16/06/2022 | Yazar: İlker Hepkaner

Onur Ayı’nı Kaos GL dergisi “Kesişimsel Aktivizm” sayısından yazılarla kutluyoruz.

Olmadı baştan: Akhilleus’un dalga dalga yayılan şarkısı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Geçen yaz Londra’da yaşayan sinema yazarı arkadaşım Umur Çağın Taş’ın yoğun ısrarı üzerine Madeline Miller’ın kitabı Akhilleus’un Şarkısı’nı internetten sipariş etmiştim, ancak Kasım’ın sonuna doğru kitabın kapağını hâlâ kaldırmamıştım. Normalde Umur’la aramızdan su sızmasa da kültürel beğenilerimiz oldukça farklı. Benim sevdiğim şarkılardan o nefret eder, onun her filmini ezbere bildiği yönetmenlerin filmleri bazen bana sinema sevgimi sorgulatır. Başka yakın arkadaşlarımda olduğu gibi kültürel ürünlerin bizi birbirimize yakınlaştırması gibi bir durum genelde onunla deneyimlediğimiz bir şey değil. Hatta birimiz bir diziyi veya filmi diğerinden önceden izleyip beğendiyse diğeri “ben kesin sevmeyeceğim demek ki” diye bu uyumsuzlukla biraz da dalga geçerek izlemeyi geciktirebiliyor. Bu nedenle Umur kitabı okumam konusunda ısrar edince, onu kıramayıp kitabı aldım ama belki de onunla anlaşamamamızın etkisiyle okumayı erteledim. Akhilleus’un Şarkısı’na başladığımda artık neredeyse hiç yaşamadığım bir şey oldu: tanıdığım tanımadığım birçok insan kitabı o kadar sevmiş, kitaba o kadar hayran kalmış ki bunu benimle konuşmak için bir anda etrafımı sardılar. Kitabı sosyal medyada paylaştığımda bir sürü mesaj aldım. Tanımadığım insanlar yanıma en garip yerlerde gelip bana kitabı övdü. Bu da bana en son bir kitabın bunca insanı ne zaman birbirine yakınlaştırdığını düşündürttü. Buna ek olarak kitap hakkında benimle konuşmak isteyen herkesle lubunya ortamlarda tanışmış olmam, bana lubunya hikâyelerin ve queer tarihçiliğin önemini yeniden hatırlattı. Ancak tüm bu olanların ışığında kitabın mucizevi bir araya getiriciliğini gözler önüne serebilmem için konusundan biraz bahsetmem gerekiyor.

Akhilleus’un Şarkısı’nın derdi ne?

Akhilleus’un Şarkısı, Yunan mitolojisinin yarı-tanrı savaşçılarından Akhilleus’un hikâyesini Homeros’un İlyada’da Akhilleus’un sadece “arkadaşı” olarak andığı Patroklos’un ağzından anlatıyor. Savaşçı, inatçı, adaletli ya da kızgın Akhilleus’u tanıyoruz ama “aşık” Akhilleus neye benzer sorusunun yanıtını bilmiyoruz. Kitabın yazarı Madeline Miller kurguya kapıları sonuna kadar açan bu soruya oldukça akıcı bir dille yanıt verirken, bu iki adamın arasındaki aşkı sarsıcı bir duygu yoğunluğuyla okuyucuya anlatıyor. Antik Yunan tarihi eğitimine sırtını yaslayan Miller’ın yaklaşık on senede yazdığı 2011 tarihli bu kitap bir sene sonra Türkçe’ye Seda Çıngay tarafından kitabın İngilizce’deki dili ve üslubundan hiçbir şey kaybettirmeyecek şekilde kazandırılmış. Yani Akhilleus’un Şarkısı çok güzel, çok duygusal bir şarkı ama Spotify algoritması yüzünden kısalan pop şarkıları gibi, akıcılığı ve kolay okunurluğu sayesinde hemencecik bitebiliyor.

Homeros İlyada’da üstünkörü şekilde anlatsa da, kitabın yazarına göre Akhilleus ile Patroklos’un arasındaki ilişki sadece bir arkadaşlık ilişkisi değil. Miller bunun ipuçlarını kitabın en can alıcı yerinde, Akhilleus’un Patroklos’un başına gelen trajediye verdiği tepkide buluyor. Kitap bu nedenle bu ikilinin ilişkisinin hep platonik olarak anlatılan versiyonunu reddederken hikâyeye zorla kuir bir okuma dayatıyor diyemeyiz. Belge eksikliği ve hikâyenin zaten tarihten daha çok mitolojiden besleniyor olması nedeniyle hikâyenin bu versiyonuna kuirleri merkeze alan bir tarih anlatıcılığı da diyemiyoruz. Ancak tarihte yer alan kimi ipuçlarına bakıp “acaba” sorusunu soran bu kitap için kuir bir tahayyülün sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla süslenişi diyebiliriz. Galiba kitabın özellikle etrafımdaki gey arkadaşlarım tarafından bu kadar sevilmesinin nedenlerinden biri bu.

Kitabın başlattığı muhabbetler

Kitabın mitolojiye kuir bir alternatif önermesi ilk sayfalarda belli değil, ancak kitap üslubunun akıcılığıyla her okuyucuyu içine çekebilecek özellikte. Belki de bu nedenle benim gibi sabırsız bir okuyucu bile kitabı iki saatlik bir uçak yolculuğunda yarılayabiliyor. Kitabı yazın aldım, kitabın yarısı plajlarda, denizlerde, adalarda geçiyor diye belki de kitabın öteki yarısını kilometrelerce uzanan Miami plajları arasında “gey plajı” olarak bilinen plajlardan birinde, Sebastien Street Beach’te okumaya devam ettim. O sırada başıma ilginç bir olay geldi.

Tüm günü yan şezlongda sevgilisine sarılarak geçiren ve bu tip plajlarda “şöyle bir etrafa bakınayım da bir iki yakışıklı insan göreyim” eylemini hiç mi hiç yapmamış komşumuz (yapmadığını biliyorum çünkü kitaptan başımı kaldırdığımda bu ikilinin etrafıyla hiç ilgilenmiyor oluşu gözüme takılmıştı) eşyalarını toplayıp plajdan ayrılırken yanıma geldi ve bana “şu hayatta en sevdiğim kitabı okuyorsun, umarım sen de benim kadar sevmişsindir” dedi. Ben daha sadece teşekkür ederim demişken de yanımdan uzaklaştı, kitap hakkında daha fazla konuşamadık. Bir plajda yaşadığım en entelektüel etkileşim olan bu kısa muhabbet bana kitabı böyle seven bir ben değilim demek ki diye düşündürttü. Tam o sırada New York’tan arkadaşım O. kitabı okuduğuma dair attığım Instagram hikâyesine şöyle bir cevap verdi: “Akhilleus’un Şarkısı’nı mı okuyorsun?????? Kitabı yazın kütüphanemin bir köşesine tıkarken kim derdi ki bir yarı-tanrı’nın gey aşkı edebiyat tanrılarını işe koşacak ve etrafımdaki bir sürü gey bir anda benle bu kitabı konuşmak isteyecek?” (Umur’un burada kıs kıs güldüğünü tahmin edebiliyorum.)

