18/04/2011 | Yazar: Michelle Kurt

Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı bir toplumun çocuklarıyız hepimiz.

Gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı bir toplumun çocuklarıyız hepimiz. Aynı coğrafyanın farklı renkleri ve aynı gökyüzünün altında açan kır çiçekleriyiz. Ne renkler, ne kimlikler sorgulanmalı.

Yıllardır süre gelen bir sistem karmaşasının altında ezilmişiz. LGBT hakları içerisinde en yoğun ötekileştirmeyi yaşayanlar trans kadınlardır. Heteroseksüel maskesinin altında saklanmak yerine görünen kimliği tercih edenlerin en başında gelen bir isim olarak şunu söyleyebilirim ki evet transfobi her yerde...

Merhaba! Bundan böyle yazılarımla ben de Kaos GL'de sizlerle buluşacağım.

Toplumun her kesiminde ve yaşamın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan transfobi, sevimsiz ve anlamsız bir karmaşadan öteye gidemiyor ne yazık ki. Yemek/içmek gibi doğal bir durum olan yönelimi ve bu süreçte yaşanan değişimi kişilerin anlayamaması ve bunu ötekileştirme arsızlığı bana her daim anlamsız gelmiştir. Ötekileştirmenin ve cinsiyetçiliğin yoğun yaşandığı bir ortamda ne insan haklarından, ne eşit haklardan, ne de yasam hakkından bahsedebiliriz.

Ötekileştirmenin çirkin ve acımasız yüzüyle daha o küçük yaşlarda tanıştım. Yaşamımın her devresinde de unutturmadılar bana farklı olduğumu. Önceleri anlam veremediğim bu farklı olma durumuna zamanla anlamlar yüklemeyi başardım ve öz kimliğimle tanışıp yasamayı, mücadele etmeyi öğrendim. Karmaşık yaşamlarına yakından tanık olduğum kimselerin benim yaşamım ve cinsel yönelimim hakkında yaptıkları yorumları ve yargılamaya varan eleştirilerine aldırmadan bir yasam sürmeyi istemek her ne kadar kolay olmasa da Dalida'nın şarkılarıyla mutlu olmayı keşfettim. Kime ne, sana ne, ona ne gibi bildik klişelerle haykırmak pek de bana göre değil sanırım. Aman efendim canım efendim deyip pohpoh durumlarına da gelemiyorum. Gecenin üçü ve pc başında transfobiyi anlatmak pek de eğlenceli gelmese de bir iki satır karalamak zorunda olduğumu şiddetle düşünmek de pek akıllı işi değil biliyorum.

Her gün sokakta yürürken beni görenlerin verdikleri enteresan tepkilere alışmak, alışveriş yaptığım marketin yeni kasiyerinin tuhaf uzun uzayan bakışlarında sepetimi doldurma telaşlarım, espresso içmek için girdiğim kafede uzaylı muamelesi görmek ve ardından rahatlamak için gittiğim spor salonunda yürüme bandındayken gizli gizli göz hapislerine alınmalarım ki küçük gruplar seklinde fanlarımın olması zannediyorum ki transfobiyi anlatmama pek de yardımcı olamayacak. Peki nedir bu transfobi? Açıklamak da, anlatmak da en az onu yaşamak kadar zor. Cinsel yönelim, eşcinsel kimlik ve transseksüelliği tanımlayamayanların homofobi ve transfobi üzerinden ötekileştirme yapmaları anlamsız bir o kadar da komik.

Eşcinsellik yeni ve alışılmadık bir kavram değil. Tabulaştırılmak istenen ve üstü kapalı dahi olsa bahsinin yapılmasından fena halde rahatsızlık duyan aşırı bir çoğunluğun içinde trans kadınların varlıklarını sürdürme çabaları size ilk etapta çılgın bir fikirmiş gibi gelebilir hatta anlamakta zorluk çekebilirsiniz. Sanat güneşi yaratan ve fevkaladenin fevkinde bir diva hayranı olan toplumun aslında ne derece transfobik olduğunu öğrenmek pek de şaşırtmıyor
nedense.

Yakin çevrenizde belki yasamayabilir ancak sokakta acımasızca transfobiye maruz kalabilir ve belli bir zaman sonra alışkanlık yapabilir. Ben de olduğu gibi. Bazı arkadaşlarımı bilirim sadece transfobiye maruz kalmamak için evlerinde daha fazla vakit geçirirler. Çiçekleri, kitapları, börtü böcekleri şeklinde evlerinde kendilerine izole bir alan yaratırlar. Ya da gündüzün acımasız tuhaflıklarından gecenin karanlıklarına kendilerini party-girl şeklinde hapsederler. Günün ilk ışıklarına kadar kulüplerin parlak ışıkları altında sahte diyaloglarda kaybolup giderler. Kimisi de sanki inat edercesine gündüzün tam ortasında tabana kuvvet seklinde ortalarda boy gösterir umarsızca aldırmadan. Kimileri de transfobiyle savaşmak insanlara transeksüel kadınları anlatmak için gittiği sivil toplum kurumunda aslında en ilginç transfobiyle karşılaşıp oradan hızla ardına bakmadan uzaklaşır.

