12/10/2009 | Yazar: Kaos GL
‘Diyarbakır’daki oturum LGBTT konulu değildi, Türkiye’deki bütün hak ihlallerine uğrayan insanları ilgilendiren bir konuydu ve bunların arasında travesti transeksüellerin de şiddete maruz kaldığını di
‘Diyarbakır’daki oturum LGBTT konulu değildi, Türkiye’deki bütün hak ihlallerine uğrayan insanları ilgilendiren bir konuydu ve bunların arasında travesti transeksüellerin de şiddete maruz kaldığını dile getirmek önemliydi.’Filistin, İsrail, Meksika, Avrupa ve Türkiye’den aktivistlerin, düşünürlerin bir araya geldiği Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF), ılık sonbahar günlerinin güzelliği içerisinde ve Diyarbakır’ın coşkulu ev sahipliğiyle gerçekleşti. Forum mekânı olan Sümer Park’ta hem şirin kamp çadırları kuruldu hem de insanlar birbiriyle karşılaşıp farklı deneyimleri ve düşünceleri paylaşma olanağı buldu. Ayrıca farklı alanlarda mücadele veren toplumsal hareketler de birbirine dokunabildi.
Foruma bir katkı da Pembe Hayat’tan ‘Geleceğin Doğru İnşası İçin Geçmişle Yüzleşme / Süregelen Hak İhlalleri’ başlıklı oturumda yaptığı sunumuyla Sinem Kuzucan’dan geldi. Biz de çoğunlukla Sinem’le ve hem Sinem’e Diyarbakır’da yarenlik eden hem de MSF’yi tümüyle gözlemleme imkânı bulan ve aşağıda göreceğiniz soruların formülasyonunda da katkısını esirgemeyen arkadaşımız Ezgi ile söyleştik.
Genel itibariyle MSF’ye ilişkin şu anki hissiyatın nedir?
Sinem: MSF’nin konu başlıkları açıklandıktan sonra MSF ile iletişime geçildiğinde avukatımız Senem’le (Doğanoğlu) bunu konuştuk. Yani o böyle bir şey de benim gönüllü olabileceğimi tahmin ederek bana bildirdi ben de programı okudum, çok heyecanlandım, katılmak istediğimi söyledim hemen ve iyi ki de gitmişim.
Niye heyecanlandın, yani seni heyecanlandıran tam olarak neydi?
Beni heyecanlandıran şey bu organizasyonun bizim hep yapa geldiğimiz etkinliklerden farklı oluşuydu. Başından beri Kaos’ta da etkinliklere katılıyordum, Pembe Hayat’ta da ilk kurulduğundan beri aktifim. Buralarda hep birbirimize konuşuyoruz. Üniversitelerde LGBTT kulüpler toplantı düzenliyorlar, konuşuyoruz; Onur Haftası’nda, Homofobi Karşıtı Buluşma’da konuşuyoruz. Ortada şöyle bir durum söz konusu; bütün lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüeller olarak ‘Ay İstanbul’da böyle yaptılar, İşte Bursa’da böyle yaptılar, Ankara’da şunu yaptılar’ diye birbirimize anlatıyoruz ki bunları zaten biz biliyoruz. Problemlerimizi bizim birbirimize değil Türkiye’ye anlatmamız gerekiyor ya da ne bileyim Avrupa’ya anlatmamız gerekiyor, böyle yerler daha çok heyecanlandırıyor beni. Biliyorsunuz, oradaki tek trans kadın bendim, LGBT hakkında hiç bilgisi olmayan insanları gördüm karşımda. Bunu MSF’ye gitmeden önce de fark etmiştim. Gittiğim oturum LGBTT konulu değildi, konu insan hak ihlalleriydi, Kürt çalıştayı gibi bir çalıştay da vardı. Genelde Türkiye’deki bütün hak ihlallerine uğrayan insanları ilgilendiren bir konuydu ve bunların arasında travesti transeksüellerin de şiddete maruz kaldığını dile getirmek önemliydi. Oturumu izleyenlerin profilini gördükten sonra zaten çok sevindim. Barış Anneleri vardı, Göç-Der vardı, Avrupa’dan gelen parlamenter düzeyinde insanlar vardı, LGBT bireyler vardı. Dinleyiciler çeşitliydi. Böyle bir şey belki de Türkiye’de bir ilktir. Bütün bunlar açısından MSF anlamlı bir organizasyondu.
Gitmeden önce Diyarbakır’a dair ne düşünüyordun? Bir çekincen ya da seni heyecanlandıran bir şey var mıydı? Nasıl geçti Diyarbakır günleri?