O. ile çok güzel bir arkadaşlığımız var ancak o mesaja kadar daha sadece geçen Nisan’da tanıştığımız için muhabbetlerimiz genelde RuPaul’s Drag Race, kimi Netflix dizileri ve New York’un gey merkezli gece hayatında başımızdan geçenlerden öteye gitmezdi. Yaşlarımızın yakınlığı, kariyerlerimizin benzerliği, göçmenliğimiz ve geçmiş hayatlarımız (o Kenya’da doğmuş ve New York öncesi Londra’da yaşamış, ben Türkiye’de doğdum ve New York öncesi Paris’te yaşadım) oldukça birbirine benziyordu aslında, ancak arkadaşlığımızı derinleştirecek ayrıntıları henüz yakalamamıştık. O. Akhilleus’un Şarkısı hakkındaki mesajı atınca televizyon veya gece hayatı gibi “ışıltılı ve sabun köpüğü” konuların yapamadığını “yavaş, derin ve sarsıcı” bir konu olan kuir edebiyat yapmış oldu. Mesajı üzerine kitaptan, yazarın diğer kitabı Circe’den, edebiyatın bize ne ifade ettiğinden ve yeni yazı projelerimizden bahsettik. Akhilleus’un Şarkısı beni hiç tanımadığım adamlarla plajlarda muhabbetlere zorlamakla kalmadı, her hafta sonu gördüğüm bir arkadaşımla bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı.

Tatilin ilk iki gününde kitabın etrafında sürekli bir şeyler yaşadığım için, eşim Avi ben kitabı bitirince kendi okuduğu kitabı bıraktı ve hemen Akhilleus’un Şarkısı’na başladı. Avi Hindistan’da büyürken kuirliğini Antik Yunan’da geçen gey hikâyelerini anlatan Mary Renault’nun romanlarıyla keşfetmiş. Kitabı bitirdiğinde bana bu romanın aslında sadece Antik Yunan mitolojisinden değil aynı zamanda Renault’nun başını çektiği çok önemli bir kuir edebiyat geleneğinden beslendiğini hatırlattı. Bu da bana Akhilleus’un Şarkısı’nın bu kadar kuir seveninin olmasının arkasında iyi bir pazarlama stratejisinden daha katmanlı bir oluşum olduğunu düşündürttü.

Öncelikle farklı ülkelerde büyüyüp yolu benzer yerlerde kesişen bu kadar insanın bu hikâyeyi beğenmesinin ortak nedenlerinden biri Avrupamerkezcilik. Antik Yunan mitolojisinin “mitoloji” adıyla tüm dünyada öğretiliyor olması, Avrupamerkezci kültürün mutlaka bilinmesi ve merkeze oturtulması gereken kültür olarak addediliyor olmasıyla yakından ilintili. Akhilleus’un Şarkısı’ndaki olaylar Ege sahillerinde mitleştiriliyor. Coğrafi olarak benim doğup büyüdüğüm topraklara ait olan bu hikâye, aynı zamanda benim Türkiye’de örgün öğrenim gördüğüm geç 1990’lar ve erken 2000’ler döneminde Türkiyeliler olarak ait olduğumuz (ya da aidiyet iddiasında bulunduğumuz) Avrupa kültürünün temel taşlarından birisi. Avrupamerkezciliğin siyaset ve kültürdeki dominasyonu nedeniyle şimdiki Türkiye’de geçen bu hikâye dünyanın neresinde olursa olsun küresel elit grupların ve orta sınıfların da önem verdiği bir hikâye. Hindistan ve Nijerya’da büyümüş arkadaşlarım bu hikâyenin içeriğine hâkim, o yüzden bu hikâyenin içinde kurulan kuir bir aşk hikâyesi tek başına ayakta kalabiliyor. İşin ilginci, onlar Avrupamerkezci kültürün bu temel hikâyesini bilse de, ben onların yerel mitolojileri hakkında çok az şey biliyorum. Aynı şekilde arkadaşlarım da Türkiye halklarının Antik Yunan dışındaki mitolojilerini bilmiyorlar. Fakat Avrupamerkezciliğin dayattığı ortak payda bizleri böylesi bir hikâyede bir araya kolayca getiriyor. Yüzlerce yıldır çevrede kalan kültürlere, azınlıklara ve yerli halklara kök söktüren Avrupamerkezciliğin iyi bir şey yaptığı üç ya da beş örnekten biri galiba böylesi kültürlerarası köprüler.

Buna ek olarak Akhilleus’un Şarkısı Türkiye’de lubunya bir çocukken bize (ve dünyada diğer çocuklara) söylenen yalanlardan birinin altını dolduruyor. Biraz önce bahsini geçirdiğim örgün eğitimde Antik Yunan’ı “eşcinselliğin makbul olduğu” ve coğrafi olmasa da zamansal olarak uzak bir dönem olarak öğretildiğini hatırlıyorum. Bu anlatının doğrudan söylemediği şey eşcinselliğin eski bir döneme ait olması ve Türkiye’de güncelliğinin reddediliyor olmasıdır. (Antik Yunan’ın güncel coğrafyadaki karşılığı evlilik eşitliğini 2001’de sağlayan Hollanda’ydı. Hatta eşcinsel olarak açılanlara “Türkiye’de hakkını savun(alım)” yerine “Hollanda’ya git” denirdi.) Bu açıdan baktığımızda Akhilleus’un Şarkısı bu öğretilerde eski zamana ait olduğu tekrar tekrar öğretilen bir aşk hikâyesini anlatıyor. Ancak kitap eşcinsel bir aşkın hikâyesini geçmişte ve mitolojik kahramanların arasında anlatsa da bu ilişkilerin hâlâ göğüs gerdiği güncel pek çok sorundan da bahsediyor. Mesela Akhilleus ve Patroklos, Akhilleus’un annesinin sürekli baskısı altında kalıyor, hatta bir noktada ilişkileri Akhilleus’un annesinin onu bir kadınla evlendirme komplosu nedeniyle sarsılıyor. Kitap bu düşüncedeki ebeveynlerin artık ezberlediğimiz tepkilerini yenilemesine sebep vermiş. Mesela kitabın kimi web sitelerindeki güncel eleştirilerinde özellikle Türkiyeli muhafazakâr ebeveynlerin “bu kitabı çocuğuma asla okutmam çünkü eşcinsellik propagandası yapılıyor” yazdığına şahit oldum. Kitaba gelen bu eleştiriler bana gösterdi ki eşcinselliğin propagandayla yayılan bir şey olmadığını, kültürel ürünlerin insanların cinsellikleri üzerinde etkiye sahip olmadıklarını, ancak özgür düşüncenin insanları kendilerini ifade etmekte onları daha donanımlı ve cesur hale getirdiğini defalarca anlatmaya bir süre daha devam etmek zorundayız.

Sonuç

Akhilleus’un Şarkısı’nın bana yaşattıklarını gördüğümden beri çok uzun zamandır pop müziğe ve televizyon dizilerine teslim ettiğimiz kültürel referanslar oluşturma görevini edebiyatın geri alabilme ihtimali üzerine düşünüyorum. Duygu yerine hikâyenin ön plana çıktığı, düşünmektense eğlencenin geçer akçe olduğu ana akım medya ve popüler kültürde LGBTİ+’ların gerçekçi ve bizlerin hak mücadelesine faydalı şekilde temsil edilmesi için mücadele ederken, daha uzun soluklu hikâyelerin edebiyatta anlatılışının önemini unuttuk mu diye kendime soruyorum. Belki de Akhilleus’un Şarkısı’nın bu küçük örneklem üzerinde biz kuirlere anlatacağı şey sanatın ve edebiyatın her noktasında hikâyelerimizin gölgelerden çıkarılmasının toplum içindeki yerimizi almamızda, bir araya gelişimizde düşündüğümüzden daha büyük bir etkiye sahip oluşudur. Bu nedenle kuir edebiyata kendi zevkimiz için okuduğumuz, sınırlı ve topluluksal bir oluşum olarak bakmak yerine bizleri bir araya getirebilecek, ufuk açıcı ve toplumsal bir oluşum olarak bakmanın vakti belki de geldi. Kitabı Kasım’a bırakmam gibi geç kalmayalım.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Kesişimsel Aktivizm dosya konulu 182. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
nefret