11/07/2020 | Yazar: Serdar Soydan

Abdülhamit’ten bugüne bir milletin tarihine, edebiyatına ve yaşayışına dair pek çok şeyle örülmüş bir anlatı Kafes.

Neveser Reşat’ın Kafesi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Selim İleri’nin Kafes[1] adlı romanını özetlemek oldukça kolay: “Hayatını kitap çevirerek sürdürmekte olan Neveser Reşat Hanım, Kınalıada’daki evinden çıkıp çevirilerini sattığı Yıldız Eserler yayınevine gider. Yayınevinde bir toplantıya katıldıktan sonra terzisine uğrayıp adaya döner.” Evet, gerçekte olan biten bu kadarla sınırlı.

Oysa Selim İleri’nin Kafes adlı romanını anlatmak oldukça zor. Pek çok yıl, pek çok yüz, pek çok tarihsel olay… Abdülhamit’ten bugüne bir milletin tarihine, edebiyatına ve yaşayışına dair pek çok şeyle örülmüş bir anlatı Kafes.

Romanın ana karakteri mütercime Neveser Reşat!

Metin boyunca Neveser Reşat’ın gözlerinden bakan, onunla duyan, düşünen, tasvir eden bir anlatıcı var. Neveser Reşat’ın düşünceleri, anıları… Ama sonra başkaları, diğerleri giriyor metne… Dış dünya…  Sayfalar ilerledikçe içine girdiğimiz, Neveser Reşat’ın hayal ettiğinden, düşündüğünden farklı bir dış dünya var. Bu dış dünyada Neveser Reşat, “Esat Bey” olarak adlandırılıyor. Böylece metnin bize, açılamamış, kendisini var edememiş bir transseksüelin bölünmüş, hatta paramparça hayatını anlattığını fark ediyoruz.

*

Neveser Reşat’ın cinsiyet kimliğini de zaman içinde, ağır ağır anlıyoruz romanda. İlk olarak bir bahriyeli çocuk imgesi… Neveser Reşat’ın çocukluğu “bahriye kıyafetli bir çocuk” imgesi ile betimleniyor. Bahriye üniforması ve “çocuk” gibi cinsiyet bildirmeyen bir kelime seçimi… Sonra Neveser Hanım pudralanırken birden ademelmasına ilişiyor gözü. Anatomi bilgisi gerektiriyor biraz. Ademelmasının çoğunlukla ‘eril’ bedenlerde olduğu bilgisi… Sonra annesinin evinde tanıştığı Cahit Azrak’ın resim sergisi… Otuz bir numarada sergilenen Neveser Reşat Tablosu…     

“…işte kendisi de...

... bir kayalığa uzanmış kafasıyla duruyor... 'Lakin'i şimdi kullanmak lazım... Lakin birbirine yakın çipil gözlerin sonuna kadar açılarak gök­yüzüne, yedi kat semalara daldığı, hâkim burunlu bir çehrenin kafasını üstelik buram buram sı­cak bir yaz günüyken eskice bir Parizyen bere süslüyordu. Besbelli Royal Bask marka beresini başından çıkarmadan deniz kenarında güneşlenen bir...

evlere şenlik!

... Bir erkek! Ne küstahlık, ne cesaret! Bere, surat, aynı surat; fakat vücut, çıplak, mayolu bir erkek vücudu! Bir hayli piknik bir tipin vü­cudu bu: dar omuzlar, genişleyen kalçalar, kaya­lıklara -yan yattığından- sarkmış göğüsler, kısa ve adalesiz bacaklar, pek ziyade büyük, âdeta kırk dört kırk beş numero ayaklar... Neveser Re­şat’ın surat hüviyetinde piknik bir adam (s.152-153)

Aşık olduğu Cahit Azrak’ın kendisini bir erkek bedeninde resmetmesi Neveser Reşat’ı sarsıyor.

“Erkek vücutlu tablodaki bedbaht genç kız yüzünden yalnızca kendisi pişmanlık duyuyor ve ressamın haksızlığını şahsen işlediği bir günah gibi yanık bağrında kabul ediyordu.

Fakat nasıl kabul etsin?! Rica ederim, bir tür­lü kabul edemiyordu.” (s.153 – 154)

Biraz sonra Cahit Bey’in sportmen bir beyle konuşmasına da şahit oluyor:

“Sportmen bey otuz bir numeronun önüne ge­lerek dolu dolu bir kahkaha savuruyor ve diyor ki: ‘Vallahi Cahit, kim ne derse desin, senin en kuvvetli eserin budur. Bir grotesk abide, bir ka­ra mizah şaheseri. Numerosunu bilhassa mı otuz bir koydun?’

‘Yakışmıyor mu?’

‘Yakışmaz olur mu azizim!’

‘Fakat satılmadı.’

‘Ticarî bir tarafı yok, bunu sen de biliyorsun herhalde. Kim asar duvarına böyle iğrenç bir şeyi? Bir kadın başında hünsa bir erkek vücudu... Vallahi yamansın!’

‘İfade tam kadınca mı geliyor sana? Makiyajı bir yana bırakırsan?’

‘Eh, artık o kadar kurcalamak istemiyorum.’

Bidüziye dolu dolu kahkahalar... Neveser Ha­nımefendi bu bidüziye dolu dolu kahkahalar ve dolu kahkahalardan önceki diyaloglar karşısında birdenbire gençliğinden, yirmi yedi yirmi sekiz yaş baharından öncesiz sonrasız ayrılmış, aniden ihtiyarlamıştı.” (s.154)

Neveser Reşat’ın toplum içinde ‘erkek’ olarak tanımlandığını, kadınlığının bilinmediği yahut kabul görmediğini de birkaç sayfa sonra öğreniyoruz. Yıldız Eserler’e ulaşmış, getir götür işlerine bakan İdris’in önünden geçmektedir:

“Başını kaldırarak tebessümünü tezgâhtar İdris’ten esirgemeyecekti ki, oğlanın ‘Elinizi öpeyim Esat Bey,’ dediğini işitti. Hafif­ten eğilmişti de çocuk. İfrit.

‘İstemez evladım, istemez.’

Neveser Hanımefendi şöyle öne doğru bir adım atıp İdris'i yol vermeye mecbur ederek bi­raz asabî, hürmetsizlik karşısında biraz canı sık­kın, bulanıklık içinde ilerledi ve Rasim Bey'in hususî odasına doğru yürüdü.” (s.161)

Alıntıdaki iki ayrıntı dikkat çekici. Bunların ilki, anlatıcının Neveser Reşat’ı Neveser Reşat olarak tanımlamaya devam etmesi. İkincisi ise İdris’e “ifrit” derken kendini belli eden ‘karakterinin bilincinden anlatıyor’ olması. Yazının başında da belirttiğim üzere anlatıcı bu iki özelliğini roman boyunca muhafaza edecek.

Belki de bu olayın etkisi ile bir sorgulamaya girer Neveser Reşat. Düşünceleri, hayalleri ve ‘gerçek’liğin, başkalarına göre gerçekliğin içinden çıkılması ve takip edilmesi güç bir şekilde karışması da buna dayanmaktadır belki. Durduk yere, sesli bir şekilde “Evet, ben kimim?” diye sorar Yıldız Eserler’in sahibi Rasim Beye. (s.169) Derken birden Esat Bey’i hatırlar:

“…Ümitsizlik insana en unutulacak, unutulması en gerekli, en acı hatıraları hep ha­tırlatır. Mesela bir zavallı Esat Bey'den nasıl böyle bahsolunabilir? Neveser Reşat, bu meçhul isme dair müphem bir şeyler hatırlıyordu, şim­di hatırlamaya başlamıştı.

Kimseye zararı dokunmadığını işite geldiği bu zavallı Esat Bey için, onun zararsızlığını söyle­yen insanlar öyle söylentiler, öyle sözler çıkar­mışlardır ki, Esat Bey bunları duymakla gönlü kırık hale gelmiş, yıkılmış, usul usul hayattan çekilmiş, insan içine çıkamaz olmuş, rencide ol­muş, izzet-i nefsiyle oynanmış olarak bir köşe­ye çekilmiş ve artık hiç konuşmamaya, hiç duy­mamaya, hiç hissetmemeye, hiç yaşamamaya baş­lamış. Zaten hariçten takip ettiğimiz zaman bize tuhaf ve gülünç gelen her şey, o şeylere karşı gönlümüzde en küçük bir his kırıntısı besliyor­sak acıklı, rikkat dolu değil midir?

Evet, ne kadar uzun zamanlar Neveser Reşat Hanımefendi de, havsalanın karanlık, çıkılmaz çukurlara gömdüğü Esat Bey'i pek pek uzaklar­da görerek, ona dair söylenmiş sözleri dinleyerek ve hatta bazen bu sözlere, Esat Bey gıyabında ilaveler yaparak onu horlamış, onu aşağılamış, onu yerin dibine batırmış ve asla batırdığı yer­den, başkalarının batırmış olduğu yerlerden çı­karmaya yanaşmamıştı. Esasen o cesaret nerde Neveser'de? Üzülerek, yerinerek kabul ediyordu ki, kendisi korkak bir insandır...” (s. 237-238)

Neveser Reşat’ın ailesi tarafından hakir görülüşünü, dışlanışını, hakarete uğrayışını görürüz. “Tabiat Bozuğu”dur. “Ahlaksız nokta nokta nokta”dır. Gülünen, alay edilen, dışlanandır. Neveser Reşat yukarıdaki alıntıda da bahsedildiği gibi kaçmayı, geri çekilmeyi seçmiştir. İlk intihar teşebbüsünü hatırlar:

“Meşum bir resim sergisi ziyaretinden sonra­ki günlerdi. Hayatında büyük dramlar vardı. Ha­yatın dayanılmaz olduğunu anlamıştı. Renkler soluyordu. Canına kıymaya karar verdi. İntiharın sebepleri ve felsefesi üzerine yazılanları henüz bilmiyordu. Hastaneden Belveder'e taşıdılar kendisini. Bir tokat! Ahlaksız nokta-nokta-nokta sözleri. Bir karyolada tam üç gün baygın yattı. Hekimin şamarı unutulur gibi değildi. Komaday­dı, ölecekti. İnsanlardan şarkılar dilenmişti.” (s.257)

*

Ahmet Oktay, Kafes hakkındaki yazısında “Söz konusu olan, bir travesti olayı değil, eşcinsellik ise hiç de­ğil. Ben, kişilik bölünmesinden, çifte kişilik'ten yola çıkmamız gerektiğine inanıyorum,” der.[2] Füsun Akatlı ise, iki ay kadar sonra yazdığı yazısında  “Şizofreni ana motifi içerikte Ne­veser Reşat Hanım / Esat Bey ikileş­mesinde sergilenirken; biçime de, parça­lanmış kişiliğin bir üçüncü yüzü olan anlatıcının kimliğiyle, yansıtılmıştır ro­manda,” diyerek kişilik sayısını üçe çıkartmaktadır.[3]

Neveser Reşat Hanım - Esat Bey ayrılığı, bir beden ruh ikiliği dışında işlenmemiştir romanda. Yani eğer karakter çift kişilikli olsaydı, Neveser Reşat ile Esat arasındaki karakter farkına, değişime de dikkat çekilmiş olması gerekirdi. Ayrıca romanda Esat Bey neredeyse hiç anlatılmıyor. Esat Beye dair bilgi verilen yerlerse anlatıcının sesinden. Ki anlatının Neveser Reşat’ın zihninden konuştuğunu, baktığını da biliyoruz. Böylece ortaya, tabii benim okumama göre, şöyle bir durum çıkıyor. Neveser Reşat içine doğduğu beden ile uyumsuz transseksüel bir kadındır. Bu beden ruh uyumsuzluğu sebebi ile dışlanmış, sosyalleşememiştir. Kadınlığını, çevirdiği, uyarladığı romanları Neveser Reşat adıyla imzalayarak, bu kimlik sayesinde var etme, dışa vurma yoluna gitmiştir. Ancak kadınsı hatlara sahip bir ceket istediği terzisine bile söz geçirememekte, kadınlığını, kadınsılığını dile getirememektedir. Bu sebeple kimlik problemleri yaşamakta, dış dünyada Esat, içinde, hayal ve düşüncelerinde Neveser Reşat olarak var olmaktadır. Yani Esat Bey sadece dış dünyadan korunmaya yardımcı olan bir kılıftır ve esasında ayrı bir kişi, kimlik, kişilik değildir.

Bu okuma uyarınca roman bir şizofrenin ya da kimlik bölünüşünün değil, tam anlamıyla açılamayan bir transseksüelin romanıdır.

*

Kitabın ismi de ayrıca ilgi çekici. Kafes… Halk şiirimizde Yunus Emre’den beri “kafes”, ruhun içinde tutsak olduğu bedeni imlemek amacı ile kullanılagelen bir sembol olmuştur.  “Bu can gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide / Kafesten kuş uçmuş gibi” ya da “Can kafeste durmaz uçar” mısralarına benzer pek çok mısra can ve kafes ayrılığına, ruh ile beden ayrışmasına işaret eder. Selim İleri de belki ruh-beden uyumsuzluğu yaşayan transseksüel Neveser Reşat karakterinin cinsel kimliğini, bedenin bir transseksüel için içinde hapsolunan bir kafese dönüşebileceğini çağrıştırması sebebi ile bu ismi romanına koymuştur, neden olmasın?

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Selim İleri, Kafes, İstanbul: Özgür Yayınları, Ağustos 1987

[2] Ahmet Oktay “Kafes”,  Şeytan, Melek, Soytarı, İstanbul: Doğan Kitap, Ekim 2006 s. 187-190

[3] Füsun Akatlı, “Kafes”, Gergedan, Sayı: 9, Kasım 1987 s. 102-103


Etiketler: kültür sanat
İstihdam