22/05/2023 | Yazar: Can Yazar
Burada ironik olan AKP’nin LGBT haklarını küresel bir saldırı ve emperyalizm olarak gösterme çabasıdır, ancak birçok resmi dökümana ve veriye göre esas ulusal ve sosyal tehlike AKP ile beraber çalışan tarikatların, dini ve siyasi yapıların ülkenin rejimi ve demokrasisine doğrulttuğu faaliyetlerdir. Bu açıdan R. Erdoğan ve AKP, psikolojik yansıtma yöntemine de başvurmaktadır.
Fotoğraf: Q-Life, Melissa Anastasi
14 Mayıs 2023 Türkiye Genel Seçimleri sonucunu gördükten sonra düşündüğüm ilk şey ‘‘Her şey daha ne kadar kötü olabilir?’’ şeklindeydi.
Yaşadığımız ülkenin güncel sosyoekonomik koşulları ve problemlerini düşünürken kendi kimliğimizi de hesaba katmamamız imkansız. Çağdaş demokrasiler, en çok bu destabilize haldeki ekonomik koşulların etkisi altında güç kazanan sağ popülist siyasetçilerin bireyleri hedef alan demeçleri yüzünden ciddi bir sorun yaşıyor.
Neoliberal otokratlar ve sağcılar, kriz dönemlerinde popülist ve despotik diskurlara sarılabilirler, bu diskurlar çoğunlukla marjinalleştirilen/baskılanan bir grup kimliğine karşı kurulur. Bu bir nevi zihinsel tabuları ve kültleri de yönetme sanatıdır. Derinleşen sınıf ayrımı ve eşitsizliği, yolsuzluğu gölgelemek için en iyi yöntemlerden biri önyargıları, mitleri ve sosyal tabuları araçsallaştırarak politik arenaya çıkarmaktır. Sağ ve muhafazakar politikacılar, işbirliği içinde oldukları sermaye ve yönetim elitini kontrol altına alırlarken kendi konumlarını sağlamlaştırmak için de topluluklar içinde kitlesel bariyerler örmeleri gerekir. Bu kitlesel bariyerler, muğlaklaştırılan kavramlar, hedef gösterilen eylemler ve kimlikler üzerinden çevrelenir. İdeolojik kamplaşmadan yararlanan otokrat, böylece hem siyasi eliti hem de sermaye elitini korumuş olur. 2010’larda küresel iktisadi problemlerin etkisiyle iyice yükselişe geçen popülist siyaset, bazı ülkelerde bu tarz illiberal söylemlerde artışın meydana gelmesine neden olmuştur. Bunun sebebi de tabanını rahatlatacak ve yönlendirecek pozisyonların alınmasıyla kendi konumundaki güç kaybını önlemektir.
2018 sonrasındaki siyasi ajandasında AKP de tam anlamıyla böyle bir yol izledi. İktidar süreci boyunca meydana gelen orman yangınları, deprem, COVID-19 pandemisi ve çeşitli siyasi ve sosyal hukuksuzluk, ekonomik kriz gibi faktörleri topluma ve özellikle tabanına unutturmak için kışkırtıcı ve düşmanlaştırıcı dil kullanımını bunun için yaygınlaştırdı. İktisadi krizin etkilerini perdelemek için toplumsal gerilimi yükseltti ve gündemi azınlıklar üzerinden manipüle etti. Bununla bağlantılı olarak en çok LGBT bireyler ve inançsız yurttaşlar hedef gösterildi. Bir nevi toplumun önyargılı olduğu grupları söylemsel ve zihinsel olarak hedef göstererek kaybettiği desteğini toplamayı hedeflerken diğer yandan hedef aldığı kesimlerin ülkeyle duygusal bağlarını da zayıflattı. Kendi ayrımcı ideolojisini güçlendirip nefreti ve iğrenti duygusunu politik kazanç sağlamak amacıyla kesintisiz bir silaha dönüştürdü. Kısacası örgütlü bir nefretle meydana gelen bir demokrasi yozlaşması olduğunu söylemek mümkün.
Şu kesindir ki AKP ve kendisine bağlı medyanın hedef gösterme, name-dropping, karikatürize ederek saygınlığı düşürme, korku tüccarlığı, kara propaganda gibi çeşitli duygusal manipülasyon yöntemlerini kullanarak TV ve sosyal medyada istediği düzeyde bir etki bırakma amaçlı meşrulaştırmaya çalıştığı bir nefret siyaseti vardır. Dolayısıyla karşımızda hem saldıran hem de başkalarının kendisini savunmasına izin vermeyen bir mekanizma olduğunu belirtmek önemlidir. Otoriteye başvurma olarak adlandırabileceğimiz bu mekanik sistemin özünde dini duyguları ve dogmaları, sosyal tabuları ve kurumları bireylere ve onların yaşam alanlarına karşı bir bastırma ve saldırı aracı şeklinde kullanıldığı da açıktır.
