16/02/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Geçen hafta önce Genelkurmay Başkanı ardından Başbakan, zaman zaman da olsa morallerinin bozulduğunu açıkladılar.

Geçen hafta önce Genelkurmay Başkanı ardından Başbakan, zaman zaman da olsa morallerinin bozulduğunu açıkladılar. Genelkurmay Başkanı “sabırlarının taşmak üzere” olduğunu ekledi. Başbakan ise kendi deyimiyle “şirazesini kaçırdığı” durumların gerekçesi olarak moral bozukluğunu gösterdi.

Ne oluyor ‘liderlere’? İkisinin de morallerini bozan, birinin “sabrını taşırmak üzere” olan, diğerinde alı al moru mor öfke patlamalarına yol açan durum ne?

Çatışma nerede? Gerçekten olup biten, demokratik dönüşüme direnç gösteren askeri- sivil bürokrasi ve onu demokratik düzende olması gereken yere getirmeye çabalayan sivil iktidar arasında mı? Böyle olmadığının en önemli kanıtı iki tarafın da morallerinin bozuk olduğunu itiraf etmeleri.

Moral bozukluğu bir liderin açmaz içinde dalgalandığını kanıtlar. Yapılacak hamlenin zafere olduğu gibi yıkıma da neden olabileceği durumlardır, açmaz halleri. Çatışan güçlerin iki tarafının da enerjisinin tükenmek üzere olduğunu, bir atımlık barutu kalmış gibi hissettiklerini ve o atış hedefi bulmazsa yenilginin kaçınılmaz olacağı kaygısını yaşadıklarını gösterir.

Başbakan’ın “bizi gaza getirmeyin” demesi de bu yüzdendir. Genelkurmay Başkanı’nın özel röportajlar vermek zorunda hissetmesi de.

Stratejisini iyi çizmiş, kendi gücünü doğru değerlendiren bir satranç oyuncusu, hamlelerine rakibinin verdiği yanıtlar öngördüğü gibi oldukça, bırakın moralinin bozulmasını, tersine sonucu bilmenin özgüveniyle rahatlar, hatta sahte bile olsa alçakgönüllüymüş gibi yapar. Kendi gücünden emin olan ve özgüveni yüksek bir lider saldırıya uğradıkça yanındakilerin kaygılanmalarını dudak ucunda bir gülümseme ile izler.

Eğer bir çatışmada iki taraf da moral bozukluğunu hemen hemen aynı anda yaşamaya başlamışlarsa, iki tarafın da özgüveni sarsılmaya başlamış demektir. Hamleler özgüvenle ve öngörülmüş bir stratejinin taktik hamleleri olarak yapılmıyor, daha çok tepkisel, saldırı mı savunma mı olduğu belirsiz bir şekilde atılıyor demektir.

Ortak moral bozukluğunun temel bir nedeni de aktörlerin hiç birinin “esas oğlan” olmadığı durumlardır. Tıpkı iki kıskanç kardeşin babanın sevgisini ve onayını daha çok kazanmak için birbirleriyle rekabet etmesi gibi. Sanki çatışmayı kaybetmek babanın gözünden düşmeye neden olacakmış gibi hissedildiğinde olur.

O zaman güncel moral bozukluğunun mimarı olan asli iktidarın nerede ve kimde olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır.

Morali bozulanlar satranç tahtasının iki tarafında oturan oyuncular mı yoksa onlar tahtanın üzerinde mi duruyorlar?

İşte geçen hafta iktidara edilgen boyun eğişi tanımlarken yarıda kalan “baba transferi” kavramı, burada daha da anlamı olmaktadır. Baba da sembolize olan politik iktidarın asli sahibi, o iktidara mazhar olmak isteyenlerin çevresinde “aportta bekleyen” bir ikincil halka oluşturur. Bu halka doğası gereği edilgen olduğunca vahşileşebilecek haldedir. Yenilenin başına çöreklenip, son bir iki tekmeyi atmak ve yeneni omuzlarına alabilmek üzere beklemektedirler.

Bu yüzden kavgayı kızıştırıp durmaktalar. Çünkü onlar da yanlış yapmaktan korkuyorlar. Yenildiklerini sandıkları yenerse diye kaygılanıyorlar. Bir an önce kime vurup kimi omuzlarına alacaklarının kesinleşmesini istiyorlar, beklemeye tahammülleri kalmamış.

Tekel işçileri bu sahte düğümü bir anda çözebilirler. Ankara Sakarya’ da tutuşan kıvılcımlar bırakın benzerini 15 16 Haziran 1970’in yarısı kadar bir direniş başlatsın, çatışmanın gerçek tarafları, kim dost kim düşman bir anda ortaya çıkıverir.

Öyle bir direnişte bakın ne asker sivil kavgası kalır, ne EMASYA’ nın kaldırılmış olması. Herkes ortak babanın dizi dibine çekilip, omuz omuza verir.
 

Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam