01/01/2009 | Yazar: Cihan Dağ

 ‘İşin en kötü yanı, bu insanlar Dünya’ya biz ölüyoruz gerçeğini haykırırken, bütün dünyanın bunu görmezden gelişi.

 ‘İşin en kötü yanı, bu insanlar Dünya’ya biz ölüyoruz gerçeğini haykırırken, bütün dünyanın bunu görmezden gelişi. Sözde savaş entelektüellerinin savaşı olağan göstermek için söyledikleri ‘bu bir var olma savaşı’ sözüyle ilgili de şunu söylemek istiyorum, ‘Hayvanlar var olmak için birbirlerini öldürür. Bir insanın hak ettiği kendi ülkesinde özgürce yaşamasıdır’.

Yaklaşık iki yıl önce "Babel" filmini izlediğimde yazmıştım aşağıdaki yazıyı. Sinemadan çıkıp yatağıma girene kadar ağlamıştım. Anlatsam anlamayacaklardı bir Amerikalı vuruldu diye ayağa kalkan dünyanın Faslı bir çocuğun ölümüne duyarsızlığını. Anlatsam anlamayacaklardı, üçüncü dünya ülkesi olmanın anlamını. Çizilen çizginin ötesindeki insanların aslında çizginin ötesinde olmadıklarını kime nasıl anlatacaktım? Ben de her zaman yaptığım gibi yazarak rahatlamaya çalıştım. Kalemim kanlı bir coğrafya üzerinde susuz kaldı. Tüm şeritlerden kurtulmuş bir coğrafya dileğiyle...



"Fas, Filistin, Afganistan, Irak… Anlatacaklarım politik gelebilir, ama amacım işin insancıl boyutunu öne çıkarmak. Sömürgecilik anlayışıyla bu ülkelerde uygulanan yaptırımlar, bu yaptırımları reddedince ortaya çıkan savaşlarla dökülen kanlar bu ülkelerin ortak yanlarından bir kaçı. Her an ölüm tehdidi içinde olduğunuzu düşünün. Bunu basit bir cümle olarak düşünmeyin. Yaşadığın tüm şeylerin iyisi, kötüsü, sahip olduğun veya hayalini kurduğun, hepsinden acısı tam elde etmek üzere olduğun bir şey varken filmin birden son bulduğunu düşünün. Her şey yarım kaldı. Anlamsız bir boşluktasın, yoksun, hiçsin. Birileri devam eder hayatına ama sensiz. O kadar çabuk alışırlar ki yokluğuna görme şansın olsa şaşırırsın. Ama mesele sensin. Sen yok edildin.

Ölüm ortak kaderimiz. Ama onlarınki gibi değil. Uçaklar düşer, silahlar ateş alır, bombalar patlar… Bunların olma olasılığı o kadar yüksek ki, onlar her gün bu korkuyu cüzdanlarında ya da çantalarında, bunlara sahip olmayanlar da gözlerinde taşıyor. Ve sıradan bir ölüm değildir çoğu zaman. Ya parçalanmışlardır, ya yanmışsındır ya da son proteinine kadar harcanmışsındır. İşin en kötü yanı, bu insanlar Dünya’ya biz ölüyoruz gerçeğini haykırırken, bütün dünyanın bunu görmezden gelişi. Sözde savaş entelektüellerinin savaşı olağan göstermek için söyledikleri ‘bu bir var olma savaşı’ sözüyle ilgili de şunu söylemek istiyorum, ‘Hayvanlar var olmak için birbirlerini öldürür. Bir insanın hak ettiği kendi ülkesinde özgürce yaşamasıdır’.

Bu sömürgeci devletlerin yaptırım uyguladıkları bu ülkelerde birçok tesis var. Bunlar bu halkın kullanmadığı, binlerce yıldır altlarında yatan serveti çeşitli vaatlerle kullanmalarının eseridir. Bu kimi halkın teknoloji ve lüks ile gözünü boyasa da bazıları tarafından hiçte hayra yorulmuyor. Ve bu yüzden doğruluğu tartışılır operasyonlarla bu tesisler patlatılıyor, saldırıya uğruyor. Bu saldırıların çoğunda canlı bomba kullanılıyor. Sırf bu iş için yetiştirilen insanlar var. Var oluşlarının nedeninin bu uğurda ölmek olduğuna inandırılıyorlar ve buna göre eğitim alıyorlar. Bu insanlar görevlerini yerine getirene kadar hayatlarını sorgulayarak ve eminim birçok kez de gerçeği kendilerinden saklayarak geçiriyorlar. Kendilerini havaya uçurmadan birkaç saniye önceki duygularını tahmin edemiyorum. Belki hiç tereddüt etmediler, belki geri dönebilirim dediler, belki de hâlâ ne için yaşıyorum (ya da ne için ölüyorum) sorusunu kendilerine soruyorlardı.

Son olarak –aslında bir son yok – bu ülkeleri ziyaret eden turistlerden bahsetmek istiyorum. Gittikleri bu yerlere sanki ikinci ya da üçüncü sınıf insan sergisine gidiyorlarmış havasındalar. Oysa kendileri o ülkelerden birinde doğsaydı, durumları o insanlardan hiçte farklı olmayacaktı. Ama gel gör ki kendilerini başkalarının yerine koyma gibi bir alışkanlıkları yok. Ya da var da o alışkanlıklara bavullarında yer yok. O kadar da yer kaplamaz hâlbuki ne dersiniz?"
Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret