10/03/2011 | Yazar: KAOS GL

“Acemi birliğindeyim. Hepimizin üzerinde o yabancılık, ürkeklik duygusu. Sabahın kör saatinde sıra hâlinde eğitim alanlarına götürülüyoruz.

“Acemi birliğindeyim. Hepimizin üzerinde o yabancılık, ürkeklik duygusu. Sabahın kör saatinde sıra hâlinde eğitim alanlarına götürülüyoruz. İlk başlarda, okullarımızdan da aşina olduğumuz marşların içerikleri, gün geçtikçe değişiyor.”
Kavramlarla arası iyi olmayan; onları kullanmaya kalktığımız zaman da, kendine yontan bir geleneğe sahip olduğumuz açık.  Bizler de bu yanlışlığa düşmeyelim diye, gelin önce, bu kavramın (Militerliğin/Militarizmin) anlamlarına bakalım
 
Türk Dil Kurumu: “Militarizm (Militarisme): 1)Bir ülkede ordu gücünün ağır basması. 2)Her türlü sorunu, askerî yöntemlere başvurarak çözme, bundan dolayı silâhlı kuvvetlere öncelik tanıma eğilimi.”  Kısaca “Kubbealtı Lügati” denilen “Misalli Büyük Türkçe Sözlüğü”nde de, T.D.K.’nın verdiği anlama benzer açıklamalar var. Fransızca’dan dilimize intikal eden bu kelimeyi, “Fransızca-Türkçe Sözlük”ünde, Tahsin Saraç, “Militaire: 1) Süel, askerî. 2) Savaşsever, savaşçı. 3)Askerce, askere özgü. 4) Asker” anlamlarıyla ifade etmiş… Son olarak da, kelimenin kökenine bakmakla yetinelim: Sevan Nişanyan, “Sözlerin Soyağacı/Çağdaş Türkçe’nin Etimoloji Sözlüğü” isimli o çok önemli eserinde, bizi bilgilendiriyor: “Militer: Fr. Militaire-askerî. Lât. Militaris …. Miles, Milit-asker>milis”
 
Her kavramın olduğu gibi, militarizmin/militerliğin de kendine özgü dilleri vardır. Kendini savunmak ve ötekini konumlandırmak açısından doğal karşılanabilir bu diller. Militarizmin dıştalayıcı, yoksayıcı diline de kafa yormakla beraber, bu yazının konusu, onun seksist diline, öznel bir deneyimle yaklaşmak olacaktır. (Bu ‘dışlayıcı’ dil üzerinde, başka bir yazıda uzun uzun durmak gerekir. Yalnızca, Agamben’in  “Denizen” kavramına değinip, bu bahsi kapatalım: “Agamben, dışlananları tanımlarken, ‘citizen’[yurttaş] ve ‘deny’[inkâr]  sözcüklerinin birleşiminden oluşan ‘denizen’ kavramını kullanmakta. Söz konusu olan yurttaş kabul edilmeyenler, kimlikleriyle, inançlarıyla, dilleriyle, kültürleriyle ve emekleriyle inkâr ve imha edilenler[dir]. Bugün birçok ülkede, ama özellikle ülkemizde, bu tanıma giren ve sürekli artan bir insan kütlesi bulunmakta. Cumhuriyet; asker-sivil bürokratı, yazarı, akademisyeni, gazetecisi, iş insanı, üst gelir düzeyine sahip insanları, 85 yıllık gerilim[iyle], sorunları çözümsüz hâle getirmiştir.” [Ulus-Devlet ve Küreselleşme Kıskacında DEMOKRASİ VE HUKUK KRİZİ, Ümit Kardaş, İletişim Yayınları, 2010, sayfa 64])
 
Askerlik, doğası gereği militerdir elbette. Benim değinmek istediğim, bu dilin, çoğu zaman habitatı dışına da çıkan baskın tavrı ve askerlik dışında, bazılarınca (devletçe de) temellük edilmesidir.
 
‘Vatanî görevimi’, zevkle yaptığımı söylemeliyim. Benim gibi roman sanatına düşkün olanlar için, iyi bir gözlem yeridir bence. Sosyologlar ve psikologlar için de, kültürün davranışları belirlemesi ve geliştirilen refleksleri birarada görebilmeleri açısından, iyi birer araştırma alanlarıdır… Askerliğimi, eğitim birliğinde (tugayda) yaptığım için şanslıydım. Bir defa, hem rahattım, hem de pek çok insanı tanıma imkânım olmuştu. Buradaki gözlem ve deneyimlerimi kitaplaştırmayı/romanlaştırmayı düşünüyorum.  Bu imkânları bulabildiğim içindir, kendimi şanslı addetmem.
 
Acemi birliğindeyim. Hepimizin üzerinde o yabancılık, ürkeklik duygusu. Sabahın kör saatinde uyandırılıp, kahvaltı yaptıktan sonra ‘eğitime’ tâbi tutulmak için, sıra hâlinde eğitim alanlarına götürülüyoruz... Sanat zevkimiz körelmesin diye sanırım, gidiş gelişlerimize marşlar eşlik ediyor.  İlk başlarda, okullarımızdan da aşina olduğumuz bu marşların içerikleri, günler geçtikçe değişiyor. Sanatsever komutanlarımızca doğaçlama usulü yaratıldıklarını düşündüğüm, cinsel duyguları uyandıran şu ‘marş’ icra ediliyor örneğin: “Haydarpaşa Garı’nda/Annesi var yanında/İstedim de vermedi/Çıban çıksın .mında” Ağızlar sulana sulana zevkle söylendiğini, özellikle de ‘vermediği’ için, kızın cinsel uzvunda çıban çıkması bedduasına cân-ı gönülden iştirak edildiğini, bilmem söylememe lüzum var mı?
 
Annelerimizin kutsallığı, orada da her dem vurgulanır; hatta vatan da bizim anamızdır. Kadındır yani… Fakat en ufak bir ‘falsoda’; örneğin, tüfeğin gerektiği gibi sert kavranmamasında, “karı gibi davranmakla” suçlanacaktır asker. “Karı” kelimesi, neredeyse her türden hakarete özne olur. Asker temizlik ‘görevini’ dahi doğru düzgün yapmalı, örneğin süpürgeyi, “yeni gelinin .arağa sarıldığı gibi” acemice tutmamalıdır. Gerektiği gibi sert olmadığın zaman, yarın düşmanla karşılaştığında adamı .ötünden .ikerler! Sen güçlü olursan, Apo’nun piçlerini bir güzel .ikersin…
 
Görüldüğü gibi, tanımlamaların çoğu, aklımızın hep kendisinde olduğu uzvumuzda; yani .ikimizdedir. Bu dili sahiplenen adam, yarın öbür gün gittiği maçta, takımının rakip kaleye ‘sokmasını’ zevkle bekleyecektir. Ertesi gün kahvede arkadaşlarına anlatacağı “nasıl da koyduk/geçirdik” temalı konuşmasını yaparken duyacağı orgazmik zevkin tahlilini, bilmem yapan olacak mıdır?
 
Hayalci biri değilim; militer dilin askerliğin doğasında olduğunu, sertliğin hâkim olması gerektiğini biliyorum. Beni endişelendiren şey, örneğin bu eğitimleri veren uzman çavuşların ekseriyetinin söylediklerine inanmaları; yani kadını hakikaten de sırf cinsel obje, neredeyse otomatik mastürbasyon makinesi olarak algılamaları… (Bu da doğal, çünkü çoğu uzman o kültürden geliyor.) Yaptığı en ufak bir ‘yanlışında’ en ‘büyük’ hakaret cümlesi olarak “karı” kelimesiyle başlayan sıfat ve küfürlere maruz kalan bilgisiz asker, askerlikten sonraki yaşamında muhtemelen bu görüşü sahiplenip sürdürecektir…
 
Askerliğin (en azından benim yaşadıklarımın) güzel, hatta eğlenceli yanları da çok olmakla beraber, maalesef bu türden, son derece yanlış ve tehlikeli yönleri de mevcut… Umalım ki düzelsin…
 

Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret