18/12/2014 | Yazar: Onur Caymaz

Tüm İstanbul, koca bir otel olacak. Narmanlı Han, son kale!

Mezar taşı okuma delisi devlet büyüklerimiz, şimdi tüm tarihi mezarlığa çeviriyor. Emek Sineması, İnci Pastanesi, Tarlabaşı, Pera’nın eski evleri bitti hep. Tüm İstanbul, koca bir otel olacak. Şehrin Huzur’u kaçtı çoktan. Bundan sonra verilecek her kayıp, sona yaklaşırken atılan büyük adımlar olacak. Narmanlı Han, son kale!
 
Ağaç bütün / ışık bütün / meyve bütün / benim dünyam paramparça, demiş Bedri Rahmi. Cidden de öyle! Narmanlı Han’ın parça parça yok edilişi de Rahmi’nin bu harika handaki atölyesine, doksanların ortasına dek tarihlenebilir. Eyüboğlu’nun hanın girişinde, hemen sağdaki atölyesinin kapısında iki mozaik varmış; balık figürleri. Gidip şimdi baksak, belki duvardaki izi duruyordur; kendisi yok fakat. Zaman da bir hırsızdır ama bu hırsız başka, önce o mozaikleri çalmışlar. Kim bilir üstadın Unkapanı’nda, İMÇ avlusundaki kebapçı dükkânın yan duvarını süsleyen, maviye boğulmuş mozaikleri ne halde? Geçelim. İşte o balık terk etmiş önce Narmanlı Han ya da Narmanlı Yurdu’nu...
 
Narmanlı’dan söz edilecekse Jamanak’ı anmadan olmaz. Ermenice zaman demek Jamanak. Öteki Zaman Gazetesi ile ilgisi yok, bu normal gazete. Üstelik çok da eski; 28 Ekim 1908 tarihinden beri yayımlanıyor. Tirajı ilk dönemlerde 15.000, şimdilerde 2.000. Pazarları hariç her gün, öğleden sonra, dört sayfa olarak çıkıyor. Türk basın tarihinde promosyon yapan ilk gazete. Öyle tas, tabak, tava falan da değil, piyano vermişler... Narmanlı Han’ın kedilerine uzun zaman Jamanak çalışanları bakmış. Sonra her biri, Bedri Rahmi’nin mozaikleri gibi terk etmiş bu güzelim yapıyı. Herkes yavaşça çekilmekte.
 
Doksanlarda, ayrıca plakçı ve sahaf Deniz Pınar var Narmanlı Yurdu’nda; Namık Denizhan’ın heykel atölyesi var. Sonra bahçedeki kafesi anımsıyorum, içinde keklikler (gençtim, Sait Faik’i çok seviyordum, okuldan kaçıp bira içtikten sonra Beyoğlu’na, bu avluya giderdim), bir halı tamircisi (Edip Cansever’in Adam Yayınları basımı o turuncu kapaklı toplu şiirler cildinden kaçmıştı sanki) ve kediler... Avludaki bahçede, güneşte yalanıp duran arsızlar. Ufaktan akasyalar, mor salkımlar sonra. Beyoğlu’nun ortasında çiçekler ve keklikler olduğunu hayal bile edemeyecek yeni kuşaklar! Bunlar da tek tek çekilip gitti Narmanlı’dan.
 
Bugün sağdan sola herkesin en sevdiği yazın adamlarından Tanpınar. Ben de bayılırım Huzur’a. Peki yazar bu güzelim kitabı nerede yazmış? Narmanlı’da. Huzur yabancı dillerde yayımlanınca seviniyoruz gelgelelim romana ait müzemiz bile yok. Tanpınar’ın handaki odasında, yataktan mutfağına dek kitapla doluymuş her yer... Pek temiz de değilmiş. Gelen giden öğrenciler, asistanlar, dostlarla dolar taşarmış... Hanın bahçesini severmiş üstat; bir de Pera Palas’ın sahibi Misbah Muayyeş’in (ki Mustafa Kemal’e Suriye Cephesi’nde çok yardım eden, Beyrutlu zengin bir Süryani, kimsesiz, yalnız bir adamdır; 1954 yılında, 15 yaşını geçmiş, 19 kiloluk kedisi ölünce tümden odasına kapanıp kafasını duvara vura vura öldürmüştür kendisini) bu bahçeye bakan antika dükkânını.
 
Sonra genç Edip Cansever ilk şiirlerini bu odada göstermiş Tanpınar’a. “Bunlar güzel ama şiir değil demiş” yazar; sinirlenerek ışıklı Beyoğlu’na yürümüş caz seven Cansever. Türkçedeki ilk Kara Kitap’ın yazarı Suat Derviş’in de son günlerindeki eviymiş mekân... Zamanında havuz varmış bahçesinde, içindeki rengârenk balıkları seyretmeye gelirmiş insanlar... Şimdi insansız, anısız duruyor. Duruyor öyle, fakat çekilip gitmiş hayatımızdan. Hiçbirinin, hiçbir şeyin izi yok. Yetim gibiyiz. Öksüz... Ne bir ses, ne gölge, ne iz.
 
Sonra ajanlar var sırada. Ajan hanıdır Narmanlı. Beyoğlu’nda iki büyük yangın biliyoruz. İlki 1831, ikincisi de 1870. Han, bu ikincisinden sonra yapılır. Birkaç zaman sonra da Rus Devrimi gelip çatar. Devrimden kaçanların uğrak yeridir; hatta Nabokov da İngiltere’ye kaçarken İstanbul’da bir gece kalmış. Nerede gecelemiştir acaba. Belki de burada, kim bilir? Narmanlı Yurdu’nun bir misafiri de Troçki’dir... Yoldaş buralara dek gelir de Rus ajanları gelemez mi? Onlar gelirse ya bizimkiler! Bizimkiler de düşer Narmanlı’ya...
 
Hanın bilinen en meşhur sahipleri tüccar Narmanlı kardeşlerdir doğal olarak. Para, mal düşkünü olmadıkları için odaları düşük fiyata, sanatçılara kiraya verirler. 2001’de Yapı Kredi Koray İnşaat, şimdi de Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen’de yapının tapusu. 57 milyon dolara satın alınmış, ne çok para değil mi? Gölgeler, ağaçların şarkısı, kafesteki keklikler, avludaki ışık, turuncu kapaklı şiir kitabı nedir ki o paranın yanında... Cansever’in şiirleri, Eyüboğlu’nun mozaikleri kim umursar artık İstanbul’da. 57 milyon doların yanında bunlar ne! Sonra iyi taktiktir; içinden bunca şey çekilip alınınca, bina “insansız bölge” ilan edilir. İnsansız. Ne acı deyim! Mimari insandır oysa. İnsanın el çektiği mimariden hayat da çekilir. Bütün Beyoğlu’na yapılmak istenen de budur. Orayı insansız kılmak... Tüm rengi kaçtıktan sonra oraya gideceklere insan diyorsanız onu da siz bilirsiniz.
 
Geçtiğimiz nisan ayında, hanın zengin sahipleri, buranın aslına uygun restore edileceğini ve yıkılmayacağını söylemiş. Aslına uygun restore edildiğinde, yani bir kez olsun bozulduğunda aslına uygun olmaz işte. Sorun orada. Ama adamlar para harcamış, kâr etmek zorunda. Tanpınar’ın Huzur’u, Bedri, akasya; kimin umurunda. Geçenlerde hanın ön yüzüne şantiye duvarı için konstrüksiyon yaptırıldı. Ardından Apple, tüm binayı kaplayan akıllı telefon reklamını döşedi Pera’nın bağrına... Tepki gelince geri adım attı akıllı telefon yapan akıllı adamlar!
 
Mezar taşı okuma delisi devlet büyüklerimiz, şimdi tüm tarihi mezarlığa çeviriyor. Emek Sineması, İnci Pastanesi, Tarlabaşı, Pera’nın eski evleri bitti hep. Tüm İstanbul, koca bir otel olacak. Şehrin Huzur’u kaçtı çoktan. Bundan sonra verilecek her kayıp, sona yaklaşırken atılan büyük adımlar olacak. Narmanlı Han, son kale! (Birgün Pazar)

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret