08/10/2015 | Yazar: Mesut Örs

Gidip o otel odasında yanlarına oturup bakalım; kim Seher, kim Ali?

“N’apılır senle Ali?”

Seher soruyor bunu.

Belki bütün salona, bütün izleyicilere tek tek soruyor o an: “N’apılır senle?”

Hikâye bildik. Adanalı pavyon şarkıcısı kadınla Angaralı pavyon fedaisi birbirlerini severler ve pavyondan kaçış yolunda ilk durak bir otel odası olur. Belki yüzlerce eserde işlenmiştir bu konu. Bu yönüyle bakınca herhangi bir melodram hikâyesi gibi algılanabilir ilk bakışta. Ama öyle değil.

Mek’an Sahne, bu klasik melodram hikâyesinin içinde kadın-erkek, iyi-kötü, ihanet-sadakat karşıtlıkları arasında derin bir çatışma yaratıyor ve bu çatışmayı izleyicinin içine yansıtmayı başarıyor. "İyi, saf, dürüst, samimi olmak" ile "kötü, çakal, samimiyetsiz olmak" nerede bitip nerede başlıyor? Sadakat hangi noktada ihanete dönüşüyor? gibi sorular sorduruyor.

Kadın ve erkek kimlikleri arasındaki çatışma ve bu kimliklerin sorgulanması oyunun temeline oturuyor. Erkek egemen sistem içinde “kadın olmak” ile “erkek olmak” arasındaki karşıtlık adım adım yükselen bir gerilimle, ustura keskinliğindeki sert çatışmalarla doruk noktasına çıkıyor ve rollerin yer değiştirmesiyle farklı bir boyut kazanıyor.

Kadınlar, erkek egemen bir dünyada yaşamanın nasıl bir şey olduğunu erkeklerin anlayamayacağını söylerler. Seher, Ali'nin erkek kimliğini soyarak anlatmaya çalışıyor Ali'ye ahvalini. Empatinin klasikleşen ifadelerinden biri bir Kızılderili atasözüdür bilirsiniz: “Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye kadar onun makosenleriyle yürü” der bu atasözü. Seher, bunu yaşatmaya çalışıyor Ali'ye. Bunu yapabildikleri ölçüde cinsel kimliklerinden, kalıplaşmış erkek ve kadın bakışlarından soyunmuş, varlıklarını, cinsiyetsiz salt insan olarak kimliklerini, nerden gelip de şimdi nasıl bu halde olduklarını sorgulayan iki insan olarak karşımıza çıkıyorlar. Burada, kadınlık ve erkeklik hallerinin toplumsal statülerden güncel yaşamın ayrıntılarına kadar nasıl şekillendiğine ve kalıplaştığına dair, çocukluğumuzdan beri öğretilen ezberleri bozan sorgulamalarla karşılaşıyoruz.

“İyi” ile “kötü”nün çatışmasını ve birbirine dönüşebilmesini de Ali’nin iç dünyasında görüyoruz. Bir yanda "Ağzı yalan, yüreği ihanet bilmeyen”, annesinin “karıya-kıza el kaldırmıycan, küfretmeyecen, dürüst olacan” diyerek büyüttüğü Ali, diğer yanda İhsan babaların[1. İhsan baba: Pavyon patronu, pezevenk] hüküm sürdüğü bir dünya. Erkek egemen ve her şeyin alınıp-satılabildiği bu dünyada kadın sadece erkeğin ihtiyaçlarını karşılamak için var olan, en fazla “heves” olma ayrıcalığı yaşatılan bir varlık. Kadının zaten değersiz olduğu bu dünyanın işleyişi içinde, erkek de “erkek olma” söylemi altında insani değerlerden uzaklaşıp değersizleşiyor. İhanet ile sadakat, bu iki dünya arasındaki tercihte yatıyor, birine ihanet diğerine sadakat anlamına geliyor. Ortası yok. Öyle ki; ya bu insanı insani değerlerden koparan dünyayla olan bağ koparılıp atılacak; ya da Ali artık “saf, dürüst Ali” değil, “gavat Ali” olacak.

Böyle sorgulamalara girmek istemeyenler için, sadece iki aşığın hikâyesi olarak da izlenmeye açık bir oyun Seher ile Ali. Öyle izleseniz de mutlaka bir yerinde içinizde bir tele dokunacak.

Tiyatro oyunları çoğu zaman “halktan kopuk” oldukları yönünde eleştirilir. Genel olarak ben de katılıyorum bu eleştiriye. Tiyatro sanatı, yapısı gereği aslında “insan”la iç içe olmaya en çok imkan veren sanat dalı olmasına rağmen, pratikte böyle bir “halktan uzak olma” durumu vardır. Şamil Yılmaz, yazdığı oyunlarda bu sınırları ortadan kaldırıyor. Yakaladığı dil, üslup ve yarattığı atmosferle akademisyenden sokak çocuğuna kadar herkesin içinde bir şeyler kıpırdatabiliyor. Bu yönüyle Şamil Yılmaz’ın oyunlarını günümüzün halkla buluşan tiyatro oyunlarında iyi bir damar olarak belirtmek gerekiyor.

Seher ve Ali oyununda da aynı şey var. Bu oyun metniyle birlikte Mek’an Sahne’nin artık her oyunda biraz daha oturan sahneleme tarzı, atmosfer yaratma becerisi ve oyunculuk da iyi olunca, sahnede pavyon camiasından iki insanın aşkını izlerken, (pavyon hayatıyla vb hiç ilgisi olmasa da) kendi hayatıyla ilgili sorgulamalar içinde buluyor izleyici kendisini. Oyuncular Sezen Keser ve Baran Can Eraslan, bol gerilimli, duygusal geçişlerin, iniş-çıkışların yoğun olduğu, rol değişimlerinin yaşandığı, baştan sona tempolu oyun akışında hiç aksamadan Seher ve Ali’nin hakkını veriyor.

Gidip o otel odasında yanlarına oturup bakalım; kim Seher, kim Ali?

İlgili haber:

Pavyonun iki yakası: Seher ile Ali

Mek’an’ın oyun programına şuradan ulaşabilirsiniz.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam