07/02/2011 | Yazar: Murat Köylü
Türkiye’nin, ya da dürüstçe söylemek gerekirse, belirli yasama veya yürütme organları ile sınırlı sayıdaki sivil toplum örgütünün g&
Türkiye’nin, ya da dürüstçe söylemek gerekirse, belirli yasama veya yürütme organları ile sınırlı sayıdaki sivil toplum örgütünün gündeminde önemli bir yasa var: Ayrımcılık ile Mücadele ve Eşitlik Yasası. Bu ortak gündemin güçlü ve belirleyici aktörü ise; tabii ki, ne acı ki, yine devlet.
Ben ise şanslı yurttaşlardanım. Pozitif Yaşam Derneği’ni temsilen TBMM Sivil Toplum Ortak Çalışma Grupları’nın organize ettiği yasa çalıştaylarının İstanbul ayağına katıldım.
Önümüzdeki birkaç yazım bu yasanın henüz taslak aşamasındaki halleri ile ilgili olacak. Bir yurttaş olarak, süreci paylaşmayı görev biliyorum; ki pek az şeyi görev bilmeli insan. Ancak yasa yapma süreçleri, devlete bırakılamayacak kadar yaşamsal önemde. Ayrımcılığın başat simsarının zaten devlet organları olduğunu düşündüğümüzde ise bu önem iyice pekişiyor. Her birimiz, tüm formel, informel gruplar ve yapılar: Yasa tartışmalarına katılalım, kapıdan kovulursak bacadan girelim, sürece müdahil olalım!
Önümüzdeki birkaç yazım bu yasanın henüz taslak aşamasındaki halleri ile ilgili olacak. Bir yurttaş olarak, süreci paylaşmayı görev biliyorum; ki pek az şeyi görev bilmeli insan. Ancak yasa yapma süreçleri, devlete bırakılamayacak kadar yaşamsal önemde. Ayrımcılığın başat simsarının zaten devlet organları olduğunu düşündüğümüzde ise bu önem iyice pekişiyor. Her birimiz, tüm formel, informel gruplar ve yapılar: Yasa tartışmalarına katılalım, kapıdan kovulursak bacadan girelim, sürece müdahil olalım!
Ayrımcılık, insan hakları ihlallerinin görünen yüzü. İnsan onuruna yönelen en ciddi darbeler açık, dolaylı ya da gizli kapaklı ayrımcılıktan besleniyor. Ayrımcılık, bilincin (altının-üstünün-dışının-içinin) öyle derinlerine dek işliyor ki; genetiğimizin bir parçası haline geliyor. Bürokrasi, hiyerarşi, seçkincilik (elitizm) ve kanıksama ise bu genetiği sadece yeniden üretmiyor; ayrıca her türden hak ihlali için etkin birer katalizör görevi görüyor. Ne yazık ki şu anki taslağa baktığımda bu katalizörlerin ayrımcılık ile mücadele yasası içinde de işlemde olduklarını fark ediyorum. Hayal kırıklığına uğruyorum.
Bu hayal kırıklığının nedenlerini önümüzdeki yazılarda detaylandıracağım. Peki ama ben, bir yurttaş olarak kendime, hepimize nasıl bir ayrımcılık yasası isterim?
Her şeyden önce; bu yasa genel bir çağrı niteliğinde, dili ve kurulumu toplumun tamamına dönük, pratik, net, sade; ama bir o kadar da geniş kapsamlı, dürüst ve doğrudan bir metin olmalı. Pek çoğu kangren olmuş sorunları dillendirmeye ve çözmeye cesaretli, cesaretini de demokratik katılımcı süreçten alan bir yasa olmalı. Bize, kabus dolu doksan senenin mirasını sorgulayan ve onunla yüzleşen bir metin gerekiyor. Açık örnekler içermeli bu yasa; hatta keşke resimli olsa. Yoksa, Türkiye’de “her öldürülen asker için on Kürt öldürelim” diyen medyamız, bu sözü ifade özgürlüğü sayabilen yargıcımız var. Karakolda öldürülen Festus Okey’in katilini değil, güven vermeyen mahkeme sürecine müdahil olmak isteyen yurttaşları hedef alan mahkememiz var. Ahmet Türk’e yönelen yumruğu haklılaştırmaya kalkacak düzeyde, kronik ırkçı yazarımız, buna rağmen uyuyan savcılarımız ve bu yazarı pek seven gençlerimiz var. Örneğin, Siyahpembeüçgen LGBTT Derneği’nin kapatılmasını isterken “ülkede her isteyen dernek kurarsa anarşi olur” diye savunma yapabilen savcımız da oldu.
“Ne mutlu Türküm diyene”, “damarlarda akan asil kan”, “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz”, “devlet için kurşun yiyen de kurşun atan da şereflidir”, “benim memurum işini bilir”, “yasaları bir kere delmekle birşey olmaz”, “asmayalım da besleyelim mi”, “kızdırmayın, 100 bin Ermeni’yi sınırdışı ederiz” diyen cumhurcanlıları oldu bu ülkenin. Faşizan, gerekirse analar ölür, diyen sosyal demokratımsı partimiz bile var. Örnekler bayılıncaya kadar çoğaltılabilir. Toplum olarak da biz bu söylemlere prim verdik, veriyoruz. Vaizlerimizi seviyor, onlara “ana, baba, reis, şef, ata” filan diyoruz. Sıklıkla sözlere; "ırkçı değilim ama", "aşırı(?) milliyetçi değilim ama", "faşist değilim ama" diyerek başlıyoruz.
Bırakınız bu yapıya öyle ya da böyle dokunmayı; mevcut yasa taslağının neredeyse yarısı sadece Ayrımcılık İle Mücadele Ve Eşitlik Kurulu’nun teknik, bürokratik yapısını düzenliyor. Önemli bir bölümünde de muğlak bir özürlülük, engellilik kapsanmış. Küresel normlar ve tanımlar atlanmış. İncinebilir, hassas, dezavantajlı grup gibi tanımlar yok. Medyanın pozitif sorumlulukları, tamamen atlanmış. Özel şirketlerinkiler de. Varsa yoksa seçkin kamu görevlilerinden oluşan bir kurul ve bu kurulda çalışma şartları.
Can sıkıcı bir ayrımcılık yasası olur mu? Bize heyecanlı, davet edip gıdıklayan, şarkı söyleyen ve dans eden bir yasa gerek! Daha iyisi nasıl olabilir, diye merak edenler İngiltere ve ABD örneklerini inceleyebilirler. Detaylara bir sonraki yazımda girmeye çalışacağım. Umalım ki bu eksiklikler sadece hamlıktandır. Diğer gerekli konulara, kimliklere, anadile, başörtüsüne, burnumuzun dibindeki sorunlara somut ve net vuruşlar yapmıyor yasa taslağı. Kurulun yapısı, kurula seçilmek için gereken özellikler ve sivil toplum-devlet, cinsiyet dengesi tek sözcükle: Olmamış. Seçkinci bir ayrımcılık ile mücadele kurulu olur mu? Ki seçkincilik en sinsi ve yaygın ayrımcılık türlerindenken ve Türkiye'de çok çok yaygınken.
“Cinsel kimlik” ibaresinin çıkartılmış olması ise, “utanmazlık” sözcüğünü pek güzel tanımlıyor. Her gün bir yurttaşımız cinsel kimliği nedeni ile onlarca darbe ile dindirilemeyen bir nefret ile ve hatta bazen bizzat kendi aileleri tarafından öldürülürlerken; bizler hala Firavun’un ya da Sultan’ın ses tonunu, alkolizmini, libidosunu, boyunu, erkekliğini koruyalım.
Peki ya bu zihniyete karşı bizleri hangi yasa korusun? Hesaplaşmayan ve sorgulamayan bir yasa bunu yapabilir mi? Bu ülkede toprağı sıksak, o çok sevdikleri “kan” ile birlikte tabii ki ayrımcılık fışkırıyor. Bırakınız Kürt, Ermeni, engelli, eşcinsel, Alevi, başörtülü hep bir arada yaşamayı; birini adilce işe alıp adilce işten çıkarmayı, otobüse binip inmeyi, kuyrukta beklemeyi, yürüyen merdivenleri, trafikte olmayı, 3 kuruşu 3 kişiye dağıtmayı beceremiyoruz bazen.
Doksan senedir milli eğitim, milli kültür, milli tarih, milli askerlik, milli coğrafya, milli sağlık, milli din, milli erkeklik, milli kadınlık masallarına doyamadık. "Geleneksel Türk ailesi", "Genel ahlak" ikiyüzlülüğüne doyamadık. Toplum ve eşitlik duygumuz yitik. Her yerde kutsallar ve düşmanlar gören, liderlik, hiyerarşi ve kural fetişisti histerik yığınlara dönüştük. Eleştiriye de son derece kapalıyız. İkiyüzlü sevgisizliğin paranoyak rekabeti ile hipnotize edilmiş insanlar ve böylesine bir ülke olduk çıktık. Hangi toplumsal kesimden gelirsek gelelim; aslında çoğu zaman bu özellikleri gösteriyor, onları aktarıyoruz. Ayrımcılık ve adaletsizlik de bizim karakterimiz.
Yasa, işte tam da bu yüzden, çoğumuzu küçük diktatörler haline getiren tektipçi, bürokratik, askeri, seçkinci, erkek egemen ve tabii ki heteronormatif geleneğimizden izleri taşımamalı. Şu tanımları bilerek üst üste sayıyorum, lütfen siz de ekleyin. Yasa, bu izleri bırakan yapılar ile kıyasıya mücadele edecek bir biçim ve içeriği müjdelemeli. Derin toplumsal yaraları tedavi etmeye yönelik tanımlayıcı bir davet niteliği taşımalı. Rengini ve tınısını insan onurundan, eşitlikten, özgürlükçü kolektivizmden alan içtenlikte, yepyeni bir örnek oluşturmalı. Artık “kullanma talimatı” benzeri, üstten gelme, asıl amacı devletin kuracağı organları, harcayacağı paraları resmileştirmek olan yasalar yapmamalıyız. Hele ayrımcılık yasası asla böyle olmamalı.
* Google'da içişleri ve ayrımcılık yazarak yasa taslağına ulaşmak mümkün.
** www.ihop.org.tr sitesinde ise İnsan Hakları Ortak Platformu'nun önerisi var.
Etiketler: yaşam, siyaset