17/10/2024 | Yazar: İlker Hepkaner

Dayanıştığımız gruplar hakkında araştırmalar yapsak da bizim bunun bir adım ötesine geçip görev aldığımız kurumları da dönüştürmemiz gerekiyor. Konu sadece çalışmayı yapıp yayınlamakla bitmiyor.

Olmadı baştan: akademide yöntem tartışmaları neden önemli? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

LGBTİ+’ların kimlikleri, cinsel pratikleri, ortaya koydukları hak arama örgütlenmeleri, sanatsal aktiviteleri, farklı güç odaklarıyla yapmak zorunda kaldıkları müzakereler ve aralarında kurdukları bağlar uzun süredir hem dünyada hem de Türkiye’de akademinin gözbebeği konulardan biri. LGBTİ+’lara dair bir şey çalışıyorsanız meslektaşlarınız tarafından “cool” algılanabildiğiniz sosyal bir ekonomi mevcut. Hal böyle olunca yapılacak akademik çalışmalar ve yazılacak tezler için LGBTİ+ öznelerin öz anlatı, bilgi ve birikimlerine başvuran araştırmacı sayısı her geçen gün artıyor. Elbette uzun süre akademik bilgi üretiminin dışına itilmiş bu konuların kendilerine akademik tartışmalarda yer buluyor olması önemli. Ancak bu konulara duyulan özel ve yoğun ilgiye müteakip “tezim için belirli bir sayıda LGBTİ+ bulmam lazım, yardımcı olur musunuz” minvalindeki talepler biz LGBTİ+’lar arasında bir süredir kimi rahatsızlıklara sebep oluyor. Araştırmasını yaptığı konunun öznelerine bu kadar uzak oldukları için mülakat yapacak birilerini bulamayıp LGBTİ+ oluşumlarını ve aktivistlerini tabiri caizse darlamak zorunda kalan araştırmacıların konuya bu grupların görünürlük ve mücadelelerine pozitif bir katkı yapmak yerine kariyerlerinde ilerleme kaygısıyla yaklaştıkları şüphesinin bahsi, aktivistlerle yaptığım birçok sohbette geçti. Kaldı ki bu tip sorunlar LGBTİ+ gibi katmanlı ve akışkan kimlikleri temel almış bir grubun kendi içerisinde de ortaya çıkabiliyor. Mesela ben cis bir geyim diye LGBTİ+’ları ilgilendiren her konuyu hakkıyla çalışacağım diye bir kaide yok. Hatta bazen kimi cis gey araştırmacılar olarak heteronormatif patriyarkanın şiddet dolu görüş ve pratiklerini istemeden yeniden üretirken kendimizi bulabiliyoruz. Bu nedenle tartışmanın araştırmaların kimler tarafından yapılması değil, nasıl yapılması üzerinde dönmesi uzun vadede bizler için çok daha faydalı. Bu tartışmalara ufak bir katkı yapmak için yola çıktığımda Müslüman bir aileye doğmuş birisi olarak Türkiyeli Yahudilerin kültürel miras pratikleri hakkında doktora yaparken edindiğim kimi kişisel deneyimleri, çalışmalarını heyecan ve gıptayla takip ettiğim araştırmacıların söyledikleriyle harmanlamak istedim. Sosyolog Cihangir Can’a, antropolog Elif Sarı’ya ve edebiyat tarihçisi Serdar Soydan’a örneklem ve araştırma yöntemleri konularında kafama takılanları sordum ve onların cevaplarından çok şey öğrendim. Bu yazıyı yazarken gördüm ki LGBTİ+’ları ilgilendiren konularda akademik araştırma yapacaksanız öznelere olası zararın engellenmesi için çaba gösterilmesi, öznelerle araştırmacı arasındaki mesafenin azaltılması ve terimlerin anakronik kullanımından kaçınılması konularına azami ölçüde dikkat edilmesi gerekiyor. 

Olası zararın engellenmesi

Doktora çalışmama başlarken bana özellikle üniversitelerin etik kurullarının sürekli sorduğu sorulardan bir tanesi Türkiye gibi Yahudi karşıtı söylemin gitgide yayıldığı bir ülkede Yahudilerin kültürel miraslarını incelerken onlara araştırmamın sonucunda gelecek zararı nasıl engellemeyi planladığımdı. Avrupa’da 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkmış anti-Semitik söylem ve pratiklerden ilham ve referans alıp konuyu Türkiye bağlamına boğucu bir inatla uygulayan Yahudi düşmanlarını sadece araştırma sonuçlarımla durdurmam imkânsızdı. Ancak araştırmamı yaparken ve yayınlarken benimle görüşmeyi kabul eden herkesin kimliğini üniversitemin etik kurulunun önerdiği şekilde korumaya gayret ederek ve hiçbir zaman gerçek isim kullanmayarak en azından benimle görüşenleri koruyabilirdim. 

Ancak konu tabi ki görüşme yaptıklarınızın isimlerini gizli tutmakla kalmıyor. Hatta bu belki de alabileceğiniz önlemlerin en kolayı. Özellikle LGBTİ+’lar için bazen kimliği açık yaşamamak hayatta kalmanın birincil koşulu olduğunda araştırmacılar çok daha farklı ve karmaşık önlemler almak durumunda kalabiliyor. Mesela antropolog Elif Sarı birlikte çalıştığı mültecileri korumak için yaptıklarını şöyle anlatıyor: 

“Mülteciler [...] homo/transfobik baskılardan ve şiddet ihtimalinden dolayı, sürekli kendilerini görünmez kılmaya, gündelik hayatta cisgender ya da straight olarak ‘pass’ etmeye çalışıyorlar. Benim araştırma sürecinde en çok dikkat etmem gereken nokta da onları işverenlerinin, iş arkadaşlarının, ev sahiplerinin ve komşularının yanında ya da şehirde sosyalleştikleri mekanlarda ‘out’ etmemekti. Dolayısıyla, mülteci olmayan yerel halkla konuşurken (ki genelde, “araştırman ne üzerine” gibi sorular geliyordu), LGBT mültecilerle çalıştığımı söylemedim, yalnızca “mültecilerle çalıştığımı” söyledim. Böylece, daha sonra yanımda gördükleri insanları “aa demek ki bu da LGBT+ imiş” diye kodlamalarını engellemeye çalıştım.” 

Elif Sarı’nın anlattıklarına baktığımızda her araştırmacının çalıştığı konunun ve coğrafyanın durumuna dikkat ederek zarar önleme konusunda ait olduğu eğitim kurumunun etik kurulunun önerdiklerinin bir adım ötesine geçip daha derinlikli bir sistem yaratması gerektiğini gösteriyor. Her araştırmacı için yeterli olacak bir önlem modeli yok, ancak her araştırmacının göz önünde tutması gereken bir katmanlılık mevcut. 

Olası zararın engellenmesi araştırmanın yazılma ve sonuçların paylaşılma evrelerinde de düşünülmesi gereken bir konu. Mesela sosyolog Cihangir Can cruising[1] yapan erkeklerle yaptığı çalışmayı yazarken cruising yapılan mekanları açık etmeme kaygısına sahip olduğunu sorduğum bir soruya cevap verirken anlattı ve ekledi: “[Cruising yapılan alanlar hakkında] çalışmamda küçük bir internet araştırmasıyla bulunabilecek mekânsal ayrıntının ötesinde ayrıntı vermiyorum (parkın tam olarak hangi bölgesinde cruising yapıldığı vs. gibi).” Cihangir Can’ın bu önlemi bize bazen sadece özneleri değil, onların pratiklerini de korumayı düşünmemiz gerektiğini gösteriyor.  

Öznelerle aradaki duvarları indirmek için yeni yollar denenmesi

Bir akademik çalışmada mülakatlara dayanarak analiz yapıyorsanız, o mülakatların olabilecek en etkin şekilde analizinizi değerlendireceğiniz veriyi size sağlaması gerekiyor. Bunun da yolu örneklemin sağlam yapılması ve mülakatlar sırasında araştırmacı ile mülakat yapılan arasında duvarların olabildiğince inmesinden geçiyor. Cihangir Can Cenevre’de cruising üzerine yaptığı araştırma hakkında ‘şimdiki aklıyla bir değişiklik yapsa ne olurdu’ soruma öznelerle aradaki duvarları indirmek üzerinden şu cevabı verdi: 

“Sahaya sık sık gidip sahada katılımcılarımla tanışmaya çalıştım araştırma boyunca. Sahada sık bulunmam, katılımcılarımın bazılarının göz aşinalığı olması güven ilişkisinin daha çabuk kurulmasına katkı sağladı diyebilirim. Keşke Fransızca biliyor olsaydım diyorum bazen.  [...] Dil bariyeri özellikle yabancı dil öğrenmeye kültürel sermayesi olmayan birçok kişiyle iletişime geçemememe neden oldu.  [...] Katılımcılarımla kendilerini en rahat hissettikleri dili kullanarak mülakat yapmayı isterdim, daha çok ayrıntıyı yakalayabilirdim belki Fransızca bilseydim.” 

Araştırmacıyla görüştükleri kişiler arasında dil bariyerine ek olarak bir de üniversite etik kurullarının dayattığı kimi araştırma pratikleri de mesafe koyabiliyor. Araştırmacılarla yakınlaşma ve bunu yaparken etik kurullarının önerdiği sınırların dışına çıkma konusunda Elif Sarı çok ilginç şeyler söyledi ve bir yol haritası bile önerdi: 

“Sahaya “araştırmacı” gibi steril bir kimlikle gittim –ama daha ilk ayım dolmadan, o kimliğin bana dayattığı sınırlarla yaşayamayacağımı fark ettim. Kendimi, kafamdaki “araştırmacı” denen figürün yapmaması gerektiğini düşündüğüm şeyleri yaparken buldum sürekli. [...] Zamanla kafamdaki bu steril “araştırmacı” figürünün, aslında sömürgeci beyaz adam olduğunu, kafamda idealleştirdiğim ve gerçekleştirmem gerektiğini düşündüğüm “araştırma etiklerinin” de beyaz-cis-hetero-patriarkal bilim pratiklerinden türediğini fark ettim. [...] Bizim, kuir, trans, non-binary gruplarla çalışan kuir, trans, non-binary kadın* araştırmacılar olarak (hele de hepimiz beyaz-normların dışındaysak) kendi araştırma yöntemlerimizi ve etik ilkelerimizi [...] geliştirmemiz, ya da hali hazırda yaptığımız şeyleri akademide “bilimsel etiğe uygun yöntemler” olarak kabul ettirmek için mücadele etmemiz gerekiyor.”   

Elif Sarı’nın önerdiği yol haritası aslında akademinin LGBTİ+’ları ilgilendiren konuların çalışılmasına alan açmasından sonra atılacak adımlara dair çok önemli bir şeyi hatırlatıyor. Dayanıştığımız gruplar hakkında araştırmalar yapsak da bizim bunun bir adım ötesine geçip görev aldığımız kurumları da dönüştürmemiz gerekiyor. Konu sadece çalışmayı yapıp yayınlamakla bitmiyor. 

Terim anakronizminden kaçılması

Doktora araştırmamda özellikle tarihin günümüzde nasıl kültürel bir ögeye dönüştürüldüğünü irdelediğim için, pek çok kez Türkiyeli Yahudilerin tarihte gerçekleştirdikleri toplu göç hareketlerini anlattım. Bu anlatım coğrafyaların tarih boyunca değişen isimlerini çok iyi öğrenip akıcı bir şekilde beni okuyan ve dinleyenlere aktarabilmemi gerektirdi. Bahsettiğim coğrafyalar bugün İspanya, Portekiz, Osmanlı’dan sonra ortaya çıkan -Türkiye dahil- Ortadoğu devletleri ve 1948 sonrası İsrail topraklarına denk geliyor. Ancak tarih boyunca farklı devletlere ev sahipliği yapmışlar. “Yahudiler 15. yüzyılda İspanya’dan Osmanlı Devleti’ne gelmiştir” veya “Birçok Türkiyeli Yahudi 20.yüzyılda İsrail’e göç etmiştir” cümleleri günümüzde dev diplomatik krizler çıkarma potansiyeline sahip, tarihi günümüzden oldukça yanlış okuyan önermeler. Kendi çalışmamda bulgularımı tarihsel kavramların akışkanlığı nedeniyle adeta bir mayın tarlasının ortasında kaleme aldığımı hissederdim. Bu kavram akışkanlığının LGBTİ+’ları ilgilendiren araştırmalarda ve bu araştırmaların yazımında nasıl bir zorunluluk yarattığını merak ediyordum. Kuir kimlikler ve kavramlar, varoluşları gereği, sürekli değişiyorlar, peki bu kimliklerin geçmişteki varlıklarını nasıl günümüze anlatmalıyız konusu kafamı kurcalıyordu. Bunu bir tarihçiye sormaya karar verdim. Bunun için Türkiye’de kuir edebiyat tarihi denince akla ilk gelen araştırmacılardan olan Serdar Soydan’a bir soru sordum. Edebiyat tarihçileri yazarların eserlerine ve hayat hikayelerine bakarken bahsettiğim sürekli değişme hali araştırma ve bulgu paylaşımı evrelerinde ne gibi zorluklar ve/veya imkanlar yaratıyor diye sordum ve Serdar Soydan soruyu harika bir örnekle cevapladı: 

“Otuzlu yıllarda, gazete ve dergilerin röportaj yapmak için sıraya girdiği Kenan Çinili adlı bir genç adam var. 1937-38 yıllarında hayatını kaleme alıyor ve bu metin, Erkek Elbisesi Altında 25 Yıl başlığıyla yayınlanırken yazarın ismi Kenan/Melekzat Çinili (Erkek-Kız) olarak veriliyor. Metni okumaya başlayınca da Kenan’ın deneyimini farklı şekillerde tanımladığını, bazı yerlerde çeliştiğini görüyoruz. Akışkan bir cinsiyet kimliği var sanki. Böyle bir durumda trans şemsiyesi altında, herhangi bir yerde, hatta yerlerde Kenan. Dahası Magnus Hirschfeld ‘transseksüel’ ya da ‘travesti’ kelimelerini kullanmış on on beş sene önce ancak bu kelimeler ve dahi kavramlar yaygınlaşmamış. Hele Türkiye’de, muhtemelen hiç bilinmiyor. (Bülent Ersoy bile seksenlerin başında eşcinsel değil, transseksüel olduğunu defaatle vurgulamak zorunda kalacak.) Kenan Çinili hakkında yazarken, eğer onu bir kalıba sokmak isterseniz, zorlanırsınız. Hatta bu imkânsızdır. Çünkü hiçbir kavram, kimlik, hiçbir elbise tam olarak üzerine uymaz. Bu yüzden tam tersi bir mantıkla, deneyimi ya da kişiyi tanımlamaya, ille de bir çatı, şemsiye altına sokmaya çalışmadan sadece var olanı ortaya koyarak var etmek, kaleme almak gerekiyor. Edebi metinlerin sunduğu malzemeyi de ‘olduğu gibi’, karışmadan, karıştırmadan yeniden dolaşıma sokuyorum.”

Serdar Soydan’ın söyledikleri tarihe bugünün gözlükleriyle bakmamak için yapmamız gerekenleri özetliyor. Ancak bence buradan farklı bağlamlardan ve yakın tarihte dahi çeşitli kavram ve pratiklerden bahsederken aynı ihtimamı göstermemiz gerektiğini de çıkarmak mümkün. 

Sonsöz

Araştırmacılarla yaptığım bu fikir alışverişi bana iki konudaki düşüncelerimi tazeleme ve genişletme fırsatı verdi. Bu konulardan ilki araştırmaların her zaman araştırmayı birlikte ya da hakkında yaptığımız öznelerin seslerini, isteklerini ve somut gerçekliklerini önceliklendirmenin gerekliliğiydi. Araştırma sonrasında kariyerimizin ilerlemesine ek olarak araştırma konusunda ortaya çıkarılacak somut gerçekliğin olabildiğince fazla insana ulaşmasına çabalamanın, bunu yaparken de kendi zaman ve coğrafyamızın kalıplarını bu somut gerçekliğe empoze etmememizin önemini bir kere daha gördüm. Ancak somut gerçekliğe bağlılık önümüze sürülen her şeyi bizden öncekiler gibi yapmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Araştırma yaparken yöntemleri sadece ‘dikkatli kullanmamız gereken’ gerçeği ortaya koyma araçları olarak değil, aynı zamanda ‘dönüştürmemiz gereken’ araçlar olarak düşünmemiz gerekiyor. Her araştırmanın kendi bağlamı içinde tasarlanırken bizden sonra gelecek araştırmacılara yeni olasılıklar gösterme potansiyeli var, bunu unutmadan ilerlemek parçası olduğumuz topluluklar için faydayı azami seviyeye yükseltebilir.   

Bu yazıda bahsettiklerime ek olarak başka pek çok yöntem sorununun olduğuna ve bunların tartışılması gerektiğine eminim. Ancak umarım bu yazı kesin uyulması gereken bir liste görevini görmekten çok, yöntem tartışmasının devam edip olabildiğince kapsayıcı hale gelmesine davet niteliği taşır. En nihayetinde araştırmacılar olarak birincil sadakatimiz bilginin etkin ve açık bir şekilde üretilmesine doğru. Buraya çıkacak yollar her zaman dosdoğru gitmek zorunda değil ve ancak araştırmacılar olarak uzun uzadıya tartışılarak güvenli bir şekilde yol alabiliriz. 

Kaos GL Dergisi bir tık uzağınızda

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Moda dosya konulu 183. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notabene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


[1] Cruising’in lubuncası çark yapmak, çarka çıkmaktır.



Etiketler: insan hakları, kültür sanat, yaşam, eğitim
İstihdam