04/02/2011 | Yazar:
‘Alternatif ve muhalif siyaset üretme adına’, otantik öteki söylemini önce üreten, ardından da bunun üzerinden kimlik siyaseti güden ‘yeni
‘Alternatif ve muhalif siyaset üretme adına’, otantik öteki söylemini önce üreten, ardından da bunun üzerinden kimlik siyaseti güden ‘yeni toplumsal hareketlerin’ liderlerinin, cemaat grupları adına konuşmak yerine, onların içinden çıkan -çıkacak- tekil birey sesine söz hakkı tanımaları gerekir. Nira Yuval-Davis’in tanımladığı anlamıyla ‘çapraz siyasetler’ kavramı, ancak bu yolla lakıyla uygulanabilir.
İtalyan feministlerin daveti üzerine 1993 yılında İtalya’nın Bologna kentinde katıldığı bir toplantıda Nira Yuval-Davis, pek çok İsrailli ve Filistinli kadın aktivistle beraber ‘çapraz siyasetler’ başlığı altında bütünlü bir bağımsız sol politika geleneği olduğunu öğrenir. Uzun yıllar bu konuda çalışmış, bağımsız Yahudi feminist hareketin tekil sesi olarak Kadın Çalışmaları alanında çığır açan başarılı akademisyen Yuval Davis için bu keşif bir miktar şaşırtıcıdır. Bu toplantının ardından kaleme aldığı sayısız makalenin sonrasında, Soundings’in yaz sayısında yayımlanan makalesinin başlığındaysa şöyle sorar Yuval-Davis: “Çapraz siyasetler nedir?”[i]
Yuval-Davis’in “asimilasyoncu, evrensel sol politikalara alternatif olarak” üretildiğini belirttiği ‘çapraz siyasetler’ kavramının alternatif olduğu bir diğer alan, ‘kimlik politikalarıdır’. Yuval-Davis’in, “merkeziyetçi ve dışlayıcı” olarak tanımladığı kimlik politikalarında eleştirdiği temel mesele, bu yaklaşımın etnik toplumsal gruplar arasındaki sınırları özcü bir yaklaşımla billurlaştırarak, bireyi mutlaklaştırması ve kolektif kimliklere anti-demokratik bir yolla hapsetmesidir.
Bu eleştiriye göre, söz gelimi etnik bir cemaate mensup olan bireyin kamusal alana çıkışında kendi ‘tekil’ sesini duyurabilmesi için gereken demokratik özerk alan, merkezin tanımladığı kimlik politikalarına bağlı kalan cemaat liderlerinin gölgesinde kalır kaçınılmaz olarak. Ancak Yuval-Davis’in ‘çapraz siyasetler’ kavramına getirdiği tanım ve öneriler, bu kuşatıcı duruma sahiden bir alternatif olabilir. Bireyin, bireyselliğin akışkan tarafından beslenen, ‘sonlanmaz’ oluş süreçlerine imkân tanıyan bu bakış açısı elbette Judith Butler’ın ‘performatif’ kavramından da beslenir.
Dünyanın büyük bir tiyatro sahnesi olarak tasarlandığı edebi bakıştan kaynaklanan bu kavram, demokrasi kelimesinin layıkıyla ve koşulsuz işlediği bir konumda bireyin, failliğine olanak tanıyan alternatif politikaların ışığında kendi tekil sesini ve sözünü duyurmasını mümkün kılar. Bu bağlamda ‘çapraz siyasetler’ kavramının içerisinde yer alan ‘epistemoloji’ kavramına da bir göz atmak gerekir ki, bu kavramda bireyin bizzat kendini kamusal alana çıkışında cemaat üyelerinden ayırt edici yegâne başat unsur haline getirir. Buna göre, her birey kendi konumundan dünyayı görür ve bu konumdan, kendi farklı epistemolojik bilgisiyle dünyayı algılar. Ve bu algılamadan, kendi akışkan ve ‘sonlanmaz’ faillik sürecini devam ettirir.
Bu noktada, farklı epistemolojilerden gelen ve farklı konumlarda duran cemaat gruplarının birbirleriyle kurdukları ‘diyalog’ esas olur. Bu diyalogda önem taşıyan unsur ise, ‘gerçek’e getirilen yaklaşımdır. Farklı epistemolojilerden gelen bireylerin, cemaat liderlerini ve merkeziyetçi politikaları aşarak odaklanmaları gerektikleri noktada budur: mevcut gerçeğe getirilen yaklaşımın tutarlılığı. Ancak kuşkusuz, Türkiye gibi geçmişle bağı Tanzimat devrinden itibaren -Batılılaşma olgusu nedeniyle- büyük epistemolojik kopuşlarla kırılan bir ülkede böyle bir tutarlılığın, tutarsızlıktan beslenmesi de sıklıkla rastlanan bir durumdur.[ii]
OTANTİK ÖTEKİNİN ÖTESİ
Çelişik tutarsızlıkların ardında yatan ‘gerçek’in kavranması içinse, elbette, tarihin karanlıkta kalan yanlarının parçaların itinayla, farklı bakış açılarıyla değerlendirilmesiyle mümkün olabilir. ‘Çapraz siyaset’ kavramının olmazsa olmazı olan bir diğer unsursa, ‘farklılığın, eşitlik ilkesiyle’ birlikte yer edinmesidir. Burada yine önemle üzerinde durulması gerekilen konu, merkeziyetçi ideolojilerin yatağında yer bulan hiyerarşilerin kırılmasıdır. Bireyin tekil sesini perdeleyen ve bilhassa cemaat gruplarının içine sızan bu türden hiyerarşilerin en nihayetinde zarar verdiği nokta, yine eşitlik ilkesini zedelemesidir.
Bireylerin farklı sosyal, ekonomik ve siyasi kademelerden geldiğini görmezden gelen hiyerarşik yaklaşım, merkeziyetçi kimlik politikalarını güçlendiren bir güç üreterek, aynı kolektif grubun içinde yer alan bireyin farklı değerlere ve farklı aidiyet hissine sahip olduğunu yadsır. Aksine, kolektif bir kimlik dayatmasıyla aidiyeti, grup psikolojisiyle tekilliğinden soyutlar. Böyle bir durumda, aidiyet gibi başlı başına bir mesele olan bir konu da, aidiyetsizlik kavramıyla birlikte yan yana düşünülemez bir hal alır. Asıl mesele ise, nihayetinde farklı sosyal ve politik değerlere sahip bireylerin sınıf, toplumsal cinsiyet, beceri ve cinsiyet unsurları gözetilerek demokratik bir platformda, alternatif perspektiflerle birlikte kolektif kimliklerin dışına taşınmasıdır.
Yuval-Davis’in, cemaate liderlerinin, cemaatlerinin ‘otantik sesini’ taşıma iddialarından dolayı şiddetle eleştirdiği bir diğer temel nokta olan çok kültürcülük politikalarını da bu bağlamda düşünmekte fayda vardır.
Küresel otoritenin iktidarından türeyen ve ona hizmet eden egzotik ve sterotip ‘öteki’ üretiminin doruğa ulaştığı sömürgecilik sonrası ‘neo-izm çağında bireylere, kendilerini kendilerine dayatılan, göreli ve evrenselci kimliklerin ötesinde temsil edebilecekleri alternatif, ‘çapraz siyasetleri’ esas alan ‘yeni’ sol politikalar üretmek gerekir. Bu da ancak, feminist sol perspektifin ışığında iktidara eleştirel bir yaklaşım getirerek mümkün olabilir.
Ve bu feminist sol perspektifin getirdiği alternatif bakışın içinde, toplumsal cinsiyet bağlamında, LBGT hareketinin de kurucu bir unsur olarak yer aldığını da unutmamak gerekir.
Bu bağlamda, Ermeni cemaatinden örnek vermek gerekirse aylar öncesinde Aram Ateşyan’ın tüm Ermeni cemaati adına kamusal alanda iktidara yaptığı açıklamaların tüm Ermenileri, bilhassa bireyler nezdinde kapsamadığını da hatırlamak gerekir. Aynı şekilde, mesela sadece seçim öncesi politikalarına odaklanan, kendini hiçbir biçimde yenileyemeyen CHP’nin ‘sol’ politikalarının, alternatif bir yaklaşım getirmenin uzağında sığ, ‘muhafazakâr, militaristik’ bir söylem üretmenin ötesine geçemeyerek, solun sağında kaldığına da işaret etmek gerekir. Keza bağımsız Kürt hareketinin içinden çıkan çoğul taleplerin ötesinde, çok önceden var olan tekil bireylerin insani sesine de kulak vermek gerekir ki barış kavramı, yalnız sesini ötelere duyurabilsin.
Bu noktada ayrıca, ‘alternatif ve muhalif siyaset üretme adına’, bu otantik öteki söylemini önce üreten, ardından da bunun üzerinden kimlik siyaseti güden ‘yeni toplumsal hareketlerin’ liderlerinin de, cemaat grupları adına konuşmak yerine, onların içinden çıkan -çıkacak- tekil birey sesine söz hakkı tanımaları gerekir. Nira Yuval-Davis’in kast ettiği anlamıyla ‘çapraz siyasetler’ ve onun yaratacağı demokratik, eşitlikçi ve mümkünse hukuka dayalı bir kamusal düzlem ancak bu yolla, gerçek anlamda ortaya çıkabilir. Ve bu sesler, ancak böyle bir düzlemde yan yana ve diğerinin sesini bastırmadan ‘tekil, farklı ve eşit’ olarak durabilir.
[i] Bu makale Mart 2010 itibariyle internet vasıtasıyla yeniden gündeme geldi.
[ii] Bu konuda geniş kapsamlı bilgi edinmek için bkz. Parla. Jale. (1993). Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanın Epistemolojik Temelleri. İstanbul: İletişim.
Etiketler: yaşam, siyaset