09/05/2011 | Yazar: Emre Korlu

12 Eylül 1980, Genelkurmay başkanı Kenan Evren televizyon ekranından darbe açıklamasında bulunuyor. Yüzüne bakmadan yalnızca sesini dinliyorum.

12 Eylül 1980, Genelkurmay başkanı Kenan Evren televizyon ekranından darbe açıklamasında bulunuyor. Yüzüne bakmadan yalnızca sesini dinliyorum. 27 Mayıs 1960'da ve 12 Mart 1971'de olduğu gibi ölüm hiç kimse için erken sayılmıyor.
O gün ve darbe devam ettiği sürece, görevinden alınacak olan 3 bin 854 öğretmenden biri olacağıma emin bir vaziyette oturuyorum.

Namık, benim ipek gömleğim.
Mutfaktan oturma odamıza girerken sesindeki titremeye hakim olamayıp başını dizlerime yaslıyor. 'İlk önce beni alacaklar.'
'İkimizi' diyorum.
Bunu söylerken gayet güçlü ve dirayetliyim.
Namık, bir gazeteci. Düşünceleri yüzünden öldürülecek olan adamlarla aynı işi yapıyor. 'Yazıyor'
ve bu işkence görüp öldürülmesi için en büyük neden.
Aşkımız darbe öncesine dayanan bir arkadaşlıktan doğan yıldırım çarpması. Kadınsı davranışlar sergilemediğimiz için çevrenin yanlış bildiği tezi çürütme gayretindeyiz.

12 Eylül'den sonraki tarihlerde TRT'den duyduğumuz haberlerle yetinmek zorundayız. Gazeteler yayın yapamıyor. Tamamen abluka altındayız. Sokağa çıkma yasağına karşı çıkanlar alıp götürülüyor. Dışarıdan yükselen bir kadın sesi Namık'ı ağlatmaya yetiyor. Kadın çocuğu için süt alacağını söylüyor fakat asker buna izin vermiyor. 'Darbe diyorum sana, darbe oldu hiçbir yere gidemezsin anlamıyor musun?'
Kadın anlamıyor, nasıl anlasın bebeği aç ve ağlıyor.

O gün 9 Ekim 1980...
Necdet Adalı idam ediliyor ve bu genç adam darbenin ipe götürdüğü ilk kişi oluyor.
Biz sıramızı bekliyoruz.
Yılmaz Güney ile ilgili resimleri, film afişlerini ve düşüncelerimize delil gösterilebilecek olan  her türlü belgeyi duvar kağıdımızın altına saklıyoruz. Bu bir direniş, bizi alıp götüreceklerini bilebile sağ kalmak için umut ediyoruz.
***
Namık gülümsüyor, ben gülümsüyorum. Namık üşüyor, ben onu ısıtıyorum. Dışarıda kurşunlar atılıyor, çatışmalar çıkıyor biz sevişiyoruz. Namık  işgalin ortasında bir üzüm dalı. Namık soyağacım; tek ailem, tek akrabam...
Dışarıda sakıncalı bulundukları gerekçesiyle darbe öncesi izlediğimiz filmlerin pek çoğu yasaklanıyor. İzleyemediklerimiz artık bir isim sadece. İnsanlar sakıncalı olduğu için işlerinden atılıyorlar. Açlık ve sefalet artık bir başka ölüm nedeni.


Namık kuyruklarda tüp bekliyor, ben ekmek almak için bir başka kuyrukta...
Namık bir kurşuna hedef olacak diye korkuyorum, tam o esnada sağ kolumun yakınından bir başka kurşun geçiyor. 10 yaşındaki bir çocuğun ölümüyle yıkılıyor her yan. Simit satan çocuğun bir şakağından giren kurşun, diğerinden çıkıyor.

Namık yanımda olsun diye evde beklemekteyim. 'Tüpe lüzum yok sevgilim hadi gel artık. ' diye küçücük evimizde mutfakla yatak odası arasında volta atmaktayım.
Kapı çalıyor 'Ya beni götürmeye geldiler diyorum ya da Namık geldi' yüzündeki çillerinin bile örtemediği  darbe kurbanı olma korkusuyla bana gülümseyecek...
***

Namık benim ipek gömleğim.
İçeride.
Artık yanı başımda. Yumurta kırıp yiyoruz. Akşama kadar kuyrukta beklemiş iki insan, iki eşcinsel, gözlerimizde aşkla, karnımızı doyurmaktayız.
Sonra sevişmeye başlıyoruz; ben onu boynundan öperken gazeteciler sırayla cezaevine giriyor, derneklerin faaliyetleri durduruluyor, gazete ve dergiler imha edilmeye başlanıyor. Ben onun bedenine dokunurken onlarca kişi işkence görüyor, gazeteciler saldırıya uğruyor, sonradan açıklanacak sonuçlara göre 71 bin kişi TCK'nin 141,142 ve 163 üncü maddelerinden ve binlerce kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılanıyor.

Namık'ın nefes alışverişleri hızlandığı sırada onunla tek bir bedene bürünürken cezaevlerinde yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş oluyor, insanlar kaçarken vuruluyor, açlık grevinde hayatlarını yitiriyorlardı.
***

Gecenin kör saatlerinde kapımız çalındı. Biz duymadık. Namık uyuyor, rüyalar görüyordu.
 Biz duymadık.
 İçeriye daldılar. Bizi uyandırdılar. Çıplaktık, giysilerimizi giyerken cop yedik. Kafamıza ve belimize vuruyorlardı. Namık'ın gözleri bende, benim gözlerim Namık'ın üzerinde...
Bir asker, 'İbneler!' diye durmadan bağırıyordu.
Mesleğimizi dudak ucuyla sordular. Önemli değildi zaten, ya öldürülecek ya da sakat kalacaktık. En iyi ihtimal tutuklu kalmaktı. O zaman Namık'ın yaşadığını bilerek yıllarca hapse katlanılabilirdi.
Ben 'Öğretmenim' dedim. Namık titreyen sesiyle 'Ben gazeteciyim 'diye sayıkladı.

İnsanlar gördüm. İşkence gören, kadınları ve erkekleri...
Yorgundular.
Biz dayak yerken o askerlerin tabiriyle 'İbne' olduğumuzu biliyorlardı.

Neden hayatta kaldığımı bilmiyorum. Namık'ı gazeteci olduğu için öldürdüklerini söylediler. Kayıtlara “ülkeyi bölmek isteyen bir haindi” diye geçti.  Çalıştığı gazete kapatılanlar arasındaydı. O da tıpkı yüzlercesi gibi kuşkulu bir şekilde öldü.

Ben yargılandım, işkence gördüm ve yıllar sonra bugün; darbede ipek gömleğini kaybetmiş, varını yoğunu yitirmiş olan  bir öğretmenim.
  
Hikayedeki; 12 Eylül darbesine ilişkin bilgilerde, 12 Eylül 2000 Cumhuriyet gazetesinden yararlanılmıştır.


Etiketler: yaşam
İstihdam