Diyarbakır hakkında bir çekincem yoktu ben çünkü 4 sene Doğu’da öğretmenlik yaptım tüm Doğu’yu biliyorum. Diyarbakır’a öğretmenlik yaptığım sene gitmiştim. Hiç öyle olumsuz şüphelerim yoktu. Gittiğimde çok iyi oldu, çok eğlendim. Diyarbakır gece hayatını da gördüm, orada da çok eğlendim yani.
Bu oturumda Kürt sorunu temelinde hak ihlaline uğramış ve bu alanda mücadele veren yapılarla LGBTT hareketin bir karşılaşması söz konusu oldu. Bu anlamda nasıl bir deneyimdi? Farklı mücadelelerin ortak paydaları açısından bir değerlendirme yapar mısın?
Oturumda konuşulurken ben sözü dolandırıp ailelere getirdim. Hani bu alanda uzun zamandır mücadele veren Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri gibi oluşumlar var ve şey deniyor, ‘bu işi analar çözecek’. Ben de toplantıda bunu dile getirdim ve bizim işi de çözecekse analar çözecek’ dedim. Hani bizim de hem Kürt hem de Türk annelerimiz var, LGBTT bireyler de gökten inmiş değiller. Hepimizi de doğuran bir ana var ve babadan çok anneler daha çok evlatlarına özen gösteriyor ve ‘herkesin annesiyiz’ diyebiliyorlar. LGBTT annesi de olun’ diye seslendim ben. O açıdan çok güzel bir oturum oldu. Barış Anneleri’nden anneler yürüyüşe katılmak için biraz erken ayrıldılar ve çıkmadan önce tek tek bütün konuşmacıların ellerini sıktılar ve iki tane anne beni öptü, ‘sen de bizim evladımızsın’ diye. Bir de oturum sonrasında değerlendirme bölümünde bir anne kalktı, beni göstererek, Kürtçe -Türkçe’ye simültane çeviri yapılıyordu ben de oradan duyuyorum- beni gösterdi kadın ve ‘biz bütün aslanların annesiyiz, sizin gibi aslanların da annesiyiz’ dedi. Bu beni çok onurlandırdı, gururlandırdı. Böyle de bir tepki topladı. Bence orada konuyu annelerden, ailelerden açmak da önemliydi. Sonuçta LGBTT bireylere ilk tepki devletten önce ailelerden geliyor; yaşam hakkına kasıttan öldürülmeye kadar gidecek tepkiler verebiliyor aileler. İlk ailelerden başlamak gerekiyor diye düşünüyorum.
Oturum dışında bu bahsettiğimiz karşılaşmaya ilişkin herhangi bir ilgi ya da tepki oldu mu?
Oturum sonrasında Dicle Haber Ajansı röportaj yapmak istedi ve bir önceki soruya benzer biçimde Kürt politikasıyla LGBTT politikasının ilişkisi üzerine ne düşündüğümü sordular. Daha da açıkça ‘Kürt hareketinin başarıya ulaşması sizi nasıl etkiler? Yani Kürt hareketi başarıya ulaşırsa, hak ve özgürlükleri elde ederse LGBTT’nin de alabileceğine inanıyor musunuz?’ dediler. Ben de inancımın tam olduğunu söyledim ve MSF organizasyonu da bunu pekiştirir nitelikteydi. Birileri Türkiye’de hak ihlaline uğruyor ve bu uğurda mücadele ediyorsa başkasının hak ihlalini de göz ardı edemez. Bunu röportajda da belirttim ve ‘Ona demokrasi olsun buna demokrasi olmasın diye bir şey olamaz, o zaman söz konusu demokrasi değildir, demokrasi herkese demokrasidir’ dedim.
MSF’de diğer oturumlara katılma şansın oldu mu? Olduysa nasıl değerlendiriyorsun?
Kadın asamblesine katıldım ama kısıtlı zaman nedeniyle tamamını izleyemedim. Bu oturumda biraz sinirlendim ama dile getirmeye fırsatım olmadı. Çünkü kadın oturumu deniyor ne trans kadınların ne de lezbiyenlerin varlığı söz konusu. Sadece ezilen kadın ya da Kürt kadını, ailesi tarafından şiddete uğramış kadınlar yok. Lezbiyenler ve trans kadınlar da var. Normalde kadın asamblesinin sonuç bildirgesine trans kadınların ve lezbiyenlerin de girmesi gerektiğine inanıyorum. Ama tabii bu sadece oradaki insanların eksikliği değil bizim de bu durumu dile getirmemiz gerekiyordu.
Ezgi: Ama bunu dile getirdim aslında. Oturumun sonunda trans kadınlardan, biseksüel kadınlardan, lezbiyenlerden hiç bahsedilmedi bunun da tesadüfî bir şey olduğunu düşünmüyorum’ dedim. Neden tesadüfî olduğunu düşünmüyorum çünkü bir gün önce namus oturumu vardı, namus oturumunda bu konuyu açmaz mısın? Namusun bir ayağı heteroseksizm değil midir? Kimse bundan bahsetmedi. Namus oturumunda dile getirmedim bunu çünkü bir yandan da insan kendini misafir gibi hissediyor, onların söylemesini istiyor. Ama bir yandan da söylemek gerekiyor. Bunun üzerine Kadın Asamblesi oturumunda bu konuyu dile getirdim. Moderatör olan kadın, ‘Ama yarın toplumsal cinsiyet atölyemiz var. Orada yer verilecek’ dedi. Toplumsal cinsiyet atölyesinin hiçbir alakası yok bununla yani o bir atölye. Sonrasında asambleye katılanların çoğunluğu ‘evet haklısın’ anlamında kafa sallıyor falan. Bunu dediğim için sanırım, sonuç bildirgesinin sonuna ‘Bundan sonra transeksüel, biseksüel ve lezbiyen kadınların da ihtiyaçları göz önünde bulundurulacaktır’ diye bir cümle eklemişler.
Sinem: Bilinçli yapılan bir şey diyorsun?
Ezgi: Yani şöyle, bir şeyi unutmakta her zaman var olan saklı bir bilinç anlamında bilinçli diyorum.
Sinem: Evet. Katılıyorum. Mesela lezbiyenler hiç geçmedi. Hep unutuluyor lezbiyen kadınların evlendirilip kocalarının tecavüzüne uğradıkları. Toplumun en büyük gerçeklerinden biri de bu. Kadınlar birleşip kadın asamblesi yaptığında bütün kadınlar Filipinler'e kadar işlendi ama Türkiye'deki lezbiyenlerin çektikleri hiç dile getirilmiyor. Onlarınki de en az trans kadınların yaşadıkları kadar acı verici. Burada öğrenci lezbiyenlerden, kulüptekilerden bahsetmiyorum. Ağanın dördüncü karısından bahsediyorum. Bir lezbiyen, ağanın dördüncü karısı olmuş bir sürü çocuk doğurmuş. Şimdi bu lezbiyenin çektiği sıkıntı bir transeksüelin Beyoğlu'nda sokakta şişlenmesiyle, dövülmesiyle, eşdeğer diye düşünüyorum
Ezgi: Bu dile getirmeye ilişkin olarak aslında orada görünür, lezbiyen kimliğiyle var olan kadınlar da vardı mesela onlar da hiçbir şey demediler. Sonrasında içlerinden birisiyle konuştuk, onlarda da aynı misafirlik hissi vardı sanırım.
Sinem: Evet. Bir de o namus oturumuna iyi ki de katılmadım diye düşünüyorum misafirliğim benim bir yere kadardı hele ki namus oturumunda çok yüksek ses tonuyla konuşurdum. O bir gün önceymiş, ben Diyarbakır'da değildim. O bizim için çok daha önemli. Bizi kadın kabul etmeyen bir toplum var. Bizi hiçbir şekilde kabul etmeyen toplum namus cinayetine gelince en başta da en önde de biz gidiyoruz. Namustan öldürülen bir sürü trans var. Hele ki Kürt kökenlilerin % 90'ı aile tarafından namus ya da töre cinayetiyle öldürülüyor ama aslına bakarsan kadın olarak kabul etmiyorsun, namusla ne alakası var? Translar öldürülmeye gelince namus’ oluyorlar. Namus diye öldürüyorsanız o zaman biz kadınız. O zaman birinden birini kabul edin. Ya kadın değiliz, ya da öldürmeyin.
Ezgi: Erkek olmayan her şey namus sınırına giriyor. Onların gözünde erkek olmayan bir şeysin.
Senin dışında trans kadın yoktu ama Avrupa’dan gelen trans erkekler vardı. Sunuşun sonunda trans erkeklerden bahis açıldı mı?
Hayır, açılmadı. Orda Avrupa'dan gelen trans erkekler vardı ikinci gelişleriymiş Türkiye'ye. ‘Türkiye'de trans erkek yok mu, hiç görmedik’ dediler. Türkiye'de de trans erkeklerin olduğunu ama görünür olmadıklarını söyledim. Burada da trans erkeklerin var olduğunu öğrenince sevindiler
Etiketler: insan hakları