07/06/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

İçimden yazı yazmak gelmiyor. Bu aralar kazara ölesim bile yok. Türk Bayrağına sarıp bir toprağın altına yollayacaklar diye ödüm kopuyor.

İçimden yazı yazmak gelmiyor. Bu aralar kazara ölesim bile yok. Türk Bayrağına sarıp bir toprağın altına yollayacaklar diye ödüm kopuyor. Ölen herkesi “şehit” ya da “kahraman” ilan ediyoruz çünkü. Her ölüme anlam yüklüyoruz. Her ölümün makul bir sebebi vardır demeye çalışıyoruz. Oysa hiçbir ölümün doğal olanı hariç makul bir sebebi yoktur ve “her ölüm erken ölümdür” şairin dediği üzere. Etrafımızda yüceltilmiş ömürler, kutsanan ölümlerle dolu bir şehir var.
 
Hiçbir şeyin hayat kadar değerli olamayacağını unutalı çok oldu. Biz artık namlunun ucundaki ömürlerimizle gurur duyuyoruz. O da yetmiyor Sünniler Sünni olmakla, Türkler Türklükleriyle, Kürtler Kürtlükleriyle gurur duyuyorlar. Üstelik bu gurur duyma işini efendilikle değil, kara bir üslupla, faşizan bir tutumla süslüyorlar. İnsanları özel kişilikleriyle değil Kürt ya da Türk, Musevi ya da Müslüman oluşlarına göre haberlere yerleştiriyoruz. Liseli bir çocuk okulun girişindeki otomatik kapı yüzünden can veriyor. O’na kimse şehit demiyor. Çünkü o “kutlu” bir mücadelenin neferi değil. Olsa olsa üçüncü sayfanın  bir parçası olacak veya Star TV’nin haber bülteninin acılı mezesi. O’nun ailesinin siyasi bağları olmadığı için muhtemelen hiçbir zaman uluslararası piyasaları etkileyemeyeceği için bu ölüm o asla ve asla önemli olmayacak. Her ölüm adice diyoruz; ama ölümün üstünden prim yapmanın da ne kadar adice olduğunu unutuyoruz. Akşam gazetesinde Oray Eğin “İsrail’den az turist gelecek” diye ah vah yapıyor. İslamcı basında bir savaş havası. Entelektüel İslamcılar savaş bayrağını açalı çok olmuş. Tabutları yeşil ve kırmızı bayraklara sardık. Normal şartlarda yeşil ile kırmızı yan yana gelince kıyamet kopan ülkemizde bugün her “tekbir” bir özgürlük simgesi.
 
Tüm bunları düşünürken aklıma bir anda İran geliyor. İran’daki kadınları, eşcinselleri, mağdur aydınları kurtarmak için birkaç kamyon kiralayıp yola çıkmak istiyorum. Hadi diyeceğim tüm İslamcılara, “gelin, bana katılın”, özgürlükse derdiniz, gelin özgürlükten en mahrum olanlara, bireysel hakları da kamusal hakları da en üst düzeyde ihlâl edilenlere yardım edelim. Sonra birkaç kamyonla da Kandil’e gitmek istiyorum. Oradaki gençlere yardım etmek istiyorum. Mücadeleyse, mücadele, gelin hadi benimle diyorum savaş meraklısı militaristlere. Hani barış adına giden gemiler sizin savaş talebinizle döndüler ya oradan, gelin bir başka özgürlük savaşına omuz verin. Gelin biraz özgürlüklerine tecavüz edilen “ötekileri” koruyalım beraber.
 
Cevap vermiyorlar. Veremezler de zaten. Haber bülteni bitti. Heteroseksüel, mümkünse erkek, Türk, Müslüman ve Sünni olmadığımız için hazırlanmış gibiydi her şey. Çok duygulandım denemez. Ben artık sadece sinirleniyorum televizyon izlerken. Çünkü bütün kadınlar anne ya da fahişe olmak zorunda medyada, bütün iyi erkekler mert ve “milliyetçi”. Gariptir. İçimden televizyon izlemek gelmiyor bu aralar. Çünkü ne Bihter’in ne giydiği ilgilendiriyor beni, ne Behlül’ün güzel gözleri. TMK mağduru çocukları yazmış bir yazar. O’nun satırlarında geziyor gözlerim. İçimden gelmiyor buralarda kalmak…
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam