08/07/2009 | Yazar: Seçin Tuncel

(Neden) ‘AçYüzünü’ ?   2

(Neden) ‘AçYüzünü’ ?
 
2007’de gerçekleşen 2. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’da karşılaştık ilk kez, ‘Kadınları Seven Kadınlar’ın açtıkları yüzleriyle. Nevruz Ebru Aksu’nun Kaos GL işbirliği ile ortaya çıkardığı ‘Aç Yüzünü’ sergisi’nin yüzleri konuşuyordu da; fotoğraflara bakan herkes, hem görüyor hem de duyuyordu.. ve belki de kendini buluyordu..
Peki onlar nasıl olmuştu da bu sergide bulmuştu kendilerini, nasıl buluşmuştu, neden bu çalışmanın bir parçası olmuştu? İki sene sonra, Yeşim Başaran, Hasbiye Günaçtı ve Sinem Sinan Göknur sorularımıza yanıt oldu.
 
‘Aç Yüzünü - Kadınları Seven Kadınlar" fotoğraf sergisine katılmaya nasıl karar verdin? Bu süreçten biraz bahsedebilir misin?
 
Yeşim: Nevruz'la sergiden öncesinden tanışıyoruz. Bu çalışmayı yapmak istediğinden hep bahsederdi. Ne zaman ki harekete geçti, ben de kamerasının karşısına geçtim.
HasbiyeNevruz aradı. Fotoğraf çekmek istediğini ve çekilen fotoğrafın homofobi haftasında sergileneceğini söyledi. Ben de "peki" dedim. Uykusuz bir yaz sabahıma geldi, zor koşullarda çekti (güneşe bakamıyordum). Resimdekinden daha güzelim.
Sinan: Bu proje başladığında İstanbul'da yaşıyor ve Lambdaistanbul'da gönüllü olarak çalışıyordum. Kadından erkeğe trans olduğum için Lambda ile ilişkilenmem daha ziyade trans komisyonu üzerinden gelişiyordu ki Lambda'lı kadınlar beni toplantılarına davet edip, bu toplantıların kendini kadın olarak tanımlayan veya kadınlık deneyimine sahip herkese açık olduğunu söylediler. Bence bu çok önemli ve değerli bir yaklaşım. Türkiye'deki eşcinsel kadınların ve tanıdığım feminist çoğunluğun transları aralarına dahil etme konusunda Avrupa ve Kuzey Amerika'ya oranla çok daha açık ve içten olduklarını düşünüyorum.
Nevruz projeden bahsettiğinde eşcinsel kadın görünürlüğünün ne kadar az olduğunu bilen ve yakınan insanlar olarak hepimiz çok heyecanlandık. Ben kadından erkeğe translığın kadın maskülenliği ile çok iç içe geçebildiğini düşünmekle beraber kendimi kadın olarak tanımlamadığım için projeye dışarıdan destek vermeyi düşünüyordum. Nevruz projede trans erkek görünürlüğü olmasının insanların LGBT kadınlar ve kadın deneyimi olanların çeşitliliğini daha iyi yansıtacağını düşündüğünü söyledi, ben de yer almaya karar verdim.
 
Bu çalışmanın içinde olmak senin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
 
Yeşim: Kadın görünmezliği nedeniyle bu çalışmaların her birinin çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir kaç yıl öncesine kıyaslarsak şu an LGBT hareketine kadın katılımında gözle görünür bir artış var. Bu artış tamamen kadınların yürüttükleri siyasete ve yaptıkları çalışmalara bağlı. Yıllarca "bizim gibi hisseden, bizimle benzer sorunlar yaşayan diğer kadınlar nerede?" sorusunu sorduk bu hareketteki kadınlar olarak. Çok yalnız kaldık, üzüldük, nefessiz kaldık. Bu sergi gibi çalışmalar tam da bu noktadaki sorunlarımızı aşmamız konusunda bize alan açıyor, güç veriyor. Kendi sorunun çözümü sürecinde rol almak benim için oldukça tatmin edici ve huzur verici. Sorumluluk duyduğunuz bir konuda gösterdiğiniz çabaların yıllar içerisinde bir dönüşüm yarattığını görmek, çok ilham verici.
Hasbiye: Türkiye’de yüzünü kimliğiyle, adıyla gösteren eşcinsel kadınların çok az olduğunu biliyordum. Birimiz görünür olmadan diğerlerimizin görünme yolunun açılmasızının zor olduğunu da biliyorum. Her şeye rağmen görünür olmanın risklerini de biliyorum. Ancak hiçbir şey görünmez olmak kadar ağır ve ezici değil bunu anladım.
Bu çalışmanın içinde yer almak benim için görev gibiydi. Bu politik duruş bütün "yok sayılan" eşcinsel ve biseksüel kadınlar için güç verici olsun isterdim.
Sinan: Zaten dışarıdan destek vermeye gönül indirmiş olduğum bir projenin içinde bilfiil yer almış olmaktan memnunum. Türkiye'de eşcinsel kadın olmak ve hatta genel olarak kadının kendi kontrolünde bulunan kadın cinselliği gibi konular, tabu olduğu için çok konuşulamıyor. Konuşulmadıkça varlığımızın inkar edildiği, varlığımız inkar edildikçe de konuşamadığımız bir döngüde yer alıyoruz. Görünürlük arttıkça, diyalog için de zemin oluşur diye düşünüyorum.
 
Serginin Türkiye’de lezbiyen ve biseksüel kadın görünürlüğü konusunda ne gibi bir etki yarattığını/yaratacağını düşünüyorsun?
 
Yeşim: Serginin açıldığı Homofobi Karşıtı Buluşma’ya gelememiştim. Fotoğrafları dergide görmüştüm. Bir sonraki sene Homofobi Karşıtı Buluşma için Ankara'ya gittiğimde Kaos Kültür Merkezi'ne de uğradım ve duvarlarda bu sergiyi gördüğümde, Nevruz'un neden bu çalışmayı yapmayı bu kadar önemsediğini ancak anlayabildim. O ana kadar, elbette ki kadınlarla ilgili her çalışma önemli diye düşünüyordum, sergi hakkında. Fakat duvarlarda sözlerimizle birlikte fotoğraflarımızı görünce hayallerimizin vücut bulup tanıdığımız, tanımadığımız pek çok insana ulaştığını kavrayabildim. Tüm hücrelerimde, bu serginin varlığımıza ses olduğunu hissettim. Kendimi ilk fark ettiğimde yeryüzünde benim gibi hisseden, yani bir kadına âşık olabilen başka bir kadın daha olabileceğini düşünememiştim. Yapayalnız kalacağımı, çok garip biri olduğumu düşünmüştüm. Çünkü toplumun iletişim kanallarında bize dair bilgiye ulaşmak çok kolay değil. Bu nedenle ne kadar çok bilgi üretirsek, deneyimlerimizi ne kadar çok paylaşırsak o kadar iyi olur bence. Sonuçta derneklerimiz bunun için pek çok farklı alanda çalışmalar yapıyorlar. Ancak sanatın gücünü teorik olarak bilsem de, sergiyi duvarda gördüğüm zaman gerçekten anladım. Deneyimlerimizi paylaşmak ve toplumsal dönüşüme olumlu yönden katkı sunmak için sanat hakikaten de çok güçlü bir iletişim yolu.
 
Hasbiye: Bu serginin yarattığı bir etki veya yaratamadığı etkisizlik vardır elbette. Ama bana hiç geri dönüşü olmadı. Bu yıl Lambda’nın yaptığı "Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme" belgeselini izlerken heteroseksüel feminist arkadaşım "Aa bilmiyordum yüzü bilinen bu kadar az LB kadın olduğunu" dedi. Yani fotoğraflara dair ilk defa bir yankı aldım.
 
Sinan: Lezbiyenlik, biseksüellik, translık gibi kavramlara yüz koymak, kimilerine uzak gelen konseptleri belki daha gerçek, daha insancıl, daha elle tutulur bir hale sokup, heteroseksüellik dışında yaşam biçimlerini hayal edemeyenlerin hayal dünyasını genişletmiştir belki, bilemiyorum. Umuyorum.
 
Sana göre, lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların görünürlüğünü arttırmaya yönelik başka hangi çalışmalar yapılabilir?
 
Yeşim: Her alanda çalışmalar yapılabilir. Edebiyat, sinema, söyleşi, broşür, kitap, atölye çalışmaları, piknik, dans, spor, her alanda çalışmalar yapılabilir ve yapılmalı. Fakat eksik kaldığımız bir konu var bence. Diğer şehirleri bilmiyorum ama özellikle İstanbul'da bar çevrelerinden birbirlerine ulaşan lezbiyen arkadaş grupları var. Ve derneklerde çalışan, derneklere destek olan kadınlarla, barlar üzerinden iletişim kuran kadınlar arasında inanılmaz bir kopukluk var. Barlar biliyorsunuz alkolün ve gürültünün olduğu yerler. İnsanın yaşamında ara sıra eğlenmek için gidebileceği yerler elbette ama, varolmak için gidebileceğin başka yerler yoksa, insanlarla tanışabileceğin, arkadaşlıklar, sevgililikler kurabileceğin başka bir yer bulamayınca, çok darlaştırıcı, yalnızlaştırıcı etkileri olduğunu düşünüyorum. Bu belki kişisel bir tercihtir, kişisel bir tecrübedir, bilemiyorum, belki insanlar bu iletişim kanalında bir araya geliyor olmaktan memnundurlar. Ben kendi ihtiyaçlarımın doğrultusunda yorum yapıyorum şu an. Bir barda yüksek müzik dinlerken, sohbet edemezken, sadece görsel olarak o ortamda kadınların olduğunu bilmek, bir yere kadar insanın yalnızlık duygusunu azaltsa da, iletişim kuramadıkça, deneyimlerini, sıkıntılarını paylaşamadıkça, şöyle tebdil-i mekan yapıp farklı farklı ortamlarda, farklı farklı içeriklerde bir araya gelmedikçe, insanın hem kendini üretemeyeceğini, hem de başkalarını tanıyamayacağını, başkalarıyla buluşamayacağını, yaşamını yaşanılır kılmakta zorlanacağını düşünüyorum. Ama bu tamamen benim kişiliğimden kaynaklı bir bakış olabilir. İnsanlar barlardaki iletişim tarzı içerisinde de kendilerini gerçekleştiriyor olabilirler, bir iddiam yok doğrusu :) Ama keşke diyorum, iletişimimiz daha fazla olsa.
Hasbiye: Bana göre artık kendi içimizde dönüp durmayı bırakabilmeliyiz. Görünür kadınların politik, anti-cinsiyetçi duruşları noktasından hareketle, başka kişilere de görünmeleri, ses vermeleri yani muhalif ama hala cinsiyetçi örgütlerle çalışmalar yapmaları gerekiyor. Onlarla seminer söyleşi vs düzenlemeli, hayattan kopmadan, gettolaşmadan, alan açmak adına, farkındalıklar adına bir adım daha atmalı, riske almalıyız. Çünkü onlarca yüzü bilinen LB kadın olması gerçekte heteroseksizmin katı cinsiyetçi yapısında bir benek bile olamayacaktır. LGBT hareketindeki gönüllü aktivistliğimden sonra  feminist harekette de görünürlüğümle yer aldıktan sonra anladım ki daha hızlı değişiyor yargılar ve cinsiyetçi tutum. Örgütlülük çok önemli, ama bu örgütün yüzünün ötekileştirenlere dönük olması, kendi içinde fasit daire-kısır döngü- oluşturmaması gerekiyor.
  
Bir şey daha var ki, LGBT örgütlenmesi  kaçınılmaz salt cinsel yönelim aynılığı üzerinden başladığı için, politik, feminist eşcinsellerin bu örgütlenmede öncülük etmesi-örgütlenmeyi forse etmesi(az olduğumuz için) kolay olamıyor. Ama bilinen ve görünen o ki, az da olsa LGBT örgütlülüklerindeki politik kişiler oldukça başarılılar ve bir çok örgüte göre(görünürlük sorunlarına rağmen) gündelik dayatmalara karşı politika yapıyorlar, eylem üretiyorlar.
 
Sinan: Lambda'lı kadınlar Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme isimli yeni bir film yaptılar. Genel olarak sanatın çok farklı kesimlerini bir araya getirmenin gücüne inanıyorum.

Etiketler: insan hakları, aile
2024