2013) başlıklı bir kitapçık hazırladı ve paylaşıma açtı.
 
OrtadoğuMilatYeni MesajAnayurtYeni Şafak ve yer yer Posta, Sabah ve Akşam homofobi ve nefret yayan yapan gazetelerden. Bu konuda Yeni Akit ve Milli Gazete ise başı çekiyor. 2014 Ağustos itibarıyla bu gazetelerden üçü tiraj raporlarında 37 gazete içinde ilk 10’un içinde. Dahası bu ilk 10’un içindeki diğer gazetelerin ayrımcılık dili üretmediği anlamına gelmez. Sadece hatırlatmakla yetinelim, magazin haberlerinden laf açmadık bile… Nefret dili ile sık sık dava konusu olan Yeni Akit ise tiraj sıralamasında 20. sırada görülmekte[3] ve son iki yıldır okur sayısını artırmakta.[4] LGBTİ örgütler Yeni Akit’in nefret söylemine karşı hukuk mücadelesi de başlattı, Kaos GL açtığı davayı kazandı (Ocak 2012), fakat bu gazeteyi durdurmaya yetmedi.
 
Sözü bağlayalım. LGBTİ’lerin nefret ve töre cinayetlerine kurban gittiği Türkiye’de, eşcinsellerin yaşadığı baskı ve cinayetler kamunun bir meselesi haline gelemedi; bazı haberler sadece bazı sınırlı medyaların konusu oldu. Bundandır, Okyanus’un intiharı muhalif medyada heteronormativitenin ve devletin cinayeti olarak haberleştirilirken, merkez medya için bu ölüm, Okyanus’un “ne boka yaradı ‘normal’ olmak” diyen açık notuna rağmen hala pek gizemliydi. Dahası medya seks işçileri ile ilgili haberlerinde fuhuş sözcüğünden hala vazgeçmedi. Trans cinayetlerinde öldürülen kişinin adını “takma ad” olarak tespit etmekten ve “gerçek adlar” peşine düşmekten her nedense haz duyuyor…
 
Böyle bir medya resmine baktığımızda şunu görürüz: Söz konusu Türkiye medyası ise hiçbir nicel veri iyimserliğe yetmez; nitel göstergeler bizi hep stratejik kötümserliğe ve mücadeleyi yükseltmeye çağırır.
 
*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin 20. yılına özel Eylül-Ekim 2014 sayısında yayınlandı.

Dipnotlar:
[1] Kaos GL, 6 Ocak 2013.  http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=13116, erişim: 15.08.2014.
[3] http://www.medyatava.com/tiraj, erişim: 15.08.2014.
[4] Bkz. http://tiraj.org/ç , erişim: 15.08.2014. 

Etiketler: medya
nefret