15/08/2012 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Bizde, binalar eskiyip yıkılana- yakılana kadar beklenir. Sonra ya ‘el konulur’ ya da mafyanın eline geçerek otopark olur, en iyi ihtimalle harabe olan yerleri yeniden kurmak için kaynak gelirse başka.

Bir insan çok sevdiği, arkasını dönüp gidemediği kentini gezerken neden bu kadar öfkelenir?
 
Bu kenti her gezdiğimde bu öfke nöbetlerini yaşıyorum. Bazen kendi kendime “Ben çok öfkeli ve kızgın bir insan oldum galiba” derken buluyorum. Fransa’nın başkenti Paris’ten gelen bir arkadaşımı gezdirmeye çıktım.
 
“Meşhur” yenilenen Hamamönü’nden başladık, başlamasaydık keşke. Birbirinin aynı olarak yinelenmiş evlerden oluşturulan bir bölgeye dönüşmüş. Buralar yenilenme bahanesiyle el konulan yerler. Sonrasında kimin cebine hizmet edecek bilemiyorum. Bir taraftan da arkadaşım anlatıyor; Paris’in nasıl dokunulmadan ayakta kaldığını. Aramızdaki fark şu: Bizde, binalar eskiyip yıkılana- yakılana kadar beklenir. Sonra ya “el konulur” ya da mafyanın eline geçerek otopark olur, en iyi ihtimalle harabe olan yerleri yeniden kurmak için kaynak gelirse başka. Temelden başlayarak yenisi yapılır ya da yapılmaz.
 
Fransa’da ise yıkılmadan önce devlet müdahale ediyor. Güçlendiriyor. Bakımını yapıyor. Olduğu gibi korumaya alıyor. Mülk sahibine ise ancak içinde değişiklik yapma hakkı tanıyor. Bu nedenle de yüzyıllardır sokakları, binaları olduğu gibi korunuyor. Biz de gidip hayran hayran bakıyoruz. Buna karşın benim kentim…
Ulus, Ankara’da, Cumhuriyetin ilanı ve başkent olarak kabulünden sonra, kent planı yapılarak yeni kurulmuş bir kent özelliği taşıyor…
 
Bunca talana rağmen hâlâ ayakta kalmaya çalışan, direnen binalar var. Ama her defasında kaygıyla izlediğim. Yıkılmasına ramak kalmış dönem mimarisini yansıtan binalar da var. Zaten sadece bu bölgede görebiliyoruz bu binaları.
 
Eski Adliye binasını Kültür Bakanlığı aldı kurtardı. Fakat Ulus hali tarafında hâlâ kurtarılmayı bekleyen binalar var. Bunlardan birisi Ulus halinin girişinde sağ taraftaki “Erzurum Otel” yazısı bulunan bina. Karşı tarafta “Berlitz Otel”. Bir de Bentderesi’ne inerken solda gri rengiyle kaybolan görünmeyen bir bina daha var. Sadece bunlar mı? Hayır. Konya Sokak ve Anadolu Medeniyetleri Müzesine kadar olan tüm bölge.
 
TRT’nin ilk kadın spikeri geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Jülide Gülizar’ın gençliğini yaşadığı, tarihini anlatmak istediği ama yetiştiremediği; kapısında, girişinde ve merdivenlerinde tarihin ayak izleri bulunan mahalle ilgilenilmeyi, sahip çıkılmayı bekliyor.
Geçiyorum yukarıya Çıkrıkçılar yokuşundan başlıyorum. Ben çocukken babamla giderdik,  kalabalıktan ezilecekmişim gibi gelirdi küçük boyumla. Fakat o kadar renklidir ki dükkânlar, dükkânların önündeki sergilenen mallar...
 
Şimdi o Sümer basmaları, pazenler kalmadı artık. Biz yün, pamuk, tiftik üreten,  kumaş dokuyan ülke olmaktan çoktan uzaklaştık. Şimdi dikmek için pamuklu, keten, yünlü kumaşlar yerine tekstilcilerin bize dayattığı model, renk, petrol ve sentetikten üretilen bedenimize iki numara küçük gelen oramızın buramızın patladığı giysilere mecbur bırakıldık.
 
Babam bizi nadiren götürürdü Saman Pazarına alışverişe. Ayakkabı almaya giderdik daha çok; yazın renk renk naylon ayakkabılar, kışın da hem dayanıklı, hem de kaydırmadığı için siyah petrol lastiklerinden üretilen Gıslavet denilen ayakkabıları almak için.
 
Nerden nereye geldim ben. Saman Pazarı olarak bilinen bölgede yapılan yenileşme nedeniyle yapılan beton ve özeliksiz binalar orayı öldürdü. Esnafını da işsiz bıraktı ne yazık ki.
 
Ulus’ta tarihi Ruşen pastanesine gittim bir gün. Biraz sohbet etmek istedim kendileriyle. Dünden bu güne Ulus’ta ne değişti kabilinden. Fakat sahibi bu konuda konuşmak istemediğini söyledi.
 
