07/01/2021 | Yazar: Beren Azizi

Bu sade vatandaş; kadın haklarından cin görmüş gibi korkar, LGBTİ+ desen kaçacak yer arar, Kürt meselesiyle tüyleri diken diken olur – kırk takla atar, hukukta yeri olmayan ve boş gösteren garip sıfatlar kullanarak şerh koymaya bayılır. Mesela: “sakıncalı” ve “provokatif” deyiverir, hadi buyur!

Melihçiğim, Ankara insanın tahtını yaparmış bahtını değil Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

2021 yılında “Boğaziçiliyim de Boğaziçiliyim” diye kanal kanal gezen bir adamın sanırım en son vereceği referans Metallica olmalıydı. Ortaya çok garip görüntüler çıktı.

Çünkü biliyorsunuz dedikoduların yarısı kuru iftira olsa da kalan yarısı doğrudur. Sağcısından solcusuna Boğaziçi’ni Çekemeyenler Vakfı mağdurları hönküre hönküre ahlaksız ve iffetsiz diyip diyip dururlar Boğaziçimize, çok şükür. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. 90’lar poplar, Sibel Canlar, Hülya Avşarlar, Hande Yenerler, Ayşe Hatunlar, Aleyna Tilkiler, Edisler… Bir noktada rave – techno kayboluşlar ve kaçınılmaz olarak Madonna’yla Gagalar… Paris, Roma, London, Geneva… Şampanya, viski… Ambiyans, parfüm, esans, elbette dans dans dans! İntim bir atmosfer, floş ruayel, döper… Derken orijinalite, süper marjinalite, elbet kalite! Spontane çılgınlıklar, çığlıklar, kahkahalar, hepinize iyi yıllar!

Tam şöyle hafifmeşrep bir partinin ortasında “Şişşşt Boğaziçili” diye zerre kadar tutmayan adamın biri çıkıp “Metallica…” diyor. Ankara’da, ODTÜ yakınlarında, tutunamamış liberalimsi öğrenci mıknatısı slut bir look ile Tinder’ını açık unutmuşsun gibi… Seni DEV-solcu değil dev yollu gördüğü için yakana yapışır, çölde bir vaha gibisindir onun için. Üstüne kusar tüm tutunamamışlıklarını. Ve alakasız bir anda sana seninle güya aynı gemide olduğu ispat etmek için “Metallica” deyiverir. Kurtul kurtulabilirsen. Sal Melih.

Çok üzgünüm, öyle Metallica’yla falan düşmüyor canım. This is Bebek, Boğaz & Elitizm… Anadolu’dan kop gel, düz git, Ankara’yı geç sağdan diyeceğim de Ankara senden geçemiyor.

Bana soracak olursan Ankara insanın tahtını yaparmış ama bahtını değil Melihçiğim. Aklını başına topla git, hem sev hem sevil. Şöyle kendine güzel bir üniversite-kondu bul, içine iki-üç tane doçent serpiştirildi diye adına üniversite denen vıcık vıcık dış cephe kaplamalı bir plazanın kapısında “Ahhh Melih Hocamızzz, ah çok değerli çok şeker bi hocadır…” diye ilaçlanmış gibi sırıtan suratlarla karşılasın seni şürekan. “Kafa hoca” ayakları için tencere kapak misali olursunuz. Artık ilk yüze mi, ilk ona mı, nereye sokacaksn sokarsın tabela üniversiteni. Ama özerk ve gerçek bir üniversite olan Boğaziçi Üniversitesi’nde istenmiyorsun, net.  

Tabii yazdıklarını okuduğumda ve halet-i ruhiyene şöyle bir baktığımda, istenmediğini anlayabilecek kadar biraz olsun sağduyu sende var gibi durmuyor. Çok yapış yapışsın, özür dilerim… Ortakantinler, kumpirler, bi tanısan çok seversinler… Ayyyyyyy, ne saçmalıyorsun, fenalık geçiriyoruz, afakanlar basıyor. Olmuyor işte, yani seçilmemişsin, seçilmeyi bırak üniversiteden bir kişinin bile fikri alınmamış. Hani yoksa zaten biliyoruz, bu devirde kimse rektör falan değil; ama insan gene de seviyenin biraz olsun korunmasını bekliyor, hakikatin kitschification şovunun oynatıldığı akşam sirkine dönsün istemiyor ortalık. Oysa gitmiş ilan açılır açılmaz koşarak CV vermişsin, sonuçlar açıklanıp Boğaziçi’ni kazandığını öğrenince de Twitter’ında bio’nu güncellemişsin. Şimdi ise “Rektörüm de Rektörüm” diye kanal kanal geziyorsun.

Böyle anlarda da en saç baş yolduranı kedi olalı bir fare tutanlar olur. Kendi partisinde dahi seçim seçim seçilememekle geçen karizmasız yılların ardından bir gecede gelen şöhretin insanı düşüremeyeceği vasatlık yoktur. Yüzüne tükürsen yağmur yağıyor içim kıpır kıpır, ya Rabbi şükür şükür… Yani böylesine hiçbir şey işlemez. Adam iyice şamar oğlanına dönenene kadar bitmez bu trajikomik parodi. Görülmemiş bir yüzsüzlük ve sahte bir kibarlıkla yapışır koltuğuna. Yutar, yutar, yutar – bu yazıyı da yutar – taş olsa çatlar dersin. Denmedik laf, söylenmedik söz kalmaz.  

Adamı izlemek garip bir hal aldı anlayacağınız. Reytingleri oldukça yüksek. Reality şov ünlüsü gibi. Oturduk bugün ne gariplikler ve gerçeklikten kopuşluklar sergileyecek acaba diye izliyoruz. Ama adam rektör. Nereye rektör? Boğaziçi’ne rektör… Gerçekten son günlerde “partiler ve ideolojiler üstü” bir şeyi paylaşıyorsak o da cümbür cemaat bu şaşkınlık hissimiz oldu. Şaştık kaldık!

Bir cringe tusunamisi dalga dalga tokatlıyor hepimizi. Uzun süren cringe rezaletlerinin sonu da bir grubumuz için dokunaklı acımaya çıkıyor. Adama acıyan da çok. Öte yandan benim gibi sinir krizi geçirip, saçını başını yolan da çok bu sefil parodiyi akıl sağlığını koruyarak izlemeye çalışırken. Bir grup arkadaşımla deliriyoruz resmen, gözlerimize uyku girmiyor, WP, Messenger bağırış çığırış bu şaklabanlığı bir saniye olsun soğukkanlılıkla değerlendirmiyoruz. Bir grup arkadaşım ise adama acıyorlar, yazık mazık diyorlar. Sabır diliyorum hepimize.

Dahası röportaj yaptığı her aklı başında gazeteci de ikinci dakikadan sonra gerçeklerin farkında mı bu adam, kafası mı güzel bunun şaşkınlığıyla melul melul ne yapacağını bilemez hale geliyor. Bir gülme de gelmiyor değil insana. Ben de çok gülüyorum. Her röportajında kahkahalar atıyorum. Nasıl bir şahsiyet bu? İlk üç gün ben de “Olay kişinin şahsiyeti değil olay üniversiteye müdahale rörörörör” falan filan dedim ama, yok arkadaş! Olay biraz da kişinin ve kişilerimizin şahsiyetleridir. Demokrasinin darma duman olması insan sermayesinin şahsiyetlerinden ve de şahsiyetsizliklerinden bağımsız değil, hatta baya baya onlara bağımlı.

Gerçekten ortada bir gariplik var. Adam yuhalanırken cama çıkıp el sallıyor, beni aslında seviyorlar diye sırıtıyor. E haksız da sayılmaz, yüzsüz de çok severiz, malum, bütün kendi utançlarımızın, oto-sansürlerimizin pervasızca aşıldığını hissederiz, sempati beslerken bile buluruz kendimizi. Nagehan Alçı’ya Boğaziçi’ne kendini sevdirmek için üç ay müddet verdiğini söylemiş zat. Çok bile olabilir, üç haftada bile bir tanısalar sevecek bir avuç yandaşın ve yalağın bulunamayacağı hiçbir kurum kalmadı Türkiye’de. Doğru, bu vasatlık Boğaziçi’nde hala çok ama çok daha azdır ama hiç yok da değildir. “Tabi lan oğlum, adam ne takıcak, adama da yüklenmeyelim şimdi… Du bakalım…” diye büyük resmi görmüş bir eziklik ve acziyetle orada bir demokrasi var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim demokrasimizdir sanıp sanıp duran tembellerden bol ne var? Halbuki öyle bir demokrasi yok. İşte Melih işte Ankara, ya atlarsın ya düşersin, baktın olmaz vazgeçersin, demokratik hukuk devleti olmak zordur. Kimsenin de ağzına gümüş kaşıkla verilmemiştir. Bizimkine de verilmeyecektir. Demokrasi piş ağzıma düş olmuyor.

Bu adamın da öyle intihali ortalara çarşaf çarşaf saçıldı diye utancından, efendime söyleyeyim akademik özerkliğin öneminin hatırlatılmasından, törenlerde sırt dönmelerden, ilk günden beri taş olsa çatlayacak sabırla sinir hastasına dönmemek için direnen öğrenci arkadaşların tane tane izahatlarından ar edip istifa edeceğini hiç sanmıyorum.

Bizim ne Meterrnich rejiminde dahi Rechtsstaat desturuyla hukuk dışı emirleri uygularken midesi bulanan bir bürokrasimiz oldu, ne Sartre Fransa’dır der gibi Boğaziçi Türkiye’dir, Barış İçin Akademisyenler Türkiye’dir diyebilen asker kökenli bir tanecik siyasetçimiz olabildi, ne bir üst düzey bakanın doktorasını intihal yaptığı için elinden alabilmiş Düsseldorf Üniversitesi gibi bir üniversitemiz oldu, ne fikir hırsızlığı sebebiyle doktorası elinden alındığı için istifa etmek zorunda bırakılmış Annette Schavan gibi bir siyasetçimiz oldu, ne de “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm” diye Aydınlanma miti inşa eden İngiliz liberalleri gibi liberallerimiz oldu. Bizimkiler daha ziyade “adımız çıkmasın sus”çu liberaller… Öyle ya da böyle talana-yalana karşı adalet tesis etmiş ilkeli duruşlarımız, bürokratik utançlarımız, akademik zaferlerimiz, tutarlı liberallerimiz ve özgür düşünce tarihimiz yok. Alışmadıkta da durmaz, biliyorsunuz.

Yani bu adam nasıl geldiyse öyle gider. İstifa etmez, görevinden azledilir. O da şu ülkede biraz olsun bilimsel ve eleştirel düşünceye kıymet kaldıysa tabii...  

O kıymeti Boğaziçili öğrenciler tüm ülkeye umut olacak şekilde hatırlatıyorlar tavizsiz duruşlarıyla. Hepsinin yüreklerine ve akıllarına sağlık. İnsan hak ve özgürlüklerini savunmada, hukukun üstünlüğünde, bilimsel ve eleştirel düşünce özgürlüğünde ve üniversite özerkliğinde birleştiler.

Ama maalesef, elitinden melitine, demokrasi piş ağzıma düşçü, eski kafalı ve eski nesil tembel sade vatandaş ise suyu bulandırıyor. Bu sade vatandaş; kadın haklarından cin görmüş gibi korkar, LGBTİ+ desen kaçacak yer arar, Kürt meselesiyle tüyleri diken diken olur – kırk takla atar, hukukta yeri olmayan ve boş gösteren garip sıfatlar kullanarak şerh koymaya bayılır. Mesela: “sakıncalı” ve “provokatif” deyiverir, hadi buyur! Bir deli bir kuyuya taş atmış, çıkar çıkarabilirsen. “Sakıncalı” ve “provokatif” sloganlar asla atılmasın isterler, hiçbir bilimsel ve hukuki gerekçe sunamazlar bu şerhleri için. Farklı düşünen öğrencilerin, yandaş medya lincinin önüne atılması durumunda kafalarını kuma gömerler. Hukukun üstünlüğünü ve bilimsel gerçekleri herkes için savunmak gibi elitist bir tutum takınmak akıllarının ucundan geçmemiştir bunca yıldır. Bu çok sade vatandaş, ötekinin demokratik hak ve özgürlüklerinden korktuğu için kendi demokratik hak ve özgürlüklerinden feragat etmeyi bile göze alır. Ve tam o anda küçük bir nanik sorusu gelir bu oksimoron çukurunda debelenen demokrasi piş ağzıma düşçü tembel sade vatandaşlara: O zaman rektör atamasına neden karşısın? Veyahut rektör tam da bunun için atanmıştı zaten.

Boğaziçililer bunu yapmıyor işte. Yaşasın Boğaziçi! Yaşasın Üniversite! Yaşasın özgür, eleştirel, bilimsel düşünce!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam