24/11/2008 | Yazar: Kaos GL
Parlamenter rejimler bazen gülünç bir evcilik oyunu gibi.
Parlamenter rejimler bazen gülünç bir evcilik oyunu gibi. Birileri ülkeyi yönetmek için aday oluyor, bol keseden sözler veriliyor; şunu yapacağız, bunu yapacağız deniyor ve sonuçta, adaylardan biri başkanlık koltuğuna oturuyor. İşte o andan başlayarak, verilen pek çok söz ters yöne esen rüzgâra bırakılıyor; uçuşup gözden kayboluyor.Siyasal tarihte örnekleri tonca. Pek çok ülkede, seçimle gelmiş yeni liderler, halktan alacağını almış, dolayısıyla onlarla işleri bitmiş gibi davranıyor. Bu zihniyetle hareket edenler, bu kez büyük şirketler, silah tüccarları, lobiciler, medya kuruluşları ve güçlü teşkilatlarla içli dışlı oluyor. Çok geçmiyor, bu liderler, her gece birinin yatağında uyanan yedi eşli bir metrese dönüşüyorlar.
SEÇMEN DOLANDIRICILIĞI
Peki bu durum, bir çeşit seçmen dolandırıcılığı değil mi. Halkını aldatarak, büyük güçlerle düşüp kalkan ve sözünde durmayan liderlerin cezalandırılması gerekmez mi. Gerekir elbette ama cezalandırılmıyorlar...
Öyleyse parlamenter sistemin poposundaki bu koca yırtık nasıl tamir edilecek. Seçmenler her defasında kollarını düğüm yapıp, yanaklarını şişirerek ülkeyi kötü yönetenlerin görev sürelerinin dolmasını mı bekleyecekler. Hayır, beklemeyecekler, bunun yerine onlara ülkeyi dar edecek ve Onu bir gölge gibi takip edecekler.
Bu nasıl olacak, şöyle olacak; örneğin seçimden önce Obama’ya destek olan Amerikalılar, seçimden sonra da liderlerinin peşini bırakmayacaklar, yani iş bitti deyip kenara çekilmeyecekler. Oylarıyla başkan yaptıkları Obama’nın, dürüst, namuslu, kendilerine karşı açık ve sadık bir lider olarak görevini yürütmesi için çaba sarf edecekler, verdiği sözleri tutması için tetikte bekleyecekler.
Amerika’daki bu yeni dönem, her iki taraf için de tarihî bir sınav olacak. Seçmenler, başkanı ne ölçüde denetleyebileceklerini görecekler, başkan ise halkın istemlerine ne ölçüde kulak tıkayıp, ne ölçüde kulak açması gerektiğini anlayacak.
İnternet üzerindeki iletişim olanakları ise sivil müfettişliğe soyunan Amerikalı seçmenlere bu konuda büyük kolaylık sağlıyor. En ufak bir mesele, ışık hızıyla aralarında yayılıveriyor ve hemen eyleme geçebiliyorlar.
İşte bu insanlar, şimdi gözlerini dikmiş, Obama’nın verdiği sözleri tutup tutmayacağını izliyorlar. Verilen en önemli sözlerden biri de ‘nefret suçları’ ile ilgili olanı. Obama, seçim kampanyasında söz vermişti, iktidara geldiğinde nefret suçları konusunda ciddi adımlar atacak ve bu yasanın kapsamını genişleterek bütün azınlıklar için daha işe yarar hale getirecekti. Çünkü son genişletme girişimi, Bush tarafından geçen yıl veto edilmişti.
BAŞBAKAN NEFRET SUÇU İŞLİYOR
Nefret Suçları Yasası Amerika’dan çıkan ve dünyadaki çoğu ülkenin hukukçularına ilham veren bir yasa. Britanya’sından İspanya’sına kadar onlarca ülke benzeri yasalar hazırlayarak, bu yasaları yürürlüğe soktular. Türkiye’de ise böyle bir yasal düzenleme henüz yapılmadı. Kaos GL adlı dergi ve Lamda gibi saygın örgütler, bu konuda kamuoyu oluşturmak için imrenilesi bir mücadele verdiler. Ancak siyasi partiler ve hükümet yetkilileri bu grupları ciddiye aldı mı görünüşe göre hayır.
Oysa hiç değilse muhalefet partileri, Amerika’daki bu yasayı özellikle şu dönemde çok ciddi biçimde incelemeliler. Görüyoruz ki, MHP Aleviler konusunda, CHP ise dinci kesim karşısında pozitif tavır değişikliği yapıyor O halde bu tavrı bir felsefi kaide üzerine oturtmalılar. Bu konuda Amerika’daki Nefret Suçları Yasası onlara yardımcı olabilir. Çünkü bu yasa, kurbanın dinî inanışı, politik görüşü, ırkı ve cinsel yönelimi nedeniyle işlenen suçları kapsıyor. Hatta bizde de böyle bir yasa hazırlamak için kolları sıvayabilirler. Buna ülkenin acil ihtiyacı var; çünkü Türkiye’de başbakan da dahil pek çok hükümet yetkilisi ve sıradan vatandaşlar nefret suçu işliyorlar, ne acıdır ki işledikleri suçun farkında bile değiller.
AZINLIĞI ÇOĞUNLUKTAN KORUMAK
O halde nefret suçları nedir ne değildir biraz kurcalayalım. Nefret Suçları Yasası’nın temel mantığı şu; Amerikan toplumu çeşitlilik gösteren bir yapı. Bu yapının içinde etnik azınlıklar (siyahlar, Asyalılar, vs.) dinsel azınlıklar var (Yahudiler, Müslümanlar vs.) siyasal azınlıklar (sosyalistler, yeşiller) cinsel azınlıklar (geyler, lezbiyenler, travestiler vs.) ve bedensel yapı olarak azınlıkta olanlar (sakatlar, körler, şişmanlar, kısa boylular, sivilceliler vs.) var. Bunun yanı sıra azınlık olmayıp da ayrımcılığa uğrayan kesimler var: kadınlar... İşte bu yasa, toplumdaki azınlıkları, çoğunluğun her türlü baskısından korumayı hedef alarak, ırkçılığın da önüne geçmeye çalışıyor. Bu arada koruma işlemi sadece fiziki şiddet saldırılarını değil, psikolojik taciz ve cinsel taciz saldırılarını da kapsıyor.
Aslında Türkiye gibi ülkelerde azınlıklara karşı psikolojik taciz saldırıları (aşağılama, küçümseme, kaş göz hareketleriyle imada bulunma, alay etme ve laf geçirme yoluyla gurur incitme) fiziki saldırılardan daha fazla. Bunu bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki işyerinizde Musevi bir çalışma arkadaşınız var ve siz, ne zaman onunla sohbet etseniz, sürekli ‘Museviler cimridir’ temelli şakalar yapıyorsunuz. Bir insanın dinî kökeninden hareketle bu tür şakalar yapmak o insanı rahatsız eder, gururunu incitir. Ancak siz ona karşı böyle bir saygısızlık yapmaktan çekinmiyorsunuz. Neden? Çünkü Musevi arkadaşınız azınlık olduğu için, size karşı kendini savunup sesini yükseltemiyor, hatta karşı bile çıkamıyor, bunu yaparsa ‘Yahudi’ damgası yemekten ve işyerindeki diğer çalışma arkadaşları tarafından dışlanmaktan korkuyor. Hatta Musevi düşmanı bir yönetici tarafından işten bile atılabilir, dolayısıyla sessiz kalmayı ve yutkunmayı kendisi için en iyi çözüm olarak görüyor
IRKÇI ŞAKALAR
Aslında burada sizin Musevi çalışma arkadaşınıza karşı davranışınız ırkçılık içeren çok ciddi bir psikolojik taciz oluyor. O insanı kendinize katlanmak zorunda bırakıyor ve belki de O’na o işyerini zindan ederek büyük bir suç işliyorsunuz. Peki, ülkede Nefret Suçları uygulaması olsaydı nasıl bir senaryo çıkardı ortaya. Şöyle olurdu: siz bu tür şakalar yapmaya yeltenemezdiniz. Diyelim ki yeltendiniz. O Musevi çalışan, sizi şirket yönetimine rahatlıkla şikayet edebilirdi, çünkü yasaların onu bu konuda koruduğunu bilirdi. Sonuç olarak, yönetimden uyarı alırsınız, aynı saygısızlığı göstermeye devam etmeniz durumunda, bu kez aynı işyeri, size zindan olur ve kapı dışarı edilebilirdiniz. Diyelim ki işyerindeki yöneticiler Musevi düşmanı ve meseleyi ağırdan alıyor, bu durumda o Musevi çalışan, dava açarak şirketi milyarlarca lira tazminata mahkûm ettirebilir.
KİM KİME DİŞ GEÇİRİRSE
Şunu anlamamız gerekiyor; insan denilen canlı, gücü yettiğine diş geçirmeye çok müsait. Ancak ülkedeki yasalar, insanların birbirine zarar vermesini önlemeye çalışmalı. Nefret Suçları işte böyle bir yasa, yani güçlünün zayıfı ezmesini önleyerek, iki kesim arasında bir çeşit eşitlik sağlıyor. Böylece birbirinden çok farklı insanlar, daha huzurlu ve uyumlu biçimde bir arada yaşayabiliyor, çalışabiliyor, üretebiliyor ve arkadaş olabiliyor. Birlik ve bütünlük denilen hayal de ancak böyle sağlanabilir zaten. Öteki türlü; azınlıklar için ülkede yaşamak bir çeşit işkenceye dönüşür, bunun yansıması olarak da Kemalistler, ülke bölünüyor paranoyasıyla uyku uyuyamaz.
Sonuç olarak şunu diyeceğim, Nefret Suçları yasasına bu ülkenin sahiden çok ihtiyacı var. Aksi halde başbakanın ağzından, ‘ya sev ya terk et’ türünde ırkçı açıklamaları daha çok duyacak ve azınlıkları hep mutsuz edeceğiz.
Kaynak: Taraf, 23 Kasım 2008
Etiketler: insan hakları, nefret suçları