18/04/2009 | Yazar: Kaos GL

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) tanımına göre; ‘Bir şahsa veya mülküne karşı işlenen herhangi bir suçun kaynağı o kimsenin ırkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu, dini, cinsiyeti

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) tanımına göre; ‘Bir şahsa veya mülküne karşı işlenen herhangi bir suçun kaynağı o kimsenin ırkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, yaşı, fiziksel veya zihinsel engelleri yahut buna benzer bir aidiyeti ise, bu suç nefret suçudur’.

Nefret suçu, sözlü taciz, tehdit edici davranışlar, nefretli konuşma, ad veya lakap takmak, postayla veya e-postayla, telefonla veya mesajla rahatsız etmek, duvar yazısı, fiziksel saldırı, grupça saldırı, soygun, hırsızlık, gasp, taciz, tecavüz, sarkıntılık, gözdağı verme, şiddet, aile içi şiddet, kundakçılık veya diğer herhangi bir şekilde hasar verme şekillerinde işlenebilir.
 
Büyük zararlar

Henüz Türkiye’de çok tanınmayan nefret suçu Hrant Dink cinayeti ile kamuoyunun gündemine oturdu.
Geçmişte yaşanan 6-7 Eylül 1955 olayları, yakın zamanda yaşanan Rahip Santoro cinayeti, Malatya katliamı, Seferihisar ve Kemalpaşa’daki linç girişimleri de nefret suçlarına çok çarpıcı örneklerden.
 
Bu suçlar mağdurlara zarar vermekle kalmayıp, aynı grup üyelerine hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve önyargı iletilerini pekiştirici etkiyle göndermekte ve bu guruplar toplumun diğer grup/bireylerine adeta ‘düşman hedefler’ olarak gösterilmekteler. İnsan hakları mücadelesi içinde yer alması gereken nefret suçları, iki temel unsuru- ayrımcılık ve önyargıyı- bünyesinde barındırırlar. Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi’ne göre ‘Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’.
 
Xenophobia, İslamofobia

Xenophobia (Yabancı düşmanlığı) gibi Islamofobia (İslam dinine karşı önyargı ve ayrımcılık) da nefret suçlarından. Hatırlanacağı üzere, Hollanda Parlamentosu’nun Özgürlük Partisi lideri Hollandalı siyasetçi Geert Wilders’ın İslam ve Kuran hakkındaki görüşlerine yer veren ve 27 Mart 2008’de internette Liveleak video web sitesinde dolaşmaya başlayan 15 dakikalık Fitna (Fitne) adlı filmi şu mesajla bitiyordu: ‘Nasıl 1945’te Naziler, 1989’da Komünistler Avrupa’da yenilgiye uğratıldıysa, İslam ideolojisi de bozguna uğratılmalı, Batı medeniyetimizi yok etmelerine izin vermeden özgürlüğümüzü korumalıyız.’
 
Eşcinsellerin asıldığı, insanların taşlandığı, kadınların kafasından vurulduğu filmde İslam adeta barbar, hoşgörüsüz, sapkın bir din gibi gösterilmeye çalışılmış. Bir başka deyişle ötekileştirilmiş, İslam fobisi’nin adeta tüm gerekleri yerine getirilmişti.
 
Geçmişe göre Avrupa’da gerek Yahudi gerek Müslümanlara karşı etnik merkezci tutumlarda artış gözlemlenmekte.2008 yılında Pew Araştırma Merkezi’nin Küresel Tutumlar Projesi çerçevesinde yaptığı ankete İspanyolların yüzde 46’sı, Rusların yüzde 34’i, Polonyalıların yüzde 36’sı,Almanların yüzde 25’i Fransızların ise yüzde 20’si Yahudiler aleyhinde olumsuz görüş bildirdiler. Büyük Britanya yüzde 9’luk oran ile en düşük ülkeydi. Müslümanlar ile ilgili olumsuz görüşlerde oranlar Yahudilere göre daha yüksekti: İspanyolların yüzde 52’si, Almanların yüzde 50’si, Polonyalıların yüzde 46’sı, Fransızların yüzde 38’si, İngilizlerin yüzde 23’ü.Türklerin Yahudilere karşı olumsuz duygulara sahip olma oranı yüzde 76 iken Hıristiyanlara karşı ise yüzde 74’dü.
 
1993’te Jak Kamhi’ye yapılan suikast girişimi, 1994’te Arnavutköy Yahudi mezarlığı’ndaki mezar taşlarının tahrip edilmesi, 2003’teki dişçi Yasef Yahya cinayeti, sinagog baskınları ant-semitik eylemlerdir. Ülkemizde anti-semitik yayınlara özellikle İslamcı ve milliyetçi basında sıkça rastlamaktayız.
 
Töre/namus

Töre ve namus cinayetlerinin yanı sıra homofobi de nefret suçuna örnek oluşturmakta. Başbakanlığın 2008 yılında çıkardığı Türkiye’nin ‘töre ve namus cinayetleri’ konusundaki haritasına göre; Töre ve namus cinayetlerinde ilk sırayı sanılanın aksine Doğu ve Güneydoğu değil, Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgeleri aldı. En düşük töre ve namus cinayetinin görüldüğü bölge ise 62 ile Karadeniz Bölgesi oldu. Son beş yılda töre ve namus cinayetlerinden ölenlerin sayısı eskiye göre artış kaydederek bini aştı. Şüphesiz bu sonuçlarda göç unsurunu göz ardı etmemek lazım. Bu tür cinayetlerin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde işlendiğinde ‘töre’,başka bölgelerde işlendiğinde ise ‘namus’ cinayeti olarak adlandırılması konusunda bianet’in kadın odaklı habercilik seminerlerinde bir mutabakat söz konusu. Bunun yerine, ‘namus bahanesiyle işlenen cinayet’ veya ‘kadın katli’ denmesini uygun buluyorlar.
 
Doç. Dr. Cem İncesu’nun 2006’da yürüttüğü kamuoyu araştırmasında toplumun beşte biri, ‘Namus iddiasıyla işlenen cinayetleri anlayışla karşılayabilir ve kabul edilebilirim’ demişti. 2008 yılında 146 medya çalışanı üzerinde yaptığı çalışmada da aynı yanıt verildi (her beş gazeteciden biri). Medya mensuplarının bekâret konusuna yaklaşımının toplumdaki genel kadın-erkek yaklaşımından farklılaşmadığı, yaklaşık olarak her üç medya mensubu kadından ikisi bekâretin bozulması için evliliğin şart olmadığına inanırken, erkeklerde bu oranın 1/3’e düştüğü ifade edilmekte.
 
Cinsel özgürlük algısı

Medya mensuplarının birçok konuda Türkiye ile ilgili cinsel özgürlük algısı kadın- erkek ayrımında birbirine paralel giderken, eşcinsellik kavramında ciddi bir farklılaşma göze çarpıyor. Kadın medya mensuplarının yüzde 26’sı yani yaklaşık dörtte biri erkek medya mensuplarından farklı olarak, cinsel özgürlüğün ‘insanların eşcinselliği özgürce yaşayabilmesi’ olduğunu düşünüyor. Erkeklerde ise bu oran yüzde 6.
 
Bu araştırma sonuçlarından sonra medyamızdaki ‘namusunu temizledi’, ‘namusumu kirletmişti’ ‘aile meclisi kararı’ ‘eşcinsel cinayeti’ türünden ataerkiyi yeniden üreten, suçu meşrulaştıran, normalleştirici nitelikteki manşetlere çok şaşırmamak gerekiyor.
 
Araştırmaya göre namus ve töre iddiasıyla işlenen cinayetlerin önlenmesinde medyanın etkili olabileceğini düşünen medya çalışanlarının oranı ise yüzde 85 iken halkın büyük çoğunluğu bu sorunun çözümünde medya kampanyaları ve haberlerin etkili olmayacağı görüşünde.
 
Önemli görevler

Kamuoyunun duyarlılığını ve farkındalığını yaratma/arttırma konusunda medyaya önemli görevler düşmektedir.
 
Şüphesiz nefret suçu haberlerinin veriliş biçimleriyle ilgili (nefret suçunun işlenme nedenlerinin irdelenmesi, 5N 1K’dan neden sorusuna cevap aranması, nefret suçlarının yaygınlaşmasına veya görmezden gelinmesine yol açıp açmaması, kurbanın suçu hak ettiğine dair önyargılı tutum vs) karmaşık sorulara yanıtlar bulmak kolay değildir.
 
Medya nefret suçlarını insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele almalı, haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefi konumundaki grupların temsilini ve katılımını göz ardı etmemelidir. Türkiye’nin acil olarak nefret suçları yasasına kavuşması gerektiği konusunu medya gündeminde tutmalıdır.
 
Sonuçta sorumlu ve demokratik bir medya ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasını beslemek ve pekiştirmekle uğraşmaz, aksine karşılıklı iyi niyet, anlayış ve saygıya dayalı kültürlerarası diyalog için zemin hazırlar.
 
Yasemin İnceoğlu: Prof.Dr. / Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
2024