Zor istir transfobiyle uğraşmak amma, uğraşmak uğraşmak uğraşmak ve üstüne gitmek gerekir. Ne de güzel demiş şair, "Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" evet sen, ben ve biz mücadelesi ile başa çıkılır bu canavarla. Tek bir güç, tek bir organizma olmakla kazanılır bu gereksiz savaş savsatası. İçimizde var olan cesur yüreklere el uzatarak onlara destek vermekle başlayabiliriz aslında. Ötekileştirmeyi kendi içimizde yaşayarak yaşatarak dışarıya karşı güçlü görünürlüğümüzü sarsmanın bize pek de
faydası olmasa gerek. Bazı mekanlara alınmamalarımızı artik tabii karşılarken bazı "eşcinsel mekanların" halen transeksüellere kapımız kapalıdır politikalarını anlaşılmazın ötesinde buluyorum. Biz olmayı başarma zorunluluğundan bahsederken bölünmelerimizi, gruplaşmalarımızı anlamakta zorluk çekiyorum. Yıllardır ayni yönetim kurullarıyla LGBT sorunlarına yanıt arayan bazı kurumlar trans kadınlar olmadan yürümeyi tercih etmeleri de farklı bir absürtlük. Sürüden ayrılmaya görün hemen persona non grata* oluverirsiniz maazallah.

Vergi ödemek, seçmek, sayılmak, zorunlu hizmetlere tabii tutulmak meşru bir yükümlülük olarak dayatılırken seçilme hakkından bahsetmenin adeta imkansız olduğu bir ortamda bazı trans kadınların devrim niteliğinde kendi kimliklerini cesurca ortaya koyup politikada biz de varız demeleri son derece takdire sayan bir durum.

Her azınlığın bir temsilcisinin bulunduğu parlamentoda, LGBT kimliklerin de temsil edilmek istekleri beni derinden heyecanlandırdı.

Sosyal paylaşım sitelerinde abuk fake profillerinden, maskelerin ardından sabuk yorumlarıyla sadece mideleri bulandıran müstesna kimselerin de cesur olabilecekleri günü hayal etmek istiyorum. Evvela her ne olursa olsun politika yapan partilerin milletvekili aday adayları listelerine kendilerini kabul ettirmeleri ve asil listeye de girmeleri durumunda temsil gücümüzün ne dereceye varacağı malumunuz. Bu süreçte adaylarımızı acımasız ve çirkin bir şekilde eleştirip kapıda bekleyen transfobinin ağzına bir parmak bal çalmak dik maalesef.

Bilmeden anlamadan tanımadan araştırmadan fısıltı gazetesinin popüler yazarlarından edinilen bilgilere dayanaraktan lakırdı edenlerin cesur bir şekilde gerçek kimlikleri üzerinden çorbaya tuz eklemelerini beklemek barbarlık olur bence. Adayları muz kabuğu elma çekirdeği bıdı bıdılarıyla eleştirip küçümsemek girişimlerini hor görmek akil kari değil. Önce hetero maskesi ardında saklanmaktan bir kere kurtulacaksın, toplum içinde görünür olacaksın ondan sonra kendinden büyük laflar edeceksin ki altında ezilmeyesin.

Güzel evimde uyanıp güne diyet bir kahvaltı ve ABBA müzikleriyle başlayıp sokağa çıktığımda ne moral ne de enerji kalıyor. Sanki üzerlerine vazifeymiş gibi el birliği edercesine sokaktaki, metro ve otobüsteki insanlar transfobi canavarını besliyorlar. Ofise varıncaya kadar olay bitiyor zaten. Yüzüm asılıyor, gelen çağrılara ve maillere agresif yanıt vermeye başlıyorum. O an duruyorum ve bir espresso ardından da Beatles'dan bir "İn my life" keyfimin yerine gelmesine kafi oluyor. Taa ki yeniden sokağa çıkma zorunluluğu gelinceye kadar.

Tarlabaşı, Cihangir, Nişantaşı, Bağdat Caddesi, De Luxe AVM'ler, Şişli, Ataşehir, Bakırköy, bankalar, mağazalar ve hemen hemen İstanbul'un her noktasında transfobinin yaşanıyor olması çok üzücü. Ne var ki her an her yerde de yaşanıyor diye bir durum da yok ortada. Bu anlattıklarım zaman zaman yaşanan tatsız durumlar yani 7/24 yasadığımız aktiviteler değil. Yok artik o kadarda değil yani.

Aslında benim pek bir şikayetim de yok şu transfobi bıdı bıdısından.

Varsın olsun devlet kademesinde tanınmayayım, hem özel hem de resmi kurumlarda iş imkanım varsın olmasın, neymiş polis sokakta keyfi uygulamalarla taciz ediyormuş, ötekileştirme yapıyormuş, aman efendim iste 3 liralık gayrimenkulü sana 5 liraya kiralıyorlarmış, bir gece yarısı sadece trans kadın olduğun için keyfi bir ani ev baskını yaşanıyormuş, n'olmuş yahu bu kadar sorun kadı kızında da olur. Ben memnunum vallahi bir arkadaşımla İstiklal'de dolaşırken polisin gelip de sadece bana kimlik sormasından rahatsız olmuyorum. Ne var bunda yani, mesela iş arkadaşlarımla eğlenmeye gittiğim Kuruçeşme mekanlarından birinde kapıdan sadece bana vize vermemeleri o kadar da kötü bir durum değil yahu. Yok, vallahi benim bir şikayetim yok transfobiden.

Ah ah sevgili editörüm Umut, yazımı bir daha bu kadar geciktirirsem asıl o zaman bir transfobi yapacak bana ki asıl işte o zaman sorun.

Kaos GL'de olmamın en önemli ve tek sebebi gerçek demokrasiye verdiği değerdir. Her düşünceye yer vermesi ve herkese açık kapısıyla çok çeşitliliği bünyesinde barındırmaya çalışıyor. Bir daha ki yazıda yeniden buluşmak dileğiyle sevgiyle kalın. Bu ilk yazımı sonlandırırken bana bu güzel imkanı verdikleri için Kaos GL ekibine çok teşekkür ederim. Ayrıca Almina Can Rencü ve Öykü Özen hanımefendilere de meclise girme çabalarından dolayı kendilerini tebrik ediyorum.

* istenmeyen kişi

Etiketler: insan hakları
İstihdam