Kale içine girdiğimizde ise sinir başladı işte bende. Kalenin restorasyonu zaten sancılı. Aslı ile hiç ilgisi olmadığı gibi gerçekten taşlara bakılınca yapılan işin ne kadar uydurma olduğunu görüyorsunuz.
 
Asıl sancılı durum ise iki sokak altında yenileme çalışması diyerek el konulan evlerin yeniden inşası sürüyor. Ama kale içinde güya korumaya alınmış evlerin ise yanması ya da yıkılması bekleniyor. Bunun nedeninin hiçbir zaman çözemeyeceğim ben. At pazarı olarak bilinen yerden aşağı doğru inerken ise sıra sıra yapılan dükkânların çoğunun kapalı olduğunu görürüsünüz. Nedenini ben bilemiyorum.
 
Evet, Ulus’ta büyük bir plan gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Fakat ne hikmetse var olanı korumak, dokuyu bozmamak değil amaç, her tarafı yıkıp talan etmek gibi geliyor bana.
 
Bir gün önce de Hacı Bayram Caminin altındaki İsmet Paşa’ya gittim. Eski İsmet Paşalılar anlatır: eskiden oturanların aslında orta gelir grubuna ait insanlardan oluştuğunu, çoğunun memur olduğunu. İsmet Paşa diye bir mahalle bırakmamaya kararlı belediye. Oradaki pek çok binayı yıkmış zaten. Var olanlarda ise Urfa’dan gelenlerle, hani bu toplumda yaşamaları istenmeyen, olabildiğince toplumun dışına itilen, görünmez kılınan bir avuç insan kalmış. LGBT’ler var,  çoğu çalışamayan, ama yaşamak zorunda olan.
Bir de küçük yıkımdan arta kalan tek odalık yerlerdeki gazinolar ya da gazinomsu yerler var. Oradaki evler çok ucuz. Bazıları tek odalar halinde kiraya veriliyor. Yaşam çok basit, lükse ihtiyaçları yok insanların. Sadece temel ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bu da onlara yetiyor. Kendi çaplarında dayanışıyorlar da. Kimse açlıktan ölmüyor orada. Herkes birbirinin halini biliyor. Büyük sitelerdeki komşusunu tanımayan, aç mı, hasta mı bilmeyen, o bireyselleşme, yabancılaşma, hep daha çok, hep daha fazla, hep daha büyük özlemi ve çabasıyla yaşayanlar da yok İsmet Paşa’da. Bir ekmeği varsa paylaşıyor komşusuyla. Fakat belediyenin dozerleri girmiş oraya artık. Orada yaşayanların kısa bir süre sonra bilinmedik yerlere sürülmeye çalışıyorlar.
Son gittiğimiz yer ise biraz nostalji yapmak amacıyla, ilk açıldığında arkadaşımın da gördüğü Atakule idi. Ankara haritasında yıllar önce yerini alan, Ankara’nın ilk AVM’si “Atakule”, ilk açıldığı zamanı hatırlıyorum da, oğlum ilkokula yeni başlamış, kızım daha okula gitmiyordu. Şimdi orta yaşa yaklaşıyor. Dreamland de oyun oynamak için sıraya girmişlerdi. Kalabalıktı ve korkunç bir izdiham vardı.
 
Atakule ilk açıldığında yaşadığımız acı bir olay vardı. Hiç unutmuyorum; Kuleye çıkan, yeni Ezacı olmuş bir genç aşağı atlayarak intihar etmişti. Sonrasında Kule’nin etrafı yüksek camlarla çevrildi.
 
O kocaman çarşı iflas etti. Kapanmış. İçinde in cin top oynuyor. Kapı da genç bir güvenlikçi kalmış. Kule açık ama çarşının halini gördükten sonra çıkmak istemedik. Görevli ile sohbet ettik biraz, kulenin ne olacağına dair. Önceki sahibi Vakıflar Bankası. Ankara’nın yerli ailelerinden Tarman’lara devretmiş. Onlar da çarşı kısmını yıkıp yeniden AVM yapacaklarmış.
 
İniyoruz aşağıya parka. Kışın kar fotoğrafları çekmek için gitmiştim. İnşaat hali vardı. Yaz geçmiş gidiyor ama inşaat hali hâlâ devam ediyor. Yeşili yani ağaçları gün geçtikçe azalan parkta in cin top oynarken. Benim yaşadığım Şirintepe’de ise CHP’li belediye başkanı yeşil alanı talan ettiği için kaldırımda dizilen yaşlılar geldi birden aklıma.
Öfkelenmek istemiyorum aslında. Bu kenti ben seviyorum ama bu kentin başındaki yöneticilerin hiç biri beni, yani vatandaşını sevmiyor sanırım. Yapılanlara baktığımızda öncelik insan değil rant!

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam