20/05/2010 | Yazar: Kaos GL

“Kendini savunmanın ne olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Kendimi mi savunuyorum, bana ait olan vücudumu mu? Ülkemi mi savunuyorum? Yoksa fikirlerimi mi savunuyorum?

“Kendini savunmanın ne olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Kendimi mi savunuyorum, bana ait olan vücudumu mu? Ülkemi mi savunuyorum? Yoksa fikirlerimi mi savunuyorum? Savunduğum hangi yanım?”

Amerikalı Düşünür Judith Butler Ortadoğu’daki Durumu BirGün’e Değerlendirdi
 
BirGün Gazetesinden İnan Mutlu ile Başak Turan, Judith Butler ile görüştü / 2

Ünlü Amerikalı düşünür Judith Butler ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünde Ortadoğu hakkında konuştuk.
Röportajın bu bölümünde Arap-İsrail meselesi, sınırda yaşanan çatışmalar, son seçimlerde güç kaybeden İsrail solu ve anti-semitizm konularına değindik.
İsrail politikalarını eleştirdiği için Yahudi olmasına rağmen anti-semitizm yapmakla suçlanan Butler, aynı zamanda bir insanın kendini savunmak için başkasını öldürmesinin makul bir mazeret olmadığına inandığını söylüyor.

Birçok insanın Arap-İsrail meselesinin temelinde 1967 Savaşı’nı ve işgal edilmiş toprakların olduğunu düşündüğünü belirten Butler, İsrail’in kuruluşu olan 1948 yılını bu kuruluşun hemen ardından yaşanan savaşın unutulmaması gerektiğine dikkat çekiyor.
Butler “Benim görüşüme göre 1948 bu ülkenin yasal olmayan kuruluşu, 800 bin insanın mülteci konumuna düşmesine yol açmıştır” diyor.

1948 İSRAİL’İN YASAL OLMAYAN KURULUŞU
Şimdi biraz da Ortadoğu’dan bahsedelim... Yahudi kökenli bir Amerikalı olarak İsrail ve Araplar arasındaki çatışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oldukça karmaşık bir konu. Evet, İsrail ve Araplar arasında bir anlaşmazlık var. Daha spesifik konular da var İsrail ve işgal edilmiş topraklar gibi ve elbette Filistinli mülteciler konusu. Filistinlilerin diğer ülkelerle ilişkisi ise apayrı bir konu. Çünkü komşu ülkeler ya da diğer Arap ülkeleri artık Filistinlilere yardım etmiyorlar. Suriye, Libya bu konuyla ilgilenmiyorlar. Bu artık Filistinlilerin sorunu haline geldi. Yahudi olsun ya da olmasın her insan şunu görebilir ki Batı Şeria ve açık hava hapishanesine döndürülen Gazze’deki işgal zalimliktir. Birleşmiş Milletler’in hazırlamış olduğu düzenlemeleri İsrail uygulamada başarısız oldu. 1948’den beri Filistinli mültecilerin yurtlarından edilip, bir daha geri dönemiyor olmaları tartışmaya açılmalı ve bugüne kadar yapılan düzenlemeler uygulanmalı. Fakat asla 1948’i unutmamalıyız. Birçok insan sorunun temelinde 1967 savaşı veya işgaller olduğunu düşünüyor. Evet, bunlar sorun. Ancak benim görüşüme göre 1948 bu ülkenin yasal olmayan kuruluşu, 800 bin insanın mülteci konumuna düşmesine yol açmıştır. Yahudiler de Avrupa’da mülteci konumundalar ve Yahudiler uluslararası mültecileri koruma kanunun geliştirilmesine katkı sundular. Yahudilerin katkısının bununla sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Hapishanedeki insanların durumu ve sömürge yönetimiyle ilgili de önemli kanunların geliştirilmesinde Yahudilerin katkıları olmuştur. Bazıları şöyle olduğunu ileri sürebilir: İsrail devleti milliyetçi bir projedir. Bir milyondan fazla insanın huzursuzluk içinde yaşadığı, sadece çok sayıda mültecinin oluşturduğu bir ülke değil. Evet, ben bir Yahudiyim, Yahudi bir aileden geliyorum. Büyükannemin ailesi Almanya’da öldürülenlerden fakat hukuk ilkeleri der ki siz azınlıkların haklarını korumak zorundasınız. İsrail Devleti bu şekilde davranamaz.

Anti-semitizm yapmakla suçlanıyorsunuz. İsrail’i eleştirmek anti-semitizm anlamına gelir mi?
Bazen bunu söylüyorlar. Bunu yapmaktaki amaç da İsrail’in tüm Yahudiler adına tek başına konuşma hakkına sahip olduğu düşüncesini herkese inandırmak. Diğer insanların ise (gerçekten Yahudi olmayanlar) ya kendilerinden nefret edenler ya da Yahudileri kendilerine karşı bir tehdit olarak görenler olduğuna inanılıyor. Bunu tam olarak kavramalıyız ve ayrıca bunu dengelemek de gerekir. Anti-semitizm var ve var olmaya da devam ediyor. İranlıların Yahudiler hakkında söylediklerinden hazzetmiyorum, Libya’daki insanların da Yahudilerle ilgili düşüncelerinden hoşlanmıyorum. Fakat böyle bir gerek var. Bazen İsrail’i eleştirmek bir motivasyon sağlama aracı olabiliyor. İsrail’i eleştirmek ve anti-semitizmi eleştirmek farklı bir yarayı açıyor.

