04/03/2011 | Yazar: Remzi Altunpolat
Ordu kavramı, etimolojik köken itibariyle Latince “askerlik ve savaşa dair” anlamına gelen “militaris”e dayanmaktadır.
Ordu kavramı, etimolojik köken itibariyle Latince “askerlik ve savaşa dair” anlamına gelen “militaris”e dayanmaktadır. Bu anlamda militarizm sözcüğü, Türkçe’ye “orduculuk” ya da “askercilik” olarak çevrilebilir. Ayşe Gül Altınay, tarihçi Volker R. Berghan’ın, militarizm meselesini önemli bazı referans noktaları çerçevesinde açıklamaya çalıştığını belirtir. Söz konusu referans noktalarını, modern ulus-devletle birlikte zorunlu askerlik pratiğinin gelişmesi ve yaygınlaşması, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve bu süreçte Japonya ve Almanya’nın militarizm deneyimleri, liberalizm ve Marksizmin farklı militarizm tanımlamaları, özellikle üçüncü dünya ülkeleri bağlamında yürütülen asker-sivil ilişkileri tartışmaları ve merkez kapitalist ülkelerde gelişen askerî-sinaî kompleks sıralar. Altınay, militarizm tartışmaları çerçevesinde bunlara Soğuk Savaş döneminden başlayarak yıldız savaşları olarak da adlandırılan uzaya kadar uzanmış silahlanma yarışı ve nükleer silahların yaygınlaşması, Sovyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Kosova, Afganistan ve Irak müdahaleleri ile görünür olan küresel askerî hegemonyası ve feminist ve post-yapısalcı militarizm eleştirilerinin de eklenmesi gerektiğini ifade eder.
Öte yandan militarizmin salt savaşlarla ve ordu-askerlik ile özdeşleştirilmesi, söz konusu kavramın tahlil edilmesi ve anlaşılmasını güçleştirir. Ordunun burjuva kamusal alan içerinde siyasal ve toplumsal olarak etkin rol bir oynaması, hemen her türlü sorunun çözümünde şiddet kullanımının meşru görülmesi, hiyerarşinin yüceltilmesi ve erkekliğin/erilliğin güç, kadınlığın ise korunma kavramları çerçevesinde kodlanması, militarizm bağlamında ele alınması gereken olgulardır. Bu anlamda militarizm, askerî değer ve pratiklerin yüceltilerek sivil alanı şekillendirmesi ve toplumun egemen değerleri olarak sunulması biçiminde tanımlanabilir. Ancak bu süreci tek taraflı ve öznesi belli bir ilişkiyle sınırlı görmemek gerekir. Askeri darbe örneklerinde olduğu gibi, bazı hallerde ordu militaristleşme süreçlerinde doğrudan failken çoğu zaman militarizm, öznesi/özneleri belli olmayan, sivillerin aktif katılımı ve rızasıyla meşrulaşan süreçlerle yaygınlık kazanabilmektedir. Buradan hareketle militarizm üzerine kalem oynatırken, savaşlar ve ordular kadar barış dönemlerinde ve sivil alanda gündelik pratikler içerisinde militarizmin üretimine odaklanmak gerekir. [1]
Bu noktadan hareketle Kaos GL’nin elinizde tuttuğunuz sayısının dosya konusunu “Militarizm” olarak belirledik. Militarizmin toplumsal alanının bütününü -örneğin eğitim gibi- nasıl eril-askerî değerler çerçevesinde yapılandırarak hâkim cinsiyet rejimini güçlendirdiğini ve erkeklik kurgusu dışında kalmaları hasebiyle eşcinsel erkekleri ve transeksüelleri nasıl hedef tahtasına oturttuğunu masaya yatırdık.
Hilal Demir’in “Sokaktaki Militarizm” başlığını taşıyan yazısı ile açılıyor dosyamız. Militarizm denilince akla ilk gelenin üniformalar içindeki askerler olduğunu, oysa militarizmin bundan ibaret olmadığını söylüyor Demir. Buradan hareketle militarizmin gündelik hayattaki tezahürlerine çeviriyor bakışlarımızı: Hemen her yere dikilen devasa bayrakların, sivil alanların ortasındaki geniş askerî bölgeler ve askerî araçların, şehitliklerin, dağların tepelerine yazılmış Atatürk-vatan-millet içerikli yazıların, okullardaki disiplin kurallarının, İnkilâp Tarihi ve Milli Güvenlik dersleri gibi bir dizi göstergenin otoriteyi hatırlatarak militarizmi tahkim ettiğini, bu bağlamda militarizmin bizatihi sokağın içinde olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda sokaktaki militarizmi afişe etmek isteyen antimilitaristlerin düzenlediği “Mili-Turizm Festivalleri”nin, militarizmle mücadelede çeşitliliği ve yeni mücadele araçlarını ortaya koyması bakımından taşıdığı öneme dikkat çekiyor.
Ayşe Gül Altınay ise yakın zamana kadar bir tabu olarak görülen, dolayısıyla uzak durulan militarizm meselesine dair bugün artık hem akademik alanda hem de akademinin dışında önemli tartışmalar yürütüldüğünü ve militarizmin adının konulduğunu belirttiği “Militarizmin Artık Adı Var” başlıklı yazısının yanı sıra daha önce Tarih Vakfı tarafından yayınlanan Ders Kitaplarında İnsan Hakları II: Tarama Sonuçları (2009) içinde yer alan “Can Veririm, Kan Dökerim: Ders Kitaplarında Militarizm” başlıklı ve kutu içerisine aldığımız yazısıyla yer alıyor dosyamızda.
Yeliz Kızılarslan, Ayfer Tunç’un geçen yıl Can Yayınları tarafından yayınlanan ve genç bir kadının emniyet-bürokrasi ve magazin üçgeninde yaşadıklarını öğrencilik yıllarından itibaren anlatan Yeşil Peri Gecesi(2010) adlı romanından hareketle kaleme almış olduğu “Yeşil Kurbağaların Saati” adlı yazısında, roman kahramanlarından Uluç Müdür’e odaklanarak militarizmin sistem içinde işleyişini ve sıradan yaşamları nasıl kuşattığını gözler önüne seriyor.
Serdar Değirmencioğlu, Altınay’ınbıraktığı yerden konuyu ele alarak, Türkiye’de okulun, eğitim sisteminin militarist kodlarını deşifre ediyor “Yaşam Boyu Militarizm” başlığını taşıyan yazısında. Militarizmin, çocukluktan başlayarak toplumun içinde iktidarı/otoriteyi destekleyen bir milis gücünün oluşmasını ve “bizim çocuklar” olarak addedilen bu gücün gerektiği zaman devreye girmesini sağlayabildiğinin altını çiziyor.
Senem Doğanoğlu, eşcinsel erkeklerin zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulmak için katlanmak zorunda kaldıkları “çürük raporu” alma süreciyle giriş yaptığı “Ordunun Bartleby’leri Eşcinsel Erkekler (midir)?” başlıklı yazısında, homofobi ve mizojiniden beslenen bir kurum olan ordu karşısında açık eşcinsellerin askere gitmeyerek, askerliğin içerdiği erkeklik seremonilerini öğrenmeye -bir başka deyişle terbiye olmaya- direnmelerini Herman Melville’in “yapmamayı yeğlenen” Katip Bartleby karakterinin gösterdiği tavra benzetiyor. Diğer taraftan militarizm karşısında esastan bir karşı duruş olan vicdani ret hareketi ile eşcinsellerin Bartleby tutumlarının birbirlerini beslemesi gerektiği temennisinde bulunuyor.
Zozan Özgökçe, “Militarizm ve Kürt Kadını” adını taşıyan yazısında Kürt kadınlarının, kadın ve Kürt olarak yürüttükleri çift yönlü ve bu anlamda çok daha girift mücadeleye dikkat çekiyor. Kürt kadınının iki kez sessiz, itaatkâr, kaderci olmak zorunda bırakıldığını ancak iki kez isyan etme haklarına yoldaşları tarafından müsamaha gösterilmediğini vurgulayarak; Kürt kadınlarının sadece militarist odaklara karşı değil aynı zamanda Kürt erkekliğine de karşı da mücadele etmek zorunda olduğunu ifade ediyor.
Alp Biricik, “Aile Albümünde Yer Alması Sakıncalı Resimler: Militarizm, Bellek ve Arşiv” başlıklı yazısında Doğanoğlu’nun izleğini sürerek, eşcinsel erkeklerin gündelik dilde “pembe teskere” olarak da adlandırılan çürük raporu alma süreçlerinde yaşanan psikolojik ve simgesel şiddetin görünürlük kazanması için karşı-bellek çalışmalarına hız vermek gerektiğinin altını çizerek; daha çok bir araya gelip konuşmanın ve mutlu aile albümlerinin aksine hem mutlu hem de mutsuz anları biraraya getiren yeni albümler oluşturmanın gerekliliğinden dem vuruyor.
Helin Bülbül ise tam da Biricik’in önerisi doğrultusunda, transseksüel bir kadın olarak çürük raporu alma sürecinde yaşadığı travmanın fotoğrafını çekiyor, “Top Var, Tüfek Var, Trans Yok” başlığına sahip yazısında.
Ali Erol “Gayri Tabii Mukarenet ya da Psiko-Seksüel Bozukluk: Üçüncü Bir Yol Yok mudur?” başlıklı yazısıyla,TSK’nin, eşcinselliği hastalık olarak kabul etmekte olduğuna, eşcinsel subayları işten attığına ve eşcinsel askerleri raporla damgaladığına değiniyor.
Son olarak Kaan Şimşekalp, “Anafartalar ve Troya İyi Bir Savaş Değildir” adını taşıyan görsel çalışmasıyla katkı koyuyor dosyamıza.
Militarizmin gölgesinin üstümüzden kalktığı bir dünya ve Türkiye umuduyla, iyi okumalar…
[1] Ayşe Gül Altınay, “Militarizm”, http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=6&ArsivAnaID=29713, erişim tarihi: 13.02.2011.
Etiketler: insan hakları, askerlik