27/10/2010 | Yazar: Emre Korlu

Huzur; bizim uzun yıllar unuttuğumuz bir kavramdı.

Huzur; bizim uzun yıllar unuttuğumuz bir kavramdı. Babam nihai bir çözüm ile beni dedemin cumbalı evinin bahçesine bıraktığında, önümüzdeki her sonbahar o bulanık kavramın benden daha da uzaklaşıp, Balat'ın mahalle aralarına saklanacağına inanmıştım. O gün; dedem yüzünde güzel durmadığına inandığı gülümseyişini sakınmıştı benden. Çocukların şımartılmaması gerektiğine inanan emekli bir albaydı. Ülke sorunları olmasa üç öğün yemek aralarında büyük annem ile hiç konuşmayacağını zannedip, kitap okuduğum sedir köşelerinde, devlet büyüklerinin hep çocuk kalmaları için dua ederdim. Evlenmeyi ömür boyu tutsaklık kabul eden teyzemle aynı odayı paylaşmaya başlamak, elinden hiç düşürmediği gitarıyla daha yakından tanışmak anlamına gelecekti. Merdivenlerden inerken ayak seslerimden rahatsız olan dedem, kesin bir emirle büyük annemden birinci kata, teyzemin yanına yerleşmemi istemişti. Bu duruma çok kırılsam da meşe rengi o gitar her şeyi unutmama neden olacak ve tekrar mutlu olmayı öğrenecektim.
 
Henüz çok küçüktüm ve çizgi filmlerdeki kedi -fare atışmalarını gerçekçi bulmayacak kadar da büyümüştüm. Hedefim ilerde büyük adam olmaktı ama gerçek anlamda adam olmak. Babamın beni o cumbalı evin bahçesine bırakmasının nedeni de bu idi. Dedemin beni hiçbir zaman içinde var olmak istemediğim o bedende, gerçek bir hanımefendi olarak, yetiştireceğine inanmıştı. Bizde her soruna mutlaka bir çözüm bulacak insanlar olurdu. Yaşları ellisini geçmiş ve eşlerine hiçbir zaman değer vermeye tenezzül etmeyen, üç öğün yemek aralarında sadece onların duyu organlarından yararlanan, yaşı tedavülden kalkmış insanlar.
 
Teyzemin odası küçüktü. İki yetişkin insanı kabına sığdıramayacak kadar çift kişilik dar bir yatağı vardı. Pencereye; ayarı bozulmuş kapaklarıyla bakan bir dolap, yanında kitaplarının istilasına boynunu bükmüş çalışma masası dururdu. O odaya ilk girdiğimde teyzemin büyük ve sarkık göğüslerine taktığı iç çamaşırını görünce geri çekilip kapının eşiğinde beklemiştim. Dedem homurdanarak geçip gitmişti yanımdan. Artık; pantolon giymeyeceğimi ve saçlarımı uzatacağımı söyleyen emekli albay, aylar sonra sıkı disiplin kurallarını belirleyecek, hayatımı abluka altına alacaktı.
 
Aslında; o bahçeye bırakıldığımda bunların hepsini tahmin edecek kadar olgunlaştığımı hissetmiştim. Başıma gelebilecekleri tahmin etmem, sonrasında büyük annemin kurabiye tariflerinin gerektirdiği malzemeleri mutfak masasının üzerine teker teker yerleştirmem ve pantolonlarımın makas darbeleriyle kesilmesi, olmadığım biri gibi davranmama neden olacaktı.
 
Annem ile ara sıra yaptığımız telefon konuşmalarının sonrasında hiç hatırlayamayacağım kadar kısa sürdüğünü anlayacaktım. Teyzemin odasında aylarım geçecek, yorgan- yastık yatakta halsizliğin sınırlarını zorlayacaktım. Gönderildiğim okula alışamayacak ve eteğin üzerimde bıraktığı o cinsiyete mahkum kalacaktım.
 
Zor günlerim oldu. Kimine göre; sıradan misafir ziyaretlerinde, saçları iki yana toplanan ve saçma sapan tokalarla süslenen, yaşının sorulduğu ve çok cici kız olduğunu söyleyen teyzelerin dişlerindeki dolgulara bakan o kız oldum.
 
Huzur; hiç hatırlayamadığım bir kavram. Hatırladığım ise; annemin gözyaşları ve aynaya baktığımda görebildiğim, ruhumu abluka altına almış olan eğreti bir bedenden başkası olamadı. Yani; ben o cumbalı evin bırakıldığım bahçesinden hiç dışarı çıkamadım.

Etiketler: yaşam
İstihdam