Daha kötüsü, AKP bu yıl meclis çoğunluğunu ele geçirirken ittifak ortağı MHP’nin yanına son derece radikal ve despot iki siyasi uzantı daha ekledi. Bunlar Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR. Bu partiler, açıkça İslam hükümleriyle devlet yönetilmesi gerektiğini savunmakla beraber bireysel özerkliği, laikliği, insan hakları ve ifade özgürlüğünü doğrudan hedef alan programlara sahipler. İki partinin de başkanı ve parti programları sık sık LGBT’leri hedef almıştır. Bu kuşkusuz ki AKP’nin ektiği nefret tohumlarından bağımsız değildir. Tam aksine onun sonucudur. İnsanlara vaat edebilecek bir şeyleri olmadığı için birikmiş kitlesel duyguları kimlikler üzerinden çatıştırarak geçici rahatlamalar sağlamaktadırlar. Esas sorun da budur. Bu nefretin ve hedef göstermenin sonu yoktur. Her türlü nefret demecinin arkasına toplumsal ‘değerleri’ ve çoğunluğu gerekçe gösteren bu zihniyet, LGBT bireylerin yaşamına hem bedensel hem de psikolojik olarak zarar vermektedir. Zaten yaşamı yeterince zor olan, işini kaybetme, hedef haline getirilme, açıkta kalma, ailesel sorunlarla yüzleşme, dışlanma, başarısız olma kaygılarıyla başa çıkmak zorunda olan insanları hedef almanın hiçbir mantıklı gerekçesi yoktur. Bu sadece zorbalık olarak tarif edilebilir.
İşe farklı bir perspektifte bakacak olursak Türkiye’deki ideolojik oluşumların ve sosyal yapıların muhafazakar-mukaddessatçı çizgiyi aşamamış olması homofobiyi besleyen bir durumdur. Maço, primitif erkek rolleri ve bireysel kimliğin kolektivist eğilimler altında yok olduğu muhafazakar-milliyetçi ideolojiler varlığını düşmana ya da ötekiye saldırı üzerinden kendini kurar ve kendi ötekiliği içinde despot bir karakter kazanır. Bu ne yazık ki akla dayalı demokratik bir cumhuriyetin gelişimi için büyük bir tehdittir. AKP iktidarı başlangıçta her ne kadar bazı liberal kesimlerin desteğini almış olsa da zaman içinde tamamen sıkı muhafazakar popülist, militarist ve otokratik retorikler üzerinden toplumu kutuplaştırarak siyasi çıkar elde ettiği bir yapıya dönüşmüştür. Aynı şekilde, AKP destekçisi yazarlar, ilahiyatçılar ve sermaye sekülerizmi her zaman hedef almış ve insanların yaşamına despot bir şekilde karışmayı meşrulaştıracak sosyal & politik zemin için çaba harcamıştır.
AKP, Türkiye’de özellikle Anadolu’daki cemaat ve tarikatların desteğini arkasına alarak demokratik ve laik cumhuriyeti dolaylı ve direkt olarak hedef aldığı politikalarıyla bireylerin toplumdaki özsaygınlığına ve entelektüel gelişimine de büyük ölçüde zarar vermiştir. Yoğun muhafazakar duyguları totaliter bir rejim kurmak için kullanan AKP, toplumda en çok önyargıları ve derinleştirdiği kültürel ayrışmalar üzerinden kendi kitlesini çoğunlukla korkutmuş ve seküler yaşama, demokratikleşmeye karşı tavır aldırmıştır. İnsanları tamamen dini zafiyetler ve zihinsel tabular üzerinden kontrol altına alan AKP, aynı zamanda R. Erdoğan’ı da bir kişi kültü haline getirerek toplumsal kutuplaşmayı, ayrışmayı ve düşmanlaşmayı teşvik etmiştir. 2013 sonrası süreçte kademeli olarak otoriterleşen ve etrafına daha da otoriter figürleri toplayan AKP’nin toplumun kırılgan kesimlerine karşı yürüttüğü lekeleme siyaseti ne yazık ki eşcinsellerin de hayatlarını oldukça olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Dolayısıyla bu bireylere karşı dinin ve ideolojinin örgütlü saldırısı ve istismarına örnek gösterilebilir. Burada ironik olan AKP’nin LGBT haklarını küresel bir saldırı ve emperyalizm olarak gösterme çabasıdır, ancak birçok resmi dökümana ve veriye göre esas ulusal ve sosyal tehlike AKP ile beraber çalışan tarikatların, dini ve siyasi yapıların ülkenin rejimi ve demokrasisine doğrulttuğu faaliyetlerdir. Bu açıdan R. Erdoğan ve AKP, psikolojik yansıtma yöntemine de başvurmaktadır.
Bu yüzden kendi hayatım üzerinden düşündüğümde büyük bir üzüntü duymamam imkansız gibi görünüyor. Sadece kendi kimliğim ile ilgili değil, Türkiye’nin artık parodik ve yozlaşmış sosyo-kültürel yapısı modernleşmenin ve sekülerleşmenin önüne set çekerek patolojik bir toplumda meydana getirdiği için hak arama faaliyetleri ve özsaygı da zorlaştı. Örneğin, Türkiye oldukça gergin bir toplum. İnsanlar temel ihtiyaçlarını zor karşılıyorlar, kendilerine hobi alanları üretemiyorlar. Farklı kimliklere tolerans ve kavrayış geliştiremiyorlar. Kendi muhafazakar düşünce setleri içinde çeşitli taciz ve saldırı biçimlerini meşrulaştırıyorlar. Yarattıkları oligark çete düzeni de en çok azınlıklara ve eşcinsellere zarar veriyor.
LGBT hakları siyaseti evrensel etik değerler üzerinden kurulmuştur. Bunlar çalışma, barınma, yaşama, ifade özgürlüğü, saygı, sadakat, beden dokunulmazlığı, çocuk hakları gibi demokrasi ve seküler hümanist bir sistem için çok değerli kavramlardır. Dolayısıyla bu dış kaynaklı bir örgütlenme de değildir. Kemalizm, seküler hümanist bir yön de barındırır. Bu bireylerin cinsel ve sosyal özsaygınlığını korumaya yardımcı bir sosyal düzen kurmayı da sağlar. Bugün gelişmiş toplumlarda eşcinseller ve transeksüeller eşit vatandaşlık konusunda önemli kazanımlar elde ettiler. AKP-merkezinde oluşan bir Türkiye’de ise hepimizin temsiliyet, çalışma, barınma ve ifade özgürlüğü gibi pek çok temel hakkı tehlikededir. AKP, eşcinsellerin yaşam şartlarını düşürerek Türkiye’yi terk etmeye zorlamaktadır. Zaten Türkiye’de eşcinsellerin yaşamı çoğunlukla travmalarla doluyken böyle bir siyaseti politik çıkar amaçlı gütmesi demokrasiye aykırıdır. Bu toplumun patolojikleşmesine ve insanların daha sorunlu tavırlar sergilemesine neden olur. Örneğin ben ve sevgilim, yaşamımız boyunca hem ailemiz hem akranlarımız hem de sosyal normların bize yönelttiği saldırgan ve tacizci tutumlarla mücadele etmek zorunda kaldık. Bu yüzden eşcinsellik basitçe bir cinsel yaşam değildir. Tam aksine, insanın duygusal ve bedensel bütünlüğüdür. Bu yüzdendir ki eşcinseller arasında depresyon ve intihar yüksektir. Bu yüzden bu aktivizm bir insan hakları mücadelesidir.
Son olarak, muhalefet partilerine bir çağrı yapmak istiyorum. Oy kaygısıyla insanların düşmanlaştırılmasına susarak su taşımayın. Düşmanlaştırmanın altında ne yatıyor olursa olsun Türkiye’de 85 milyon insan yaşıyor, bu tür söylemler potansiyel olarak herhangi bir eşcinselin ve transın kamusal alanda ya da domestik olarak istismara maruz kalabileceği anlamına geliyor. Türkiye bir din devleti değildir. Ahlaki referanslarını da önyargılardan ve dini baskı biçimlerinden alamaz. İnsanlara kendinizi doğru ifade ettiğinizde toplum içinde körüklenen nefreti de boşa çıkarmış olursunuz. Dolayısıyla eşcinselliğin sosyal bir olgu ve kimlik olarak hedef alınmasının nedeni temelinde ataerkil ve muhafazakar erkek rolünün baskın olduğu kolektif kimliklerin kendilerini var etme kaygısı vardır. Türkiye’de seküler-demokratik gelişime zarar veren Türk-İslam sentezi ve İslamcılık düşüncesi bu yönüyle bireylerin yaşamını kendi totaliter sosyal düzenlerini meşrulaştırmak adına hedef aldıklarını belirtmek önemlidir. Bu ülkedeki temsiliyet ve demokratik katılım hakkını da düşürmektedir.
Örneğin bugün hala Türkiye’de açık kimlikli eşcinsel bir bürokrat, politikacı görememek dahi büyük bir sorun. İnsanların kendilerini bastırmak zorunda hissetmesi büyük bir sorun. Bu toplumsal tabuya karşı mücadele etmek ve bireylerin hem dini hem de cinsel olarak kimliklerini ve aidiyetlerini sorgulayarak daha özgür ve mutlu yaşamlar inşa etmelerine katkıda bulunmak, ülkeyle duygusal bağlılıklarını ve başka insanlara/kimliklere olan saygının artmasını da sağlayabilir. Ayrıca son yaşanan siyasi olaylardan da görülmüştür ki bastırılan eşcinseller, çeşitli gizli servisler ya da topluluklar tarafından hedef alınarak kimlikleri onlara karşı bir şantaj malzemesine dönüşebilir. Bu açıkça insan haklarına aykırıdır. İnsanların kendileriyle barışık yaşamlar sürmesinin önemi buradadır.
Sayın Kılıçdaroğlu, Akşener, Kılıçgün Uçar ve Baş’ın bu konuda mecliste mücadele vermeleri gerektiğini istediğimi ve eşcinsellerin de çıkıp kendi kimliklerini savunmaları, eşit bir yaşam inşa etme mücadelesinin neden önemli olduğunu anlatmaları gerektiğini belirterek bir farkındalık yaratmanın mümkün olabileceğini düşünüyorum.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, siyaset