28/02/2011 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu
Ülkenin seçim sathına girdiğini görmemek mümkün değil.
Ülkenin seçim sathına girdiğini görmemek mümkün değil. AKP’nin sert üslubu ve iktidarın bütün nimetlerinden faydalanma yöntemleri bunu gösteriyor. Pek yakında yerel idareler; bulgur, fasulye, un, kömür dağıtımına başlar. Önümüzdeki seçimin en önemli tartışma alanlarından bir tanesinin de, başkanlık sistemine geçiş sağlayacak bir anayasa olacağı da şüphesiz gibi görünüyor.Önümüzdeki Haziran seçimlerinden çıkacak Türkiye’ye demokratik, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü bu ülkeye yerleştirebilecek, bireyin haklarını devletin tahakkümüne karşı da koruyabilecek, bugünkü vesayet anayasasının yerini alabilecek bir konsensüs anayasası çıkarabilecek bir meclisin önümüzdeki seçimlerde seçilebilmesi için bazı asgari şartlar var:
1) Haziran’da seçilecek ve 24. Yasama Dönemi’ne başlayacak TBMM’nin böyle bir anayasayı çıkarabilmesi için bu ülkede konsensüsün sesi olması gerekir. Halihazırdaki yüzde on barajı ile böyle bir konsensüs çıkarabilecek bir meclisin, Türkiye’deki seçim sistemi ile çıkması mümkün değil. Hükümet hangi partiden çıkarsa çıksın, ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet partileri hangi partiler olursa olsun, Venedik Kriterleri’ne de uymayan bu yüksek baraj seviyesi ile ülkede büyük kitleler ve bütün azınlıklar temsilsiz kalmakta. Yüzde on barajı kaldırılmalı veyahut ciddi bir şekilde aşağı indirilmeli.
2) Basın özgürlüğünün olmadığı, iktidarın başta medya patronları olmak üzere; bütün gazeteci ve basın yayın organları üzerinde kurmaya çabaladıkları baskılar, dolaylı dolaysız para cezaları, hapis tehditlerinin olduğu bir ortamda ne hür seçimler ne de o seçimlerin sonunda halkın iradesinin sağlıklı tecelli edebileceği bir meclis gerçekleşir. TBMM içinde bulunduğu 23. Yasama dönemi bitmeden sağcı, solcu, ulusalcı, Kürt demeden fikirleri nedeni ile hapiste yatan bütün gazetecilerin serbest kalmasını sağlayacak bir af kanunu çıkarmalı.
İktidar partisi AKP’nin ve onun hükümetinin de 21.yüzyıla yakışır Türkiye’yi, değişen dünya şartlarına bakarak hür ve adil seçimlere götürmesini beklemekteyiz. Lafla peynir gemisi yürümüyor. Dünyada demokrasiyle idare edilen ülkelerin tarihlerinde iktidar yalakalığı yapan, “en büyük sizsiniz” diyen satılmış bilim adamları, entellektüeller ve sanatçılar hep olmuştur. İktidardan nemalanmak için “ekonomimiz için böyle bir hükümet görmedik” diyen iş adamları hep vardır. Bütün demokrasi çarpıklıklarına, insan hakları ihlallerine rağmen, bu ülkelerin liderlerine ödüller ve övgüler yağdıran, destek veren dış güçler ve aslında kendi çıkarlarını güden “dost ve müttefik(!)” başka ülkeler ve onların hükümetleri var ola gelmiştir. Bu dost ve müttefiklerin dönüvermeleri gün meselesidir! Çünkü demokrasilerde aslolan; bir ülkedeki halkın, iktidara nasıl baktığıdır. Gün gelir, devran döner. Otuz sene baştacı ettiği milletin babası diye bilinen insandan “30 senelik iktidarın sonunda, sene başına 1 milyar dolar serveti nasıl yaptın?” diye soruverir! Bir de bakmışsınız ki, güvendiğiniz dağlara kar yağıyor. Servetinizi sakladığınız, çocuklarınızı okuttuğunuz bir numaralı dostunuz zannettiğiniz ülkelerin liderleri de, sizden hesap soran halkınıza hak veriyor!
Bir de sorum var: Bugüne kadar dünyada duyduğumuz en kötü Wikileaks “iftiraları” arasında olan başbakanı İsveçre’de gizli hesapları olmakla, maliye bakanını Türkiye’deki basına hükümet eliyle müdahale etmekle, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu’yu uyuşturucu kaçakçılığı ve sübyancılıkla, oğlunu da mafya bağlantılı olmakla itham eden ABD diplomatları kaynaklı “iftiralar”ını incelemek ve gerekeni yapmak için kurulan AKP Komisyonuna ne oldu? Gündemden mi düştü, hiç sesi soluğu çıkmıyor? Demokrasilerde, iktidarda olanların böyle çok ağır suçlamaların “iftira” olduğunu söyleyip herkesin buna inanmasını beklemesi, demokrasinin şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri ile bağdaşmaz.
Seçim sathına girdiğimiz ve seçim konuları başında “başkanlık sisteminin” geldiği bugünlerde ben, hükümetten ülkeyi germek, Kıbrıs’taki azınlığa “besleme” demek, basın hürriyetini daha da kısıtlamaya çabalamak yerine, ülkenin önünü açacak, korkusuz ve tehditsiz bir ortamda konuşup tartışabileceğimiz demokratik bir ortam yaratmasını bekliyorum. Gazetecilerin seslerini kısmaya çalışmak yerine, kendilerine “dost ve müttefik(!)” bir ülkenin diplomatları tarafından yöneltilmiş, “iftiralardan” arındırmalarını bekliyorum. TBMM’nden yukarıdaki önerilerime bir ses vermesini bekliyorum. Başbakan’ın kendisine Gaddafi tarafından verilmiş ödülü iade ederek diktatör başkan yerine başkaldıran Libya Halkının yanında yer almasını umuyorum.
Demokrasinin olmazsa olmazlarından olan bu tolerans, şeffaflık ve azınlıkların da haklarının garantiye alınması, dengeli kuvvetler ayrımı, hür basın olmazsa ne olur? Türkiye Cumhuriyeti, Arap ülkelerine örnek gösterilmiyor mu? Eski tas, eski hamam devam ederiz. Bilmem farkında mısınız? Bu hafta Yoweri Museveni ülkesi Uganda’nın başkanlığına oyların 68%’ini alarak dördüncü kez seçildi! Her ne kadar başta AB gözlemcileri olmak üzere seçimleri takip eden bütün gözlemciler ve muhalefet, seçimlere itiraz ediyorlarsa da, ne de olsa Musevini ülkeyi zaten 25 senedir gül gibi idare ediyor! Biz de başkanlık sistemine geçeriz; istikrarlı iktidarı garantiye alırız. Ha Türkiye Cumhuriyeti, ha Uganda Cumhuriyeti. Oh, mis!
Etiketler: yaşam, siyaset