28/02/2011 | Yazar: Emre Korlu

Biri bana yardım etsin lütfen! Bildiğim tüm duaları yarıladım

Biri bana yardım etsin lütfen!
Bildiğim tüm duaları yarıladım
ama hayat; bana mısın demiyor.
 
Ben daha çocukken ablamla gölge oyunu oynardık; duvara yansıyan eller büyür büyür ve kocaman olurdu. O vakitler bu oyun korkutmazdı beni çünkü ablam tüm zarafetiyle yanımda uyur ve başımı göğsüne yaslardı. Gölge oyunları her çocuğun ilgisini çekerdi. Bizler büyüdükçe gölgeler de küçüldü hâliyle. Pipimize dokunmaya korkarken, elimizden tutan büyüklerimizle pavyon yollarına düştük. Mektebe başlayınca, hayat mektebini de ezberlemek farzmış gibi farklı farklı kadınların yatağından kalkmayı erkeklik bildik.

***

Müzeyyen?..
 
Balkondan aşağıya sarkan o kadın; yaşı 35 kaşı alınmış, bir elinde cımbızı, bir elinde aynası... İstanbul’u gözleri kapalı dinleyenlerden değil o, yalnızca Nükhet Duru söylüyor; o dans ediyor. Zamanında ablasının gölge oyunlarına şen kahkahalar atan çocuk, gözlerinden silinip gitmiş artık. Adı Müzeyyen, yaşı 35...
 
Kimliğinde yazılı olan başka, adı başka; Müzeyyen'in...
Taksim'in tanınan simalarından, etekleri hep diz altı, kışları uzun palto giyiyor üzerine, saçlarını taramaya üşeniyor Müzeyyen. Emekli bir öğretmenin dört çocuğundan biri; annesi Manisa'nın bir köyünde adı duyulmuş, deli Nazmiye'nin en küçük kızı. Aileden hiç kimse meşhur olamamış; İstanbul kavgasıyla geldikleri bu koca şehirde tutunacak tek dalları kiralık bir ev; o da amcaoğluna ait, yani anlayacağınız Müzeyyen'in babası üç kız babası, dördüncüsü oğlan çocuğu...
Umutlar Müzeyyen'e bağlanmış 'Okuyacak bu çocuk; kocaman bir erkek olacak, çalışacak, eve bakacak' Amca oğlu tuttuğu gibi ensesinden sümüklerine hakim olamayan o çocuğu, pavyondan pavyona sürüklemiş.İlk önce erkekliğini ispatlamalıymış gibi davranmışlar ona.O da gerçekle yüz yüze gelinceye kadar 'Erkeğim' diye dolanmış ortalıkta.
 
***
 
Müzeyyen'in asıl hikayesi 21 Kasım 1982 yılında başlamış. Annesinin mahalle pazarından ucuza alıp eve getirdiği saten, ipek, gabardin ve etamin kumaşları elbiseymiş gibi üzerine tutup, bir kadın edasıyla parmak uçlarında yürüdüğünde...
İçindeki kadını dışarı çıkarmak isterken aile bireylerine yakalanma korkusuyla hareketlerine hep çeki düzen verme telaşı yaşamış.
Sıradan bir hayat öyküsü olmayanlardan biri Müzeyyen. Taksim’in Şehir Muhtar mahallesine nasıl geldiğini, oradaki bir apartmanın beşinci katına nasıl yerleştiğini bile anımsamıyor. Omuzlarının üzerinden sarkan sarıya dönük saçları kafa derisinin izbe yerlerini görmemizi engellese de 'Adamlar para istediğimde canımı yakıyorlar' diyor; tek bir cümle her şeyi anlatıyor aslında, Müzeyyen acı çekiyor.
 
Evin mutfağına doğru ilerlediğimde eski fotoğrafları görüyorum; yani o gölge oyunlardan kalma günlerden arta kalanlar... Yanındaki esmer; zayıfça kızın kim olduğunu soruyorum 'Ablam' diyor; sonra sorduğuma pişman olup, onu üzdüğüm için, bir süre yüzüne bakamıyorum. Kırmızı ojeli tırnakları gözlerimin önünde parıldıyor; bembeyaz pamuk gibi elleriyle, çenemden yavaşça tutuyor ve 'Üzülme' diyor.
 
***
 
Ablasına kendini kadın hissettiğini söylediğinde gölge oyunları çok uzaklarda kalmış zaten. Ablası 'Senin gibi kardeş olmaz olsun' demiş ve bir daha ağzını bıçak açmamış. 'Herkes riyakâr ve çıkarcı onun beni anlayan tek kişi olacağını umut etmiştim ' bu sözler Müzeyyen'in dudaklarından dökülürken ağladığını görüyorum. Akabinde anlıyorum insan ne kadar ötekileştirilirse ötekileştirilsin, ortak olan şeylerden biri 'gözyaşı' her şeyi elimizden alacağını düşünen insanlar yanılıyorlar, hala 'Ağlama Hakkımız' var ve onu kullanabiliyoruz.
En son ne zaman gülümsediğini hatırlamıyor Müzeyyen. Yani o kadar eskilere dayanıyor gülümseyen o çocuğun şekerden evleri...
 
***
 
Babasının ölüm tehditlerinden bahsettiği bir dilekçeden söz ediyor; Cumhuriyet savcılığına bu konuda şikayette bulunduğunu ve gerekenin yapılmadığını söylüyor. 'Yetkililer bu konunun üzerinde pek durmuyorlar bu ülkedeki büyükler seni önemsemiyorlar; ölümse ölüm işte hepsi bu' bunları söyleyen Müzeyyen’i son görüşüm olduğunu bilecek olsam 'Bunu ben yaptım; elmalı kurabiye, yemeden bırakmam' dediğinde ona sıkıca sarılmaktan ziyade, keşke o akşamı onun evinde çıkarsaymışım diyorum.
Dergiye yetişmesi gereken bir yazı dizisi ve hayatın koşuşturmacası içinde Müzeyyen'i unutuyorum. Oysa Müzeyyen o apartmanın beşinci katında kendi dünyasında, kendi acılarını yaşıyor; bana çok yabancıymış gibi gelen ama aslında içinde olduğum acıları...
 
***
 
Kötü haber yine her zamanki gibi tez duyuluyor. Bir transseksüelin Zülfaris Sinagogu'nun önünde ölü bulunduğu kulaktan kulağa yayılıyor. Kadının sırtından vurulduğunu ve kurşunun göğüs kafesinden çıktığını söylüyorlar. Bir ölüm ne de kolay anlatılıyor. O gün kendimi o koşuşturmaca’nın ortasında buluyorum; haber hemen hazırlanmalı internete verilmeli ve herkes Müzeyyen'in acı sonunu okumalı. Acı sonlara alışkın bir toplum için bir transseksüelin haberi büyük yankı uyandırmayacaktır. Derneklere, sivil toplum örgütlerine haber verilmeli... Herkes bu kargaşanın içinde yapılması gerekenleri yapma peşindeyken, sağımdan ve solumdan arkadaşlar geçiyor; kendi kendime mırıldanıyorum:
'Müzeyyen öldürülmüş haberiniz var mı? Ya da biz tanırdık Müzeyyen’i, siz tanır mıydınız?'
 

Etiketler: yaşam
nefret