08/08/2024 | Yazar: Yusuf Çelik

Mersin’de bir trans kadının ölümü ve Adana’da mülteci bir trans kadının HIV statüsünün kamuoyuna mal edilmesi, medyanın LGBTİ+’ların hayatlarına nasıl yalnızca skandal veya sansasyonel başlıklar aracılığıyla yaklaştığını ortaya koyuyor.

Medyanın yok saydığı hayatlar: LGBTİ+’ların adil ve eşit temsili mümkün mü? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Türkiye’de medyanın LGBTİ+ topluluklarına yaklaşımı, LGBTİ+’ların yaşadığı zorlukları ve kimliklerini ne denli yüzeysel ve ötekileştirici bir biçimde yansıttığını gösteren çarpıcı örneklerle dolu. Geçtiğimiz aylarda yaşanan iki trajik olay, medyanın yaklaşımını ve toplumsal önyargıları nasıl beslediğini gözler önüne seriyor. Mersin’de bir trans kadının ölümü ve Adana’da mülteci bir trans kadının HIV statüsünün kamuoyuna mal edilmesi, medyanın LGBTİ+’ların hayatlarına nasıl yalnızca skandal veya sansasyonel başlıklar aracılığıyla yaklaştığını ortaya koyuyor. Bu olaylar, medya temsilinin nasıl toplumsal algıları şekillendirdiğini ve ayrımcılığı nasıl pekiştirdiğini gösterirken, adil ve kapsayıcı bir haber anlayışının ne kadar gerekli olduğunu vurguluyor.

Mersin’de yaklaşık 2-3 ay önce bir trans kadın sevilisi olduğu iddia edilen biri tarafından öldürüldü. Ölüm haberini çok saçma bir şekilde öğrendim ancak ihtimal dahi vermedim. Ardından telefonumun çalmasıyla ihtimal dahilinde olmayan o ölüm haberi bir gerçekliğe büründü. Oturduğum taburede nerede yaşadığını, nasıl öldürüldüğünü öğrenmeye çalışırken komşum olduğunu ve gece öldürüldüğünü öğrendim. Haber yapmamıza izin verilmedi tabi ki. Doğrudan “haber yapmayacaksınız” denilmedi ancak bilgiler gizlendi. Ulaşmamız gereken verilere, bu süreçte görüştüğümüz avukatlar da ulaşamadı o an için. Elimizde o ana kadar olan tek bilgi ailesinin geldiği ve cenazeyi alıp götüreceğiydi. Çarka çıkan kızları aradım. Ne olup bittiğini onlardan dinlemeye, bilmediğim şeyleri öğrenmeye çalıştım.

Ben bunları öğrenmeye çalışırken bizim haber yapmamıza izin vermeyenler, bir anda haberi yerel medyada yaygınlaştırdı. Sosyal medya hesaplarında bir anda yine emniyet tutanakları dolaşıma sokuldu ve haberlerin altına yapılan yorumlarda “aslında trans olduğu” ve çarka çıktığı yazılmaya başlandı. Her şey bizim dışımızda gelişti ve yerel medya patronları olup bitenleri istedikleri gibi vermeye devam ettiler. Nasıl olduğunu hiçbir gazeteci merak etmedi. Çünkü o günün manşeti hazırdı: “Mersin’de kadın cinayeti: Evde ölü bulundu”, “Eski sevgilisi öldürdükten sonra evdeki çelik kasayı alıp kaçtı”. Hayatlarımız bir başlığa sığabiliyor….

Benzer bir olay yakın zamanda yine Adana’da mülteci bir trans kadının HIV statüsünün sosyal medya hesaplarından paylaşılmasıyla birlikte gündemimize girdi. Haber siteleri yine ellerinden gelen en iyi başlığı attılar. İşte o başlıklardan biri: “Yeni salgın tehlikesi... Karabük'ten sonra Adana karıştı. Adana'yı tedirgin eden rapor. HIV testi pozitif çıktı”. Dernekler ve üniversite toplulukları bir araya geldi ve ortak bir açıklama yayınladı. Üzerinden bir süre geçti olayın, unutulduğunu düşündük belki ama unutulmadı, başka bir deyişle iktidar unutmadı. Türkiye’de yaşayan mülteci arkadaşlarım beni bir gazeteci ile tanıştırdılar. Bu gazeteci üzerinden M.E’nin “zorla” geri gönderilme belgesini imzalatılarak gönderildiğini ve öldürüldüğünü öğrendim. Ardından hem Kaos GL ile hem de Adana’da yaşayan aktivistlerle konuşup olayın nasıl gerçekleştiğini öğrenmeye çalıştım. Ancak o an için Türkiye’de öldürüldüğüne dair bilgi sahibi olan kimse olmadığı ve yakın arkadaşlarının haber alamadığı aktarıldı. Böylece teyit edemediğimiz bir ölüm haberi elimizde kaldı. 4-5 gün sonra Pembe Hayat’tan bir arkadaşımla konuşurken teyit edebildiğimden bahsettim. Bir gün sonra da zaten Türkiye’de bu haber doğrulandı ve o ilk haberleri yapanlar sessiz kaldılar. Sadece hak temelli habercilik yapan birkaç medya haberini yaptı ve yaşananlar medya gündeminden hızlıca düştü.

Başka bir medya tahayyülü mümkün mü?

Bu olup bitenleri düşününce, sadece iki olay bile aslında medyanın ne kadar acımasız olduğunu gözler önüne seriyor. Yaptığımız eylemden, yürüğümüz sokağa ve hatta ölüm şekillerimize varana kadar her şey bizi öcüleştirmeye yetiyor. Tabi ki bu da medyanın eliyle gerçekleşiyor çoğunlukla. Savunma mekanizmalarımız ve güvenli alanlarımız yok ediliyor ve biz sadece o habere atılan başlıktan ibaret bir nesne haline geliyoruz. Özne olma durumumuz, statümüz, hastalığımız, sağlığımız, eğitim durumumuz veya sadece insan olmamız bile yeterli olmuyor başlıkları atanlar için. Ölüm ve kalım halimiz sadece daha fazla tıklanma ile mümkün bir hal alabiliyor.

Bunu değiştirmemiz gerekir. Ve evet başka bir medya tahayyülü mümkün. Odak noktamızın haklar, adalet ve eşitlik olduğu hak temelli bir medya tahayyülü mümkün. Medya kuruluşlarının haberlerini oluştururken toplumsal cinsiyet, etnik köken, mülteci durumu gibi faktörleri göz önünde bulundurarak haberini insan hakları perspektifinden ele alması ve bu şekilde okuması mümkün. Çeşitli kimliklerin ve toplumsal grupların dengeli bir şekilde temsil edilmesine özen gösteren kapsayıcı haberlerin yapıldığı, toplumsal olaylar ve konular hakkında derinlemesine bilgi ve eğitim sağladığı bir medya tahayyülü mümkün. Medyanın toplumsal sorumluğu olduğu kadar bireylere dair de bir sorumluluğu var. Dolayısıyla adil, doğru, kapsayıcı ve eğitici adımlar atması gerekiyor.

Açıkçası zaten değersiz görülen ve hem iktidar hem de medya eliyle ötekileştirilen, bazen de öcüleştirilen LGBTİ+’lar, yapılan haberler, verilen demeçler ve yayımlanan yazılarla daha da marjinalleşiyor. Bu tür içerikler, toplumsal önyargıları pekiştirirken, LGBTİ+’ların yaşadığı gerçek zorlukları ve insanlık hallerini görmezden gelerek onları daha da yalnızlaştırıyor. Medya, LGBTİ+’ların hayatlarını sadece skandal ya da travmatik başlıklar üzerinden sunarak, onların öznelliklerini ve insani değerlerini hiçe sayıyor. Bu şekilde hem toplumsal bilinçsizlik artıyor, hem de LGBTİ+’ların hak ve taleplerinin göz ardı edilmesine yol açılıyor. Oysa medyanın, LGBTİ+’ların seslerini duyuracak, adil ve kapsayıcı bir biçimde temsil edecek, ayrımcılıkla mücadele eden ve empatiyi ön planda tutan bir yaklaşım benimsemesi gerekiyor.

Bu nedenle, medyanın LGBTİ+’ların yaşadığı gerçekleri ve zorlukları adil ve insani bir şekilde yansıtma sorumluluğunu üstlenmesi kritik bir öneme sahip. Toplumsal ötekileştirmeyi ve öcüleştirmeyi derinleştiren mevcut medya yaklaşımlarının yerine, daha kapsayıcı ve hak temelli bir haber anlayışı geliştirilmeli. Bu değişim, sadece LGBTİ+’ların yaşamlarını daha doğru bir şekilde yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal eşitlik ve insan hakları konusunda önemli bir adım olacaktır. Medyanın bu sorumluluğu kabul etmesi, toplumsal barışı ve adaleti destekleyecek, farklı kimliklerin ve deneyimlerin daha geniş bir anlayışla kabul edilmesine katkıda bulunacaktır.

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kadın, medya, mülteci, nefret suçları, inceleme, yorum
2024