İSRAİL TAM OLARAK NERESİ BİLMİYORUZ
Son seçimlerde sol kanattan partilerin başarılı olamadıklarını gördük. İsrail’de sol giderek güç kaybediyor gibi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batı Şeria, Gazze ve İsrail’deki Filistinliler arasında güçlü bir politik koalisyon olduğunu düşünüyorum. İsrail’in iç politikası ile çok fazla ilgilenmiyorum fakat şu da bir gerçek ki sınırlarla ilgili olarak… Aslında neresi tam olarak İsrail bilemiyoruz. Ancak İsrail’de bazı Filistinli partiler var ve bunlar güçlü partiler. Fakat gerçek soru şu ki kim sınır boyunca bir duvar örmeye gönüllü? Bu soruya net bir cevap verdiğimiz takdirde bir sol oluşabilir ve önemli bir sola sahip oluruz. Diyorlar ki Netenyahu, Lieberman… sağ kanattan olan bu insanlar tarihin diyalektik dayatmasıyla sola dönüş  sağlayacaklar. Ben diyalektiğin otomatik olarak çalışacağına güvenmiyorum.

Sınırın iki yanından (Lübnan) insanların hayatını kaybettiğini ve bunun araçsallaştırıldığını söylüyorsunuz. Bunu biraz daha açar mısınız?
Bu doğru. Bazı askerler milliyetçiler tarafından öldürülüyor. Özellikle son iki yıl içinde bunu hem Gazze’de hem de güneyde gördük. Ne yazık ki İsrailli askerler de barış için çağrıda bulunmuyorlar. Veya diplomatik bir anlaşmaya varılması için de hiçbir girişimleri yok. Militanlarsa kendilerini savunduklarını söylüyorlar. Saldırgan tutumları için de kendilerini savundukları gerekçesini ileri sürüyorlar. Fakat kendini savunma öğretilir. Benim kaygılandığım nokta: Bu savaştaki her ölümde, özellikle çocukların ve sivillerin ölümünde, Hizbullah çocukları ve sivilleri kullanıyormuş gibi geliyor. Ne yani insanlar çocuklarını bombalansınlar diye dışarıda mı bırakıyorlar? Hiç sanmıyorum. Gazze’de de aynı şey var. Birleşmiş Milletlerin ofisi bombalandı örneğin. Burasının askeri olarak kendini savunacak kapasitesi bile yoktu. Lübnan’da çocuklar ve siviller yüzlerce kişi tarafından öldürüldü. Bu sivil katliamını düşmanı suçlamaya zemin oluşturmak için kullanıyorlar. Ben artık bu mantığın işlediğine inanmıyorum. Çünkü insanlar artık tarihe baktıklarında görebilirler ki tek başına sadece İsrail’i eleştirmek o kadar da doğru değil. Artık hem Yahudi hem de Yahudi olmayan birçok insan bu mantığın kabul edilemez ve yanlış olduğunu düşünüyor.

KENDİNİ SAVUNMAK NEDİR?
Bir insanın kendini savunmak için başkasını öldürmesinin makul bir mazeret olmadığını söylemiştiniz...
Bu konuda kötü bir ünüm var. Kısa süre önce Filistin’deyken  genç bir adam bana kendini savunmak için savaşa girenleri yargılayıp yargılamadığımı sordu. Onu hayır diyerek yanıtladım. Biz böyle insanları yargılamıyoruz. Fakat bence ‘kendini savunmanın’ ne olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Kendimi mi savunuyorum, bana ait vücudumu mu? Ülkemi mi savunuyorum? Yoksa fikirlerimi mi savunuyorum? Savunduğum hangi yanım? Bunun kolayca büyüdüğünü de görebilirsiniz. Mesela şöyle söyleyebiliriz: dünya üzerindeki bütün Yahudileri koruyorum. Veya dünya üzerindeki bütün Türkleri koruyorum. Bu nedenle önce şu soruya bir yanıt vermemiz gerekiyor: kendini savunmak nedir? Ve bu noktada şu ayrımı iyi yapmalıyız. Milliyetçi saldırganlığın kendini savunmadan farkını iyice ortaya koymamız gerekiyor.

İsrail’de yaşayan Yahudilerin Yahudi olmak veya İsrailli olmakla ilgili yaşadıkları bir kimlik ikilemi var mı sizce?
İsrail’de yaşayan herkesin kendini birer İsrailli olarak tanımladığını düşünüyorum. Şunu asla unutmamalıyız ki İsrail’de yaşayan nüfusun yüzde yirmisi Yahudi değil. Çok da karmaşık bir durum değil aslında. İsrail Yahudi ülkesi olarak bilinse de aslında nüfusunun yüzde yirmisi Yahudi değil. Burada iki kritik nokta olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi İsrail’de solcuların birçoğunun aslında dindar olmaması.

Belki kendilerinin kültürel veya tarihsel olarak Yahudi olduğunu kabul ediyorlardır fakat onlar için Tanrı’nın hayatlarında çok da bir önemi yok. Din aslında sağ kanata ve muhafazakârlara ait. Akılda tutulması gereken bir önemli nokta daha var: İsrail’deki Yahudiler ağırlıklı olarak Kuzey Afrika, İspanya ve hatta Türkiye’den gelen Seferatlardır. Türkiye’den gelenler Osmanlı döneminde göç edenlerdir. Bir de Mirrahimler var. İran’dan gelen Yahudiler. Mesele şu ki, Yahudiler, Mirrahimler ve Filistinliler arasında nasıl bir anlaşma sağlanacak?

Röportajın birinci bölümü:
http://www.kaosgl.org/icerik/cinsiyet_kulturden_ve_toplumdan_kopuk_olarak_degerlendirilemez
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam