04/07/2023 | Yazar: Sa Bahattin

Tünele doğru gidiyorum, polis! Karaköy’e iniyorum, polis! Galata Kulesi çevresi, polis! Her tarafta polis, polis, polis vardı.

Onur(suz) Yürüyüşü(m) Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Mertcan Bükülmez

25 Haziran Pazar günü, İstanbul’da, 31. LGBTİ+ Onur yürüyüşü olacak(tı). Engellemeye çalışacaklarını, türlü türlü zorluk çıkaracaklarını biliyordum. Yine de, onur ayı boyunca yapılanlar ve bir hafta önce zor da olsa ‘çatlaklardan sızan’ Trans Onur Yürüyüşü inancımı arttırıyor; yürüyüş komitesinin kolay kolay geri adım atmayacağını, varlığımızı ve haklılığımızı savunmak için orada olacağını düşündürüyordu bana. Zaten birkaç yıldır bütün baskılara rağmen kısa da olsa bir an nefes alındığını, bir yerlerde basın açıklamasının okunduğunu biliyordum. O halde bu yıl ben de orada olmalıydım.

Bir devlet memuru olduğumdan uzunca bir tatil sunulmuştu önüme. Bunun bir gününü, kimliğime sahip çıkanlarla hissettiğim gönüldaşlığımı göstermek için kullanabilirdim. Bu yüzden Cuma akşamüzeri kalktım İstanbul’a gittim. Yüzmeyi çok sevdiğimden, (e mevsimi de gelmişti hazır) ilk gecemi şehirde değil de Büyük Ada’da geçirmeye karar verdim. Cuma gece yarısında vardığım adada bir kadeh rakıyla bayıldığım geceden sonra, cumartesi gününü plajda, ertesi günün heyecanını duyarak kafamdan türlü türlü hayaller kurarak geçirdim.

Pazar günü gelip çattığında, sabah 7’de otelden ayrılmış, 9.30’da Kabataş’a varmıştım. Cihangir sınırlarında olduğunu görüp internet üzerinden oda ayırttığım otelin bu kadar erkenden odama girmeme izin vermeyeceğini biliyordum. Yine de bavullarımı bırakıp hareketimi kolaylaştırırım diye düşünerek taksiye “Defterdar Yokuşu’na gidelim” dedim. Yokuşun başına geldiğimizde polisleri ilk fark eden şoför oldu. “Beni oraya çıkartmazlar abi. Seni burada indireyim ben” denilerek taksiden indirildim. O gün, gün boyunca, polisleri fark etmemenin mümkün olmayacağını, attığımız her adımda onların (bu baskının) varlığını hatırlamak zorunda bırakılacağımı bilmiyordum.

Yokuşun başında inip Cihangir meydanına doğru çıkarken, aksanından İngiliz olduğunu düşündüğüm bir kadın, kıyafetimden dolayı benim de “yabancı” olduğumu varsaymış olacak ki “You are not going that way, are you?” [O yöne gitmiyorsun, değil mi?] diye bir soru yöneltti bana. Ben de, tam da o yöne gidiyor olduğumu ifade edince “Çok büyük bir protesto gösterisi olduğunu, her tarafın kapatıldığını, bunun çok çok üzücü bir olay olduğunu” söyleyerek yanımdan geçti. Bir kapatılma olacağını bekliyordum, o yüzden kadına sadece gülmüştüm. Ama bugün tanık olacağım kapatmanın daha önce gördüklerime hiç benzemeyeceğini hâlâ idrak edememiştim.

Otel sorumlusuna gerekli açıklamalarda bulunup bavulumu resepsiyonda bıraktıktan sonra Cihangir’deki biricik vegan restorana doğru yürümeye kalkıştım. Her yürüyüşüm onur yürüyüşü olacak ki, üç dakikalık yürümeden sonra ilk polis bariyeri ile karşılaştım. Durumu anlayamadığımı, restorana gitmeye kalktığımı söylememe rağmen polis bana “Kendisinin de bu uygulamayı pek tasvip etmediği ve henüz onların da kahvaltı etmediği” bilgisini aktardı. Dahası, bu memurun arkasında durarak bizi dinlemekte olan amiri de “Aşağıda bir sürü kahvaltıcı var, git orada ye” demekten alamadı kendini.

Bunun ciddiye alınmayacak bir gövde gösterisi olduğunu düşünerek sağdaki yollara sapa sapa ‘henüz kapatılmamış’ yokuşlardan ine çıka, yer yer büyük umutsuzluğa kapılarak sonunda Vegan Dükkan’a vardım. Dükkanın bulunduğu sokağın başı kapatılmıştı. Benim girdiğim arka yol ise yemek sonuna kadar kapatılacaktı. Saatler ilerledikçe, Cihangir’i olası bir şekilde Taksim Meydanı’na bağlayacak tüm yollar kapatılıyordu. Ben de İnstagram’dan @istanbulgaypride hesabını sürekli güncelliyor, yeni bir şeyler yazdılar mı diye dakika başı kontrol ediyordum. Ama sanırım günün en kritik/stratejik hatasını burada yapmıştım. Ben instagram üzerinden yazılacak bir cümleyle buluşma potansiyeli olan yere yönelmeye hazırken, gerçek olay Twitter’da dönüyormuş. Bunu ancak ertesi gün fark edecektim.

Bir an, takip ettiğim hesabın paylaştığı bir gönderinin altına “Neredesiniz?” yazarak sorayım diye düşündüm. Polislerin bu hesapları yakından takip ediyor olduklarını ve böyle bir şey yaparsam hem arkadaşlarımın yerini öğreneceklerini hem de beni mimleyebileceklerini düşünerek bu davranıştan vazgeçtim. Düşünün, ben bu kadar korkaktım!

Tünele doğru gidiyorum, polis! Karaköy’e iniyorum, polis! Galata Kulesi çevresi, polis! Her tarafta polis, polis, polis vardı. Saatler geçti. Yokuş çıkıp-inip polislere ricalarda bulunmaktan usandım. Bir ara vapura atlayıp Kadıköy’e gittim, çok geçmeden geri geldim. Beşiktaş’tan dolmuşa bindim. Meydana bayağı yaklaşabildim. Hava kararmak üzereydi ve etraf hâlâ polis kaynıyordu. Yürüyüp Gezi Parkı’nın civarına ulaştığımda kapatmanın büyüklüğü hakkında daha iyi bir fikir edindim. Bütün alan, Atatürk Kültür Merkezi’nden Galata Kulesi’ne upuzun bir alan; Sıraselviler, Cihangir-İstiklal arası tüm geçişler tamamen kapalıydı. İçeride esnaflar sadece polislere hizmet ediyordu. Polislere özel İstiklal Caddesi yapmışlardı. Ama memurların da hallerinden çok memnun olduğunu iddia etmeyeceğim. Çoğu sıkkın, bıkkın bir şekilde duruyordu. Sıcaktı, oturacak çok yerleri yoktu. Yersiz bir korku ve inatçı bir yobazlık yüzünden memleketin insanları karşı karşıya getirilmişti. Üstelik birçok noktada yabancı turistlerin de zor durumda kaldıklarına, otellerine gitmek için bile sorguya çekildiklerine tanık oldum. Utanç verici anlardı.

Aklıma “Streisand Etkisi” denen olgu geldi. Eğer olayı bilmiyorsanız şöyle özetleyeyim. 2003 yılında, Barbara Streisand gizlilik ihlali iddiası ile fotoğrafçı Kenneth Adelman ve Pictopia.com'a dava açıyor. Gerekçesi; Streisand'ın konağının havadan çekilmiş bir fotoğrafının Kaliforniya sahil şeridi koleksiyonuna konulmuş olması. Koleksiyonda 12bin adet fotoğraf var. Streisand’ın evininki de bunlardan biri.  Aslında çoğu insan orada Barbara Streisand’ın evinin olduğunu fark etmiyor. Ta ki dava açılana kadar. Öyle ki, ilgili fotoğraf dava zamanına kadar (ikisi Streisand’ın avukatları tarafından olmak üzere) toplam altı kez indirilmişken dava yüzünden bir sonraki yıl 420binden fazla kişi siteyi ziyaret ediyor. Yani Streisand “gizlilik hakkını korumaya çalışır”ken ‘yerini ifşa ediyor’ diyebiliriz.

İşte İstiklal’de yapılan kapatmanın da tam olarak bu etkiyi yarattığını düşündüm. İstiklal Caddesi’nde izin verilecek bir yürüyüş belki birkaç saat içerisinde orada bulunan insanlarca görülecekken, bu kapatma davranışı sabahtan başlayıp gece 12’ye kadar devam ettiği için, o gün İstanbul’da bulunan hemen herkesin öyle ya da böyle LGBT Onur Yürüyüşü’nden bahsetmesine neden oldu. Bunun kanıtlarını birçok halk-polis karşılaşmasında ben zaten kulaklarımla işittim.

Zorba yönetim anlayışının kendi halkına yaptığı bariz bir zulüm olarak şehrin en işlek noktalarından birini kapatmasının bu kadar kolay olması, bunun muhalifler tarafından (sosyal medyada bile) yeterince dillendirilmemesi ve bir yönetimin bölgedeki tüm insanlara gün boyunca böylesi bir işkenceyi yapabiliyor olması; dahası polislerin de bu işkencenin salt failleri değil aynı zamanda mağdurları olması; deneyimlediğimiz bu absürt yönetimin çürümüşlüğünün ve nasıl bir düşmanlıkla ayakta durduğunun da net bir kanıtıydı bence.

Maalesef ki akşama kadar şehrin birçok noktasına yürüdüm durdum ama hiçbir yerde “LGBTİ+ dostlarımı” göremedim. Bu tabii büyük bir yalnızlık hissi oluşturdu bende. Bir noktada Nişantaşı’nda gökkuşağı bayrağının açılmış olduğunu (instagram’da) görmüş olmak içimi kıvançla doldursa da, orada olamamanın utancı ve beceriksizliği yine de ağır basıyordu.

Gece bari bir bara gideyim dedim. Akşam saatlerine doğru geçişimize izin verilen Sıraselviler’de yürürken Tek Yön’ün bulunduğu pasajın tamamen kapalı olduğunu gördüm. Love - Dance Point‘i google’da arattığımda oranın da ‘bugün kapalı’ olduğu bilgisine eriştim. İstiklal hâlâ açılmamış olduğu için ‘Şahika’ya gitmek zaten ihtimal dahilinde değildi. İnstagram üzerinden hiçbir hesap da beni herhangi bir yere bir partiye çağırmıyordu. Maçka Parkı’na gittim. Çok insan vardı. Ama ‘bizimkiler’ diyebileceğim bir gruba rast gelmemiştim. Dımdızlak kalmıştım. Saat de geç olmuştu. Üstelik ayaklarım sızlıyordu. Otele gidip uyudum.

Başıboş, dağınık, kendi başıma bir onur yürüyüşü yaşamıştım. Korkaktım, beceriksizdim. Ama olur da orada ‘iyi bir şey olursa’ o dansa ilk katılacaklardan olmayı hayal etmiştim. ‘Bu yıl olmadı, ama gelecek yıl olabilir’ diye umuyorum hâlâ. Onursuz olabilirim belki, ama umutsuz değilim (henüz).

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
2024