28/07/2015 | Yazar: Ayşe Düzkan

kimse, bir zamanlar sevmiş de olsa, kendi isteğiyle birlikte olmuş da olsa, bir erkekten kurtulmak için bedel ödememeli, kimse bir erkekten kurtulmak için ölmemeli ve onu öldürmek zorunda kalmamalı.

valerie solanas, andy warhol’u öldürme amacıyla vurup, başarılı olamayıp yargılandığında onu mahkemede feminist bir avukat, florynce kennedy savunmuştu, solanas’ı destekleyenler arasında ti-grace atkinson gibi başka feministler de vardı.

solanas, bu saldırıyı yaptığında kendisini feminist olarak tanımlamıyordu, büyük ihtimalle ömrü boyunca bu kimliği hiç benimsemedi. andy warhol’la arasında cinsel/romantik bir ilişki söz konusu değildi, olay cereyan ettiğinde akıl sağlığının yerinde olmaması kuvvetle muhtemel.

dönemin abd’li feministleri solanas’ı “kendilerinden” olduğu için ya da feminizmin “alanı” sayılan özel alanda mağdur olduğu için desteklemedi. bu kadınlar şunun farkındaydı: oğlanlarla kızlar farklı biçimlerde büyütülüyorlar, bunun tabiatla değil gelecekteki kadınlık ve erkeklik rollerine hazırlanmakla ilgisi var. daha sonra onları sarmalayan toplumsal yapı kadınların elini kolunu bağlarken erkekleri daha da şiddete meyyal bir hale getiriyor. aralarındaki baskı ve sömürü ilişkisinin de dahil olduğu bu şartlar altında bir kadın bir erkeği öldürecek noktaya geliyorsa, sebepleri mutlaka toplumsaldır ve toplumsal olan her şey, politik müdahalenin konusudur. (aslında bütün cinayetler, fazla sık kullanılıp anlamı boşaltılmış o terimle, “son tahlilde” toplumsal sebeplere dayanır ama bu ayrı bir konu.)

o yüzden valerie solanas’ın, yazdığı oyununun tek kopyasını kaybeden andy warhol’u, “hayatımın üzerinde çok fazla denetimi vardı,” diyerek öldürmeye kalkması da, yine son tahlilde politik bir eylemdir. nevin yıldırım, akrabası nurettin gider’i öldürüp kafasını keserek köy kahvesinin önüne attığında, çoğumuzun aklına bilgi ve bilinçle değil öfke ve isyanla hareket eden eşkıyayı getirdi. o günün üstünden üç yıl, bir gezi geçti, nevin’in adı bayrağımızda, tarihimizde yerini aldı.

nevin ne kadar ve nasıl ki eşkıyaysa, gizem de öyle gerilla bence. nevin’in sesi, sözü yoktu, eylemiyle konuştu o. ama çilem, “hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün,” diyerek konuyla ilgili en politik tahlillerden birini yaptı. bir eylemin siyasal sayılması için örgütlü olması gerekmiyor. çilem de, nevin de, kendilerine eziyet eden erkekleri öldüren diğer kadınlar da siyasal cinayetler işledi. onların eziyet görmesine sebep olan bu toplumsal yapı ve onları ölmemek için katil olmak zorunda bırakan da bu hukuksal düzen.

din kalpazanları aksini sağlamak için çırpınsa da, bugün türkiye’de kadınlara yönelik şiddet meşruiyetini büyük ölçüde kaybediyor. ama o kalpazanların ve laik erkek-egemen ideolojinin etkisi altında da geniş bir kesim var.

öte yandan, hepsi değilse bile birçok kadın kendi hayatıyla ilgili tercihlerini yapacak ekonomik, toplumsal, psikolojik güce ulaştı. erkekler, kadınları tarih boyunca olduğu gibi, bütün ihtiyaçlarını karşılayacak köleler olarak görmek istiyor ve buna itiraz edecek güce ulaşmış olmalarını kabul edemiyor. akıllarına cinayeti getiren bu, kolaylıkla cinayet işlemelerinin sebebiyse başta hukuksal mekanizmalar olmak üzere devletten gördükleri hoşgörü.

toplumun ve hukukun korumadığı kadınlar, canları kurtarmak için silaha sarılıyor. bugün, her zamankinden daha açık bir biçimde görüyoruz, kadınların katil olmasının sebebi erkeklerin işlediği kadın cinayetleri.

kimse, bir zamanlar sevmiş de olsa, kendi isteğiyle birlikte olmuş da olsa, bir erkekten kurtulmak için bedel ödememeli, kimse bir erkekten kurtulmak için ölmemeli ve onu öldürmek zorunda kalmamalı.

nevin’in, çilem’in ve adlarını anmadığımız onlarca kadının eylemlerinin siyasi olduğuna şüphe yok. ama feminizmin siyasi eyleminin bu olduğunu söylemek ne derece doğru? baskı ve şiddetin faillerine ve müsebbiplerine yönelik siyasal şiddet, elbette ki her siyasal mücadelenin vazgeçilmez araçlarından biri. ama siyasal şiddetin siyasal mücadelenin en gelişmiş, en rafineleşmiş, en iyi biçimi olduğu fikrini, toplumun zerk ettiği öfke ve yaşlarının verdiği enerjiyle ne yapacaklarını bilmeyen ergen erkeklere bırakabiliriz bence. birçok kadının kalbinde yanan o haklı öfke, “erkekleri keseceğiz,” deme ihtiyacı, hareketimizin ve devrimimizin önemli bir gücü ama eylemimizin ta kendisi değil.

erkek doğrama cemiyeti manifestosu, solanas’ın doğup büyüdüğü ama mutlu olamadığı, onu tükürüp atan abd toplumunun, gözlem, zekâ ve mizah yüklü bir eleştirisi. scum manifesto valerie solanas’ın pratiğinin teorisi değil, bir kadını katil eden koşulları ele alıyor.

feministler kadınlara yönelik şiddetin ve özellikle son yıllarda artan kadın cinayetlerinin sadece takipçisi olmakla kalmadı, bu konudaki eylem ve siyasetleriyle toplumun geniş bir kesiminin durumun farkında olmasını ve tepki vermesini sağladı. artık bir adım daha ileri gitmek gerekiyor bence.

kadınlara yönelik cinayetlerine karşı çıkmak için feminist olmak gerekmiyor, kadın cinayetlerini engellemek feministlerin görevi değil, bu bütün toplumun meselesi. ama bunun nasıl yapılacağını ancak ve en iyi feministler formüle edebilir. bunun için alınması gereken önlemleri ortaya çıkartmak ne kadın/aile bakanlıklarının ne de –kadınlar açısından epeyce tazelenmiş bile olsa- meclisin işi olamaz. onlar ancak bu önlemlerin bir kısmının hayata geçirilmesini sağlayabilirler.

kadın cinayetlerini engellemek için bence önümüzde birbiriyle bağlantılı olsa da üç farklı mücadele alanı var: birincisi, kadınların ekonomik, toplumsal ve psikolojik anlamda güçlendirilmesi. ikincisi, erkeklere cesaret veren yasal mekanizmaların –kovuşturma süreçleri de dahil olmak üzere- değiştirilmesi, üçüncüsü de kadın düşmanı ideolojik saldırıya karşılık vermek.

o yüzden bence bugün ölen, öldüren kadınlara destek vermenin en acil yolu, başka ülkelerin deneyimlerinden de yararlanarak, bu üç alanı ve benim akıl edemediğim ama ortak ve örgütlü bir akıl yürütmeyle mutlaka zenginleştirilebilecek daha geniş alanlarda yapılması gerekenleri bir araya getiren bir ulusal eylem planı ortaya koymak. (*) o plan dahilinde herkes üzerine düşeni yapabilir, yapmayandan da hesabı sorulabilir.

çünkü her kadın özgür, huzurlu, kendi tercihlerini yapabileceği mutlu bir hayata layık. ve bu feminizm tam da bu hayatın nasıl olacağını ve ona nasıl ulaşılacağını aramanın, bulmanın yolu.

(*) esen özdemir arkadaşımızın yakın zamandaki yazısı http://www.5harfliler.com/yeni-tbmm-yeni-baslangiclar-kadina-siddet-konusunda-ne-yapmali/ bu konuda önemli veriler içeriyor.

*Bu yazı ilk olarak sanatfilan.com sitesinde yayınlanmıştır.


Etiketler: kadın
nefret