07/08/2009 | Yazar: Aqtunç Ceviz

Şiddet ve ayrımcılık: Kaos GL’nin sayfasını her tıkladığımızda karşılaştığımız haberlerin başlıca temaları.

Şiddet ve ayrımcılık: Kaos GL’nin sayfasını her tıkladığımızda karşılaştığımız haberlerin başlıca temaları. Biz bu haberleri daha fazla insana ve kuruma duyurup bunun bir insan hakları mücadelesi olduğunu anlatmaya çalışaduralım, insan haklarını ‘güvence’ altına almakla mükellef iktidar sahipleriyse toplumun ‘ahlak’ ve ‘huzur’unu bozacağı gerekçesiyle duyurmaya çalıştığımız sesleri kısmaya çalışsın...
 
Örnekse, son olarak T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun Minima Yayıncılık tarafından yayımlanan ve Anıl Alacaoğlu tarafından yazılan "Üçüncü Sınıf Kadın" adlı kitabını ‘18 yaşından küçüklere zararlıdır’ ibaresi ile satışına karar verip ve reklamının yapılmasını yasaklaması.
 
Konuyla ilgili kurul raporunu merakla okumaya koyulduğumda, beylik heteroseksist tanımların, bu sefer ‘Türk aile yapısı’ gibi kapsayıcı tariflerden biraz daha özele, çocuklara uydurulduğunu gördüm. Nitekim Lambdaistanbul’un ve diğer LGBTT derneklerinin kapatılma istemli davaları düşmüş ve ‘yoldan sapmış’ olan genç kesim için artık iş işten geçmişti. Bundan sonrası için yapılması gerekense geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın ‘doğru’ yetiştirilmesi, onların doğru modelleri örnek almaları için bu tip yayınlardan uzak kalmalarının sağlanmasıydı.
 
Rapordan örnek vermek gerekirse: ‘..Erken çocukluk döneminde karşılanmamış duygusal ihtiyaçlar ile aile içi yaşanan sorunlar ve yaşadığı travma sonrası gelişen bir kimlik arayışında olan romanın kahramanı İlker'in duygularını bedenine giydiremediği hayatını anlatan Üçüncü Sınıf Kadın romanında görüldüğü gibi çocuklara yanlış, sapık, eşcinsel ilişkinin normal bir cinsellik şeklinde anlatılması küçüklerin gelecekteki yaşamlarında olumsuz bir etkisinin olacağı aşikar olup, böyle sağlıksız bir modelin etkisi altında kalacağı kuşkusuzdur...’ Bu cümlelerde, arzuları yanlış ve sapıkça olarak tanımlanan roman kahramanı İlker’in transeksüelliğinin adı dahi konmadan, varoluşu travmalara dayandırılıyor ve bu ‘vahim’ durumun çocukların psikolojisini bozacağı söyleniyor.
 
Bizler biliyoruz ki, çocuklar kurulu cinsiyet ikiliğine ayak uydurmaları, cinsel arzularına heteroseksüel sınırlar çekmeleri gerektiğini büyüdükçe, daha doğrusu iktidarın belirli zümrelerde toplanmasını sağlayan toplum yapısına dâhil oldukça öğreniyorlar. Onların bu yapıya karşı geliştireceği sorgulayıcı tutumların hemen hepsi onların ‘psikolojilerini bozacağı’ bahanesiyle savuşturuluyor: kâh bir transeksüelin varoluşunu anlatan bir romanı okumaları, kâh bir Kürt çocuğun başına indirilen dipçik darbelerinin haberini izlemesi, geleceklerini karartacak diye onlardan gizleniyor. Peki ya sonradan adları Kürt, transeksüel, Çingene, lezbiyen olarak konan çocukların psikolojilerine ne oluyor? Yarın bir gün beyaz Türk, Amerikalı, İngiliz vs. olacak çocuklar halim selim büyüsünler, sağlıklı psikolojilere sahip olsunlar diye örtbas edilen gerçeklerin yokluğunda yolunu bulmaya çalışan bu çocuklar aslında travmalara hazırlıklı olarak itilmiyor mu? 
 
Ursula K. Le Guin’in ‘omelas’ı terk edip gidenler/the ones who walk away from omelas’ adlı öyküsündeki temel soruyu yinelemek istiyorum: huzurunu, kurban ettiğimiz çocuklara borçlu olduğumuz bu toplum düzeninde yaşamaya devam mı edeceğiz, yoksa bu düzeni terk edip başka bir yaşam şekli için yola mı çıkacağız?


Etiketler: insan hakları
